| Konu: | Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 24 |
| Tarih: | 22.11.2016 |
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA AKAYDIN (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, AKP Hükûmetinin eğitime ve öğretim hayatımıza ilişkin bir başka tartışmalı yasa tasarısını görüşüyoruz.
2002 yılından itibaren AKP hükûmetleri tarafından bu Meclise getirilen ve muhalefetin görüşleri ve uyarıları dinlenilmeden zorla kabul ettirilen birçok tasarı ve teklif ülkemizin eğitim sisteminde telafisi zor zararlara yol açtı.
Değerli milletvekilleri, bir devleti yıkmak için sadece işgal veya darbe gerekmez; AKP iktidarının yaptığı gibi millî eğitimi yıkın, adaleti yıkın, Anayasa'yı dinlemeyin, devlet yıkılır.
Şimdi görüşmekte olduğumuz Millî Eğitim Bakanlığının teşkilat ve görevleri hakkında kanun hükmünde kararname ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına yönelik bu tasarı belki 4+4+4 kadar kamuoyu gündeminde yer almadı fakat bu değişiklik kadar kökten sorunlu düzenlemeler içeriyor.
2011 yılında geçirilen 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve ondan hemen sonra 4+4+4 olarak kamuoyunda bilinen değişiklikler sonrası yaşanan olumsuzluklar ve hâlâ devam eden tartışmaları bugün sıralamaya kalksak yirmi dakika da bizim için yeterli olmayacaktır. Üstelik, bugün 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'de getirilen düzenlemelerle de birçok değişikliğe gidiliyor. Fakat gördüğümüz kadarıyla bu düzenlemeler 652'nin yarattığı tartışmaları sona erdirmek yerine daha derin tartışmalara zemin hazırlıyor.
Bu tartışmaların en önemlisi, Millî Eğitim müfettişleri hakkında yapılan değişikliklerdir. Henüz bu yasa tasarısı gelmeden önce bize ulaşan duyumlar, Bakanlığın, Millî Eğitim müfettişlerini muhalif öğretmenlere baskı yapmaları için zorladıkları yönündeydi. Özellikle solcu sendikalara üye olan bütün öğretmenlere, terör örgütüne destek verdikleri gibi ciddi iftiralar atılarak onlara yönelik soruşturma açılması için girişim başlatılmak istendiğine yönelik iddialar bize ulaşır ulaşmaz biz burada soru ve araştırma önergesi olarak Meclis gündemine getirmiştik. Yapılan düzenlemeyle bu iddianın gerçek olduğunu görmüş oluyoruz. Millî Eğitim müfettişleri bu düzenlemeyle merkeze çekiliyor, illerdeki müfettişlerin denetim ve soruşturma yetkileri de tamamen ellerinden alınıyor. Böylelikle Bakanlığın denetim mekanizması mülakatla alınacak özel kişilerle doldurularak siyasi tarafsızlığı ortadan kaldırılacak, müfettişlerin eğitim teftiş işlemi ortadan kalkacak; Bakanlığın emrinde çalışan 500 merkez müfettişinin öncelikli görevi, siyasi olarak sakıncalı görünen öğretmen ve idareciler hakkında idari işlem başlatmak olacak.
Müfettişler merkeze çekilirken görevdeki müfettişlere yeniden mülakata alım yükümlülüğü getiriliyor. Böylelikle iktidarın siyasi olarak karşı olduğu görüşlere sahip olduğuna inanılan müfettişlerin mülakatta başarısız oldukları gerekçesiyle görevden uzaklaştırılmasının önü açılıyor.
Şimdi soruyorum, acaba bu siyasetin, 2014 yılında bir bakan kardeşinin on iki yıl müfettişlik kuralının delinerek Teftiş Kurulu Başkanlığına getirilmesiyle bir ilgisi var mı? Var ki bu karara direnen 300 Teftiş Kurulu üyesi illere dağıtıldı. Bunların 100'ü emekli oldu, şimdi 200'ü direniyor. Üstelik bunların 150'si AKP döneminde sınavla alınmış müfettişler. Bu ayıptan biraz olsun utanırsanız bu 200 kişiyi mülakatsız olarak merkeze alırsınız.
Diğer arkadaşlarım tarafından da dile getirilecek olan bir konu da sözleşmeli öğretmenlik ki bu konu başlı başına büyük bir felaket anlamına geliyor. Bu yeni uygulama öğretmenleri resmen taşeron hâline getiriyor, kadro garantilerini ellerinden alıyor, öğretmenler sözleşmelerinin uzatılmamasına yönelik baskı yoluyla iktidarın siyasi baskısı altına alınıyor. Kaldı ki bizim, Komisyon görüşmeleri sırasında sabahlara kadar süren tartışmalarla itiraz ettiğimiz bu düzenlemeyi yakın zamanda çıkardığınız kanun hükmünde kararnamelerle kabul ettirdiniz ve acil alınması gereken kadrolara atadığınız sözleşmeli öğretmenler için nasıl mülakat yaptığınızı, onlara neler sorduğunuzu, hangi kriterlere göre öğretmen aldığınızı hep birlikte gördük. Bizim endişemiz ileride Türkiye'de öğretmen kadrolarını tamamen iptal ederek öğretmenlerin hepsini sözleşmeli taşeron konumuna geçirmeniz, onları sadece sosyal haklarından değil, toplum içindeki itibarlarından da mahrum bırakmanızdır. Sözleşmeli öğretmenliği savunmak için öğretmen açığından, FETÖ'nün darbe girişimi sonrası boşalan kadrolardan söz edeceksiniz fakat 15 Temmuz öncesinde de ortada ciddi bir açık vardı ve aldığınız 3-5 bin sözleşmeli öğretmenin Türkiye'nin uzun vadeli öğretmen açığına çözüm olmayacağını siz de pekâlâ biliyorsunuz.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'de öğretmen açığı ve yetişmiş öğretmenlerin atanamama sorunu artık kontrol edilebilir bir noktayı çoktan aştı. Resmî rakamlar 350 bin öğretmen adayının açıkta olduğunu söylüyor olsa da başka işlerde çalışan öğretmen adaylarını da hesaba kattığınızda bu sayının 500 binin üzerine çıktığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Seçim yatırımı için açılan fakat üniversite olma şartlarını dahi yerine getiremeyen birçok okulda bulunan eğitim fakülteleri her yıl ihtiyaçtan fazla yeni mezun veriyor. Yani 500 bin rakamı önümüzdeki on yılda rahatlıkla ikiye katlanabilir. Meslek garantisi beklentisiyle eğitim fakültelerine giden yüz binlerce genç mesleğe atanamadıkları için ekonomik bağımsızlıklarını kazanamıyorlar, aile, yuva kuramıyorlar, çevrelerine küçük düşüyorlar, hayatları alt üst oluyor.
Öğretmen intiharları kabul edilemez bir sayıya ulaştı. Ne yazık ki bir önceki Millî Eğitim Bakanımız Sayın Nabi Avcı bu intiharlar için "Psikolog ve sosyolog arkadaşlara sordum, bunlar gösterişçi intihar." diye bir söz sarf etti. İnsan hayatı üzerine böyle rahat, hayatına kendi elleriyle son verebilecek kadar büyük bir bunalım yaşayan insanların acısı üzerine bu kadar kaygısızca konuşan bir Hükûmetin öğretmenlerin sorunlarına çözüm üretmesini maalesef beklemiyoruz. Ayrıca belirtmek isterim ki literatürde "gösterişçi intihar" şeklinde bir kavram da bulunmuyor.
350 bin öğretmen adayı hâlihazırda beklerken aldığımız duyumlar Hükûmetin bu yıl yeni öğretmen ataması da yapmayacağı yönünde. Geçtiğimiz dört, beş yıl içerisinde sürekli olarak, söz verilenden daha az öğretmen ataması yapan Bakanlık, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası 10 binlerce öğretmeni görevden uzaklaştırdı, açığa aldı, bir kısmı tutuklandı. Önce KPSS sorularının FETÖ mensuplarına verilmesine göz yumarak bir sürü kişiyi haksız yere öğretmen olarak aldınız ve o dönem, bu işi hakkıyla yapabilecek bir sürü insanın hakkını yediniz. Şimdiyse, bu insanları kendiniz işten çıkarıyorsunuz ama darbe fırsatçılığıyla listeye, FETÖ'yle alakası olmayan, kimisi solcu, kimisi ülkücü, farklı siyasi görüşe mensup öğretmenleri ve idarecileri de ekliyorsunuz.
Bir an için bu insanların hepsinin suçlu olduğunu farz edelim. Bu insanların millî eğitim sistemine usulsüzce girmesine sebep olanlar hakkında işlem başlatıldı mı? Soruların çalındığı dönemlerde YÖK ve ÖSYM'de görev yapan, soruların sızdırılmasından mesul olanlara yönelik hangi tipte bir operasyon yaptınız? Bugün sadece, solcu, muhalif gazetelerde değil, kendi siyasi görüşünüze yakın gazetelerde bile, FETÖ'yle mücadele etmediğiniz Millî Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere birçok kurumda FETÖ zamanında yerleşmiş üst yöneticilerin göreve devam ettiğine dair iddialar var.
3 Ekim 2016 tarihli Millî Gazetenin manşeti, Millî Eğitim Bakanlığının, üstelik de insan kaynakları gibi ciddi bir biriminin başında bulunan Hamza Aydoğdu'nun kitaplarının, FETÖ'nün kalburüstü yazar çizerlerinin kitaplarını basan bir yayınevinden çıkartıldığını iddia ediyor. Yayınevinin adı Işık Yayınevi. Bu yalnızca bir örnek. Bakanlıkta, Hüseyin Çelik döneminden itibaren görev yapan ve başından beri FETÖ'yle ilişkisi bulunan üst yöneticilere dair bir operasyon gerçekleştirildi mi? Cemil Çiçek ve Hüseyin Çelik'in 2005 yılı, ünlü FETÖ'cü savcı Ferhat Sarıkaya ile ilişkileri sorgulanıyor mu? Diyelim ki, adından söz ettiğim ya da buna benzer kişilere yönelik ileride bir işlem başlatıldı, peki, 15 Temmuzdan bu yana bu kişilerin tasarrufunda yapılan işler ve Bakanlığa alınan personele yönelik ne yapılacak? Evini zorlukla geçindiren bir köy öğretmenini bile FETÖ mensubu olduğu gerekçesiyle görevinden uzaklaştıranlar, neden Bakanlığın en üst birimlerindeki bürokratlara yönelik aynı hassasiyeti göstermiyor?
İddia ediyorum: FETÖ Millî Eğitim Bakanlığı içerisinden temizlenmemiştir. FETÖ bahanesiyle işten çıkarılanları yakından incelediğinizde göreceksiniz ki, aralarından, zamanında FETÖ'cülerin mobbingine uğrayarak çalıştırılmayan, terfi hakları engellenen, fiziksel ve manevi baskı altına alınan birçok kişi çıkacaktır.
Elimizdeki güncel rakamlara göre, kamu görevinden ihraç edilen toplam öğretmen sayısı 30.351'e ulaştı. Uzaklaştırma tedbiri devam eden öğretmen sayısı 16.688 iken uzaklaştırma tedbiri kaldırılan öğretmen sayısı ise sadece 6.474, ihraç edilip kamudaki görevine dönebilen öğretmen sayısı sadece 31. Öyle zannediyorum ki, bugün 30 bini aşan rakam içerisinde adil bir soruşturma gerçekleştiği takdirde, göreve atananların sayısı daha da artacak fakat görevine iade edilenler kendi alınlarına vurulan bu haksız damgayı ömürleri boyunca taşıyacak. Üstelik, bu kadar çok FETÖ'cü olduğu şüpheli öğretmen sayısı varken bu kadar öğretmeni göreve atayanların, koltuklarında sıkıntısız bir şekilde oturmasını huzurunuzda tartışmaya açıyorum.
Bakanlık içerisindeki kadrolar bu şekilde zan altındayken elimizdeki yasa siyasi içerikli yeni atamaların önünü açıyor. Millî Eğitim müfettişleri ve hukuk müşavirleri başta olmak üzere, çok önemli kadrolara o kadroların sorumluluğunu kaldıramayacak kişilerin atanmasının önü açılıyor. Hatırlayacaksınız, on yıl önce de Bakanlığa böyle birçok kişi gerekli liyakati taşımadığı hâlde atanmıştı; bugün, o kadroların tamamına yakını FETÖ üyesi oldukları gerekçesiyle çıkarıldı. Peki, bugün aldıklarınız acaba on yıl sonra hangi gerekçeyle ve hangi cemaat temelli suç yapılanmasına üye oldukları gerekçesiyle işlerinden çıkarılacak?
Sayın milletvekilleri, her birisiyle ilgili eleştirilerimizi sırasıyla yapacağımız konulardan birisi de proje okulları. Başından beri karşı olduğumuz bu uygulamayla Türkiye'nin en başarılı ortaokul ve liselerine atamalar il ve ilçe millî eğitim müdürlüklerinin elinden alınıyor ve doğrudan Bakana bağlanıyor. Buralardaki başarılı öğretmenler farklı okullara resmen sürgün edilirken Bakanın uygun gördüğü torpilli bazı öğretmenler buralara atanıyor. Bu sorunlu uygulama 2014 yılının sonbaharında başlatıldı. Türkiye'nin yüzde 1'lik başarı dilimine giren okullarına kimsenin ruhu duymadan puanları düşük öğrenciler yerleştirildi, altını çizerek söylüyorum, kimsenin ruhu duymadan puanları düşük öğrenciler yerleştirildi. Bu okulların boş kalan kontenjanlarına okul için gereken taban puanını TEOG sınavında alamayan öğrencilerin yerleştirildiğine dair tartışmalar aylarca sürdü. Basına o dönem yansıyan haberlere göre, 494 puanlı Kabataş Erkek Lisesine bu puanın 130 puan gerisinde; yine, Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesine, yine, taban puanın 133 puan gerisinde, 350 puandan öğrenci alındığı bildirildi. Anlıyoruz ki bazı ayrıcalıklı ailelerin çocukları usulsüz olarak en iyi okullara yerleştiriliyor. Bu yerleştirmelerde siyasi torpilin mi, yoksa rüşvetin mi etkili olduğu ise henüz açığa çıkmadı. Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Yusuf Tekin "Kimseye torpil yapmadık ve puanı fazla olan öğrencileri aldık." diyerek kamuoyuyla resmen alay eden bir açıklamada bulundu. Bu kadar yüksek seviyede okulların kontenjanının nasıl boş kaldığı, bu boş kontenjanlara nasıl 130 puan geriden gelen öğrencilerin alındığı hâlâ aydınlatılamadı. Şu an Millî Eğitim Bakanlığı görevini sürdürmekte olan Sayın İsmet Yılmaz'ın kendinden önceki dönemlerde gerçekleşen ve bugün hâlâ devam eden bu usulsüz, bu yolsuz uygulamalara bir an önce son vermesini talep ediyoruz.
Bakanlığın iddiası, proje okullarına yapılan atamaların yüzde 15'i geçmeyeceği yönündeydi, bugün bu rakam yüzde 60'ları buldu. Sadece İstanbul Hüseyin Avni Sözen Anadolu Lisesinin 44 öğretmeninin 26'sının, Cihat Kora Anadolu Lisesinin 49 öğretmeninden 30'unun, Avni Akyol Güzel Sanatlar Lisesinden 39 öğretmenin 28'inin görevden alınması büyük infial yarattı. 19 Eylülde yayınlanan "İhtiyaç ve Norm Kadro Fazlası Öğretmenler" başlıklı genelgeyle İstanbul Erkek, Cağaloğlu Anadolu, Vefa, Bornova Anadolu gibi Türkiye'nin köklü liselerinin yer aldığı 155 proje okulda sekiz yılını doldurmuş öğretmenler de norm fazlası olarak değerlendirildi. Böylelikle, Bakanlık ihtiyaç duyduğunu gerekçe göstererek Türkiye'nin en yüksek seviyeli okullarında görev yapan bu öğretmenleri çok ağır sürgün şartlarında kabul ettiğimiz okullara atayacak. Türkiye'nin en iyi okullarında başarıyla eğitim veren öğretmenler, sadece yerlerini koruyabilmek için bugün en iyi okulları bitirip, sınavlarda en yüksek puanları aldıklarını ve yabancı dil bilgilerinin ileri düzeyde olduğunu ispatlamak zorunda kalıyorlar.
Bakanlık Müsteşarının resmî açıklamasına göre, belirlenen 155 proje okulunda toplam 4.598 öğretmen var ve bunların 1.187 tanesi norm fazlası olarak belirlenmiş. Bu hızla gidilirse bu rakamın 2.500'e ulaşmasını bekliyoruz.
Proje okul olarak seçilen okulların güya bilişim sistemi ve laboratuvar olanaklarının güçlendirildiği iddia ediliyor. Fakat, bu okullar zaten Türkiye'nin en iyi üniversitelerine çok sayıda öğrenci yerleştirebildiğine göre yeni bir projeye ya da uygulamaya ihtiyaç var mıydı? Bu okullardaki öğrencilerin protestoları sırasında "Sizin projeniz olmayacağız." sözü boşuna söylenmiyor. Bakanlık iyi niyetli olsa Türkiye'de çok zor şartlarda eğitim yapan okullara kaynak ayırır.
Bugün, terör olayları ve çatışmalar sonrasında güneydoğu illerimizde perişan durumda bulunan okullar için ne gibi uygulamalar yapıldığı, buraya öğretmen atanıp atanamadığı belli değil. Bu konuda ne zaman soru sorsak Bakanlık yetkilileri kaçamak cevaplar veriyorlar. Fakat, proje için seçildiği ve kendilerine büyük yatırımlar yapılacağı iddia edilen okullar, sadece torpilli ailelerin çocuklarını buralara keyfiyen atayabilmek adına yok ediliyorlar.
Önümüze bu yasa tasarısını getirenlerin iyi niyetli davranmadıklarının bir önemli örneği de belediyelerle ilgili yapılan düzenlemeler ve öğrenci yurtlarının açılmasına dair faaliyetlerin tamamının Millî Eğitim Bakanlığı yetkisine verilmesi. İlk bakışta devletin en yetkili kurumlarından olan bir bakanlığın denetimi iyi gibi gözükse de öncelikli amaç belediyelerin hizmet amacıyla öğrenci yurdu açmalarının önünü kapatmak. Bu yanlışın düzeltildiğine dair bugün bazı bilgilerim olduğu için gene de bu konuda çekimser düşünüyorum.
İlkokul düzeyinde yurt açmanın yasak olmasına rağmen, aynı bakanlık Ensar Vakfı yurtlarına göz yummuştu, yarın da yummaya devam edecek. Bugün, OHAL kapsamında sol düşüncede olduğu gerekçesiyle birçok kadın derneğini hatta Gündem Çocuk Derneğini bile zararlı görerek kapatanlar, en az 5-6 defa çocuklara taciz suçlamalarıyla gündeme gelen Ensar Vakfı hakkında en ufak bir işlemde bulunmadı çünkü bu ülkede bir vakıf olarak Hükûmete yakınsanız, Hükûmet ile aranızda para ilişkileri varsa, insanlığa karşı en yüz kızartıcı suçları işleyen mensuplarınız bile aklanır. Tepkiler artarsa "Kandırıldık." diyerek yıllarca bütün suçları beraber işlettiğiniz ortaklarınızdan bir cümlede elinizi yıkarsınız ve yolunuza devam edersiniz.
Sizin kandırılmadığınızı iyi biliyoruz değerli arkadaşlar ama siz de biliniz ki bu savunmalarınızla halkı kandıramıyorsunuz, bizleri kandıramıyorsunuz.
Değerli arkadaşlar, son olarak, bugün Antalya'dan aldığım, benim için oldukça acıklı bir haberi sizlerle paylaşmak istiyorum. Barış İçin Akademisyenler Bildirisi'ne imza atan bugüne kadar 41 tane meslekten ihraç vardı. Bugün bunlara -bir kısmı benim de öğrencim olan- Akdeniz Üniversitesinden 8 tane öğretim üyesi, Samsun'dan 6 öğretim üyesi, Kastamonu'dan 1 öğretim üyesi daha eklendi, toplam ihraç 56'yı buldu.
Değerli milletvekilleri, Voltaire gibi söylüyorum, bu arkadaşların düşüncelerine ben katılmıyorum, düşüncelerinde sakıncalı bulduğum taraflar var ama düşünce özgürlüklerine sonuna kadar arka çıkıyorum ve onları savunuyorum.
Bu yapılan, son derece büyük bir haksızlıktır; bu, ülkemiz adına özgürlük ve demokrasi adına büyük bir ayıptır. Bütün buradaki arkadaşlarıma geçmiş olsun diyorum ve bu arkadaşların davalarının hepsinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden en kısa zamanda döneceğine de büyük bir inancım olduğunu söylemek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, sözlerimi bitirmek üzereyken, özellikle 24 Kasımda idrak edeceğimiz Öğretmenler Günü'nde, vefakâr, cefakâr öğretmenlerimizin, tüm zorluklara rağmen öğrencilerine katkı yapan öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü'nü kutluyorum ve Başöğretmen Atatürk'ü minnetle ve saygıyla bir kez daha yâd ediyorum.
Çok teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)