GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:22
Tarih:17.11.2016

MHP GRUBU ADINA KADİR KOÇDEMİR (Bursa) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı, Türkiye'de kanunların, Türkiye'de hukukun, adaletin tesisi dışında, kamuoyu tepkilerine ve bazen siyasi hedeflere yardımcı olması işleviyle de görevlendirilmesinin yeni bir örneğidir.

Biliyorsunuz, devletin asli görevleri vardır ve bu görevlerden en önemlilerinden birisi de öngörülebilir bir ortam tesis etmesi ve öngörülebilir, hesaplanabilir bir ortamı muhafaza etmesidir. Hayatın öngörülebilir, hesaplanabilir olmasının yolu da hukuktan geçmektedir ve hukuktaki değişiklikler kendine göre belli bir usule tabidir. Kaldı ki modern demokrasilerde meşruiyetin kaynağı usuldür. Usulde yapılan düzenlemelerin belli amaçları vardır. Bu zamana kadar yapılan hatalardan, girilen yanlış yollardan elde edilen tecrübeler usulde kendisini göstermiştir.

Siz eğer usulü torba kanunlarla, temel kanun uygulamasıyla dolanmaya kalkarsanız aynı konuları tekrar tekrar, demin grup başkan vekilimizin burada somut örneklerle belirttiği gibi, üç ay sonra aynı kanunu tekrar değiştirmek üzere Meclise getirirsiniz. Bunu yaptığınızda bir torba kanun bugün temel kanun hâline geldi ama 11 farklı kanunda değişiklik yapıyor. Bu kanun yine kendi içinde belli bir bütünlüğe, insicama sahip olma iddiasını ileri sürebilir.

Dün, biliyorsunuz, burada, bütçeyle ilgili, Anayasa Mahkemesinin iptal etmesi üzerine hazırlanan başka bir kanunu görüştük. O kanunda, son anda orada otururken akla gelen, beslenme yardımından tutun da SGK'nın prim durumunun düzeltilmesine kadar, pek çok madde bu Anayasa Mahkemesinin bütçe hakkının devredilememesini gerekçe göstererek aldığı iptal kararı gereğine ilave edildi ve bu bir temel kanun olarak buraya getirildi.

Bu kanunda da benzer bir süreci biz gördük. Mesela burada para cezalarının kesinleşmeyle ilgili limitlerinde değişikliğe gidiliyor. Bu değişiklerden birisiyle ilgili süreç, kanunları nasıl yaptığımızla ilgili güzel bir örnek olsa gerektir.

Tasarıda, bin liradan 5 bin liraya çıkarılması öngörülmüştü. Daha sonra alt komisyonda -ki alt komisyonda iktidar partisi milletvekili arkadaşlarımız çoğunluktadır- orada oy birliğiyle, hak arama hakkının kısıtlanması gerekçe gösterilerek bu 5 bin liralık miktar 3 bin liraya inmişti. Daha sonra tekrar Adalet Komisyonuna geldiğinde, Sayın Bakanımızın ricasıyla, bu sefer ilk tasarıdaki 5 bin de yeterli bulunmayarak 7 bin liraya çıkarıldı. Alt komisyonda, hak arama hakkının kullanılmasının engellenmesi sebebiyle bunun, 5 bin liranın yüksek olduğunu düşünen arkadaşlarımız bu sefer kanaatlerini birdenbire değiştirdiler.

Bu tasarının 3'üncü, 4'üncü, 5'inci, 41 ve 42'nci maddelerinde parasal limitlerin yükseltilmesi, bir yandan Türk parasının değerinin ne kadar korunduğunu göstermesi bakımından ibret vericidir, diğer yandan da hak arama yolunu kapatması bakımından yine kayda değerdir. Bu yükseltmelere karşı yapılan itirazlara verilen cevap genellikle yeni kurulan istinaf bölge adliye mahkemelerinin iş yükü olmuştur. Oysa, bizim bildiğimiz kadarıyla, bölge adliye mahkemeleri vatandaşımızın hukuk yollarından daha hızlı ve daha isabetli çözüm almasını, sonuca ulaşmasını temin etmek üzere kurulmuştur. Ama, buradaki gerekçelerde, vatandaşın hukuk yolundan aldığı neticelerden ziyade mahkemelerin iş yükü esas gerekçeyi teşkil etmiştir. Bu bize haklı olarak "Okullar olmasa maarifi ne güzel idare ederdik." anlayışını hatırlatmıştır.

Düzenlenen tasarının 25, 26, 27'nci maddelerinde iletişimin tespiti ve dinlenmesi, gizli soruşturmacı görevlendirilmesi ve teknik araçlarla izleme konusu yine son yıllarda hâkim olan yasama faaliyeti anlayışının, zihniyetinin çok açık bir örneğini oluşturmaktadır. Sanki trafoya girmiş bir bebek gibi, bilmediği düğmelere basan zihniyet arzu etmediği neticeler ortaya çıktığında başka bir düğmeye basmakta ve bütün bunları genellikle ifrat-tefrit tuzağına düşmek suretiyle gerçekleştirmektedir. Bir de buna kanunlaşma, yasama faaliyeti sırasında sağdan soldan eklenen, son anda dâhil edilen maddeleri koyduğumuzda, hakikaten Türkiye'nin, cumhuriyetin, demokrasimizin birikimleriyle bağdaşmayan, onlarla uyuşmayan bir yasama faaliyeti yapmaktayız.

Benden önceki arkadaşım da belirtti, 32 ve 33'üncü maddelerde, ifade vermeye zorlamak için mal varlığına el koyma ve kayyum atama yetkisinin savcıya verilmesi modern hukuk ilkeleriyle asla bir arada düşünülemeyecek bir durumdur. Bugün hepimiz belli sebeplerle, bazen kısa dönemli bazen uzun dönemli yurt dışına çıkıyoruz, ikamet adresimizin dışında oluyoruz. Bu ulaşılamamayla ilgili herhangi bir somut kriter de belirtilmeksizin, sadece cumhuriyet savcısının kararıyla kişilerin mal varlığının tamamına el konulabilmesi, mal varlığına kayyum atanabilmesi hakikaten modern hukukla, hakla, hakkaniyetle, adaletle, insanların savunma ve adil yargılanma hakkıyla bağdaşan bir husus olmayacaktır.

Bu bize şunu gösteriyor: Acele edecek kadar çok vaktimiz yok. Acele ettiğimizde görüyoruz ki aynı kanunu, aynı maddeyi 5-6 kere ele almak suretiyle, sakin bir şekilde yapacağımız yasama faaliyetiyle varacağımız yola çok daha geç varabiliyoruz. Bunu daha yakın dönemde de gördük. Mesela, Bilirkişilik Kanunu böyle aceleyle geldi ve bütün uluslararası hukukta bilirkişinin gerçek kişi olma durumuna vurgu yapılırken, tarifi bu şekilde yapılırken biz şirketlere bilirkişilik verdik.

Dün yine bütçe hakkında, benzer bir şekilde, yanına serbest bölgeleri, SGK primlerini, beslenme yardımını, araçlardan alınacak ÖTV'yi de katarak o anda oluşan duruma göre yasama faaliyetini gerçekleştirdik. Oysa Türkiye, özellikle içinde bulunduğumuz dönemde itidale, geniş perspektife, devlet adamlığı vizyonuna, hukuk adamlığına ve birbirini dinleyip anlamaya ihtiyacı olan bir ülke vaziyetindedir.

Kanunların ön araştırmalar yapılmadan, yapılan değişikliğin yol açacağı mali, ekonomik ve sosyal etkiler hesaba katılmadan... Ki bu konuda yine bu Meclis, kendisi etki analizi yapılmasıyla ilgili bir mecburiyet getirmiştir ama ben milletvekilliği dönemimde hiçbir kanunun -mali hususları etkileyen kanunlar dâhil- etki analizinin yapıldığını görmedim. Etki analizi nasıl bir şeydir, onun metnine de maalesef şahit olmadık.

Benzer durum, kanunun 12'nci maddesinde, trafik araçlarını trafiği tehlikeye sokacak şekilde sevk ve idare edenler için getirilen ön ödeme sisteminde de kendisini göstermektedir. Burada da Türkiye'de trafik kazaları, Türkiye'de trafiği tehlikeye sokan olaylar, bu olaylarda kusurun kimlerde olduğuyla ilgili araştırmalar yapılmaksızın, hukukumuzdaki ön ödeme sisteminin kendi içindeki tutarlılığı da zedelenerek bu tür suçlarda ön ödeme sistemi getirilmiştir. Başka bir ifadeyle, trafiği tehlikeye sokacak şekilde araçları sevk ve idare edenler ön ödeme miktarındaki parayı verdikleri takdirde yargılama, ifade verme, hâkim karşısına çıkma yükümlülüğünden kurtulacaklardır. Oysa, trafik konusunda başarılı olan ülkelerin yaptığı uygulamalara bakmak bu hususta netice alıcı çalışmalar için faydalı olacaktır.

Bu vesileyle şunu söyleyeyim: Türkiye, Avrupa Birliği ülkelerinde ve OECD ülkelerinde trafik kazalarındaki ölüm sayısında maalesef şampiyon durumdadır. 2015 yılında trafik kazalarında 7.500'den fazla insan hayatını kaybetmiştir. Bu demektir ki her gün 20'nin üzerinde insan trafik kazasında hayatını kaybetmektedir. Ama, biz bu konuda, o anda birilerinin bir düşüncesine bakarak, Karayolları Trafik Kanunu'nu ve buna göre çıkarılan ve cezaların yer aldığı yönetmelikleri bir tarafa bırakıp, hukuk sistemimizde muhtemelen yine iş yükünü azaltmak adına ön ödeme sistemini getiriyoruz. Ön ödeme sistemini getirdiğinizde ölümle sonuçlanacak, yaralamayla sonuçlanacak, mal hasarıyla, mal kaybıyla sonuçlanacak duruma gelmeyi kolaylaştırıyorsunuz demektir. Mesela, Batı ülkelerinde -buraya gelirken ben Almanya'yı aldım- usulsüz park cezasıyla ilgili 46 çeşit kademe bulunmaktadır. İtfaiyenin çıkışını, hastanenin acilini kapattığınızda başka, normalde park edilen bir yerde zamanı geçirdiğinizde başka şekilde cezalandırılmaktasınız. Kırmızı ışıkta geçmek yine 10 farklı cezaya tabidir. Kırmızı ışıkta geçmenin, ışık yandıktan sonraki sizin geçtiğiniz süreyle ve tehlikeye yol açıp açmamanızla bağlantılı olarak 10 farklı çeşit cezası vardır. Hız sınırı, yine, 29 kademeden oluşmaktadır ama bizim ülkemizde arkadaşlar, hız sınırı, yüzde 30'a kadar bir kademe, yüzde 30'dan sonra bir kademedir. Yani hız sınırı 50 kilometre olan bir yerde -yüzde 30'u 15; 66 kilometre- saatte 66 kilometre hızla giden ile saatte 180 kilometre hızla gidene bizim sistemimiz aynı cezayı vermektedir. Ama, dediğim gibi, bu işte cezaların trafik güvenliğine etkisi konusunda birikimi yasamaya ve ceza sistemine, kontrol sistemine dâhil eden ülkelerde 29 kademe söz konusudur. Bunları yapmak yerine -ki bunun için Amerika'yı keşfetmeye gerek yok, gönderdiğimiz insanlar, pek çok yetişmiş insanımız var- biz, trafikte, trafiği tehlikeye atacak şekilde sevk ve idareyi ön ödeme kapsamına alıp, ön ödemede genelde bir yıl olan üst sınıra burada bir istisna getirip iki yıl üst sınırını da koymuş oluyoruz.

Bir başka husus: Bu tasarı bugün niye geldi? Çünkü Anayasa Mahkemesinin iptal kararında iki tane iptal kararı var; birisinde altı ay, birisinde bir yıllık süre verilmişti, bu bir yıllık süre dolduğu için buraya geldi. Yani erken görüşmemizin ve gündemdeki sıralamasının sebeplerinden birisi Anayasa Mahkemesinin iptal kararı. Peki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararına uygun davranılmış mı? Bakıyoruz ki Anayasa Mahkemesinin iptal kararıyla ilgili madde 13'üncü madde. Burada, iptal edilen 103'üncü maddenin 1'inci ve 2'nci cümleleri aynen muhafaza ediliyor. Sadece 12 yaş altında olanlar için sekiz yerine on yıl, üç yerine beş yıl ve on altı yerine on sekiz yıl en az hapis cezası yani alt ceza limiti getirilmektedir. Yine, 2016/46 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararı'nın 16'ncı paragrafında ifade edilen gerekçelerin hiç dikkate alınmadığını görüyoruz yani fiil ile ceza, yaptırım arasında ölçülülük, elverişlilik, orantılılık ilkelerinin gözetilmediğini, mahkemeye olayın özel durumuna göre daha geniş takdir marjı verilmediğini ve ıslah edici kurum ve süreçlerin burada düzenlenmediğini görüyoruz.

Usul esasa mukaddemdir ve usul esası belirler arkadaşlar. Onun için, bizim, yasama faaliyetlerini bir an önce, olması gerektiği gibi yapmamız gerekiyor yoksa sık sık buna benzer yasa değişikliklerini yapmak durumunda kalırız. Hadi, biz yeniden, günlük çalışma düzenimizi, Meclisin gündemle ilgili hususlarını sık sık değiştirerek bunu yapabiliriz ama bir şeyi kaybediyoruz arkadaşlar: Öngörülebilir ortam olmadığında ekonomide aktörler karar alamamaktadır. Öngörülebilir ortam olmadığında insanların hukuka güveni azalmaktadır. Bugün, kurumlara güvenle ilgili yapılan kamuoyu araştırmalarında maalesef, yargı sistemimiz sonuncu sıralardadır. Bugün, hukuka güvenin olmaması sebebiyle ekonomiden istihdama, sosyal, kültürel faaliyetlerden entelektüel faaliyetlere kadar pek çok alanda Türkiye, potansiyelinin çok azıyla yetinmek zorunda kalmaktadır. Onun için, bir an önce hukuk devleti ilkesinin bütün kurum, kural ve unsurlarıyla birlikte hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bunu anlatan bir anekdotla bitireyim: Açık bir denizde donanma ilerlemektedir. Sonra, donanmanın kaptan kabinine telsizle bir anons gelir, anonsta şöyle denilmektedir: "Lütfen, rotanızı 30 derece güneye çevirin." Donanma bu telsize cevap verir: "Biz rotamızı değiştiremeyiz, lütfen, siz rotanızı 30 derece kuzeye çevirin." Karşıdan anons tekrar edilir: "Lütfen, rotanızı 30 derece güneye çevirin yoksa çarpışma olacaktır." Bu sefer donanmanın kabininden ses gelir: "Ben donanma komutanı filanca, lütfen, siz rotanızı 30 derece kuzeye çevirin." Karşısı cevap verir: "Deniz feneri konuşuyor, lütfen, rotanızı çevirin yoksa kayalıklara çarpacaksınız."

Arkadaşlar, tarih, birikim, birlikte yaşama tecrübesi konuşuyor. Lütfen, rotamızı 90 derece hukuk devletine doğru çevirelim. Bunun gerçekleştiği bir yasama dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)