| Konu: | Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarı ve Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 21 |
| Tarih: | 16.11.2016 |
CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, 435 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın ikinci bölümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun ve şahsımın görüşlerini aktarmak üzere söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu ve bizleri takip eden vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, son yıllarda bütçe kanunlarıyla Hükûmet ya milletin Meclisine ait bütçe hakkını gasbetmekte ya da bu kanunu kullanarak bütçeyle ilgisi olmayan birtakım yasal düzenlemeleri gerçekleştirmektedir. Biz de Cumhuriyet Halk Partisi olarak her bütçe görüşmesinde bu hususları dile getiriyoruz ve düzeltilmezse de Anayasa Mahkemesine iptal için müracaat ediyoruz. Geçen yıl da aynı şey oldu ve Cumhuriyet Halk Partisinin başvurusuyla bu bahsettiğim düzenlemeler Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Ancak huylu huyundan vazgeçmiyor; Hükûmet 2015'te de sizlerin millet adına kendisine verdiğiniz harcama yetkisinden 31,2 milyar Türk lirası daha fazla harcama yapmış, Sayıştay da bunu tespit etmiş; ödenek aşımında bu bir rekor. Yine, huzurunuza getirilen bu düzenleme bu istismarı ve ödenek aşımını engelleyecek tedbirleri de maalesef içermiyor. Yanlışın düzeltilmesi için önümüzde bir fırsat varken bu fırsatın da kaçacağı anlaşılıyor.
Değerli milletvekilleri, diğer taraftan Hükûmet, stratejik olarak tanımladığı bazı yatırımları ihale etmek için yasayla belirlenmiş asgari limitleri 2015 Bütçe Kanunu'yla kaldırmış, Anayasa Mahkemesi de doğal olarak bunu iptal etmiş ancak iptal edilen hüküm de bu teklifte yeniden ve aynen getiriliyor.
Ayrıca, yine bu teklifte binek araçlarda ÖTV uygulaması değiştiriliyor, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nda değişiklik yapılarak Sosyal Güvenlik Kurumunun prim tahsilatı artırılmaya çalışılıyor, üniversite öğrencilerine yapılan gıda yardımları artırılıyor. Bu düzenlemeler de yine huylunun huyundan vazgeçmediğini bir defa daha gösteriyor. Hükûmet "Fırsat bu fırsattır." deyip önümüze yine birbiriyle alakası olmayan düzenlemeler içeren bir mini torba yasa tasarısı getirmiş. Torbaya alelacele konulan ÖTV ve sosyal güvenlik sistemiyle ilgili düzenlemeler hakkında ilgili sektörler ve taraflarla istişare de edilmemiş.
Değerli milletvekilleri, üzülerek görüyorum ki iktidar koşulların ağırlığının ve içinden geçtiğimiz dönemde hata yapma lüksünün kalmadığının farkında değil. On dört yılın birikmiş sorunlarıyla kırılganlaşan ekonomide fay hatları artık çatırdıyor, iktidar ise Titanic batarken çalmaya devam eden orkestra gibi. Bakanlar Kurulunda sorumluluk ve ciddiyetle konuşan birkaç isim dışında kimse kalmadı. Milletin aşı, işi çoğalmıyor ama borcu hızla artıyor. Devletin toplam borcu 2002-2016 arasında gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak 39 puan düşmüş. Tabii, siz de bununla övünüyorsunuz ama devletin borcunu milletin sırtına yüklediğinizi hiç söylemiyorsunuz. Bankalar dışında kalan şirketlerin ve ailelerin borcu aynı dönemde 59 puan artmış. Sonuçta ülkenin toplam borcu on dört yılda gayrisafi yurt içi hasılaya oran olarak yüzde 117'ye çıkmış.
Değerli milletvekilleri, biz borçlanmadaki hızlı artışa dikkat çektikçe "Borç dert değil, yatırıma gidiyor; millî gelir artıyor." dediniz. Bir de "Bu borç özel kesimin, bizi ilgilendirmez." dediniz. Şimdi, borç artıyor ama yatırım da, gelir de düşüyor. Son beş yılda ülkenin dış borcu 117,5 milyar dolar artmış. Buna karşın 2011'de 140 milyar dolar olan özel kesim yatırımları 2016'da 114 milyar dolara düşmüş. Aynı dönemde gayrisafi yurt içi hasıla da yani ülkenin toplam geliri de 48 milyar dolar düşmüş. AKP on dört yıldır el atına binip çalım sattı; "İthal edelim, yiyelim, içelim, nasıl olsa dış borç bol." dedi. Bunun sürdürülebilir olmadığını göremedi. Borçla aldığı dövizleri ülkenin dünyada yarışma ve üretim gücünü artıracak yatırımlara değil, rezidanslara ve alışveriş merkezlerine yönlendirdi. 2002'de 53 olan alışveriş merkezi sayısı 2016'da 361 oldu. Bu alışveriş merkezlerinin büyük bir kısmı dış borçla yapıldı. Kira sözleşmeleri de dolara bağlandı. Dolar karşısında Türk lirası değer kaybettikçe esnaf artık haykırıyor: "Kiraları hiç olmazsa Türk lirası cinsinden belirleyelim." diye. Sadece alışveriş merkezleri mi? Kapalı Çarşı, Bağdat Caddesi, Nuruosmaniye, Kızılay, Ulus, Kemeraltı gibi ticarette marka olan alanlarda işler durmuş vaziyette. Artık ekonomi büyümekte zorlanıyor. 2016'nın 2'nci üç aylık döneminde ekonomide belirginleşen yavaşlama eğilimi iş birlikçi yobazların darbe girişiminin de etkisiyle 3'üncü çeyrekte daralmaya dönüşme olasılığıyla karşı karşıya. Sanayi üretimi 3'üncü üç ayda yüzde 3,2 daraldı. Tarımdan iyi bir katkı gelmezse 27 çeyrek sonra ekonomi ilk kez daralacak. Daha geçen ay yayımlanan orta vadeli programda tüm yıl için öngörülen yüzde 3,2'lik iddiasız büyüme de maalesef yakalanamayacak.
Değerli milletvekilleri, işsizlik rakamları da ekonomide alarm zillerinin çaldığını gösteriyor. 2016'nın 3'üncü üç aylık döneminde Ağustos ayı işsizlik oranı yüzde 11,3'e çıktı. Bu, küresel krizin yaşandığı 2009'dan sonra en yüksek işsizlik oranı, ağustos ayı işsizlik oranı. Tarım dışı işsizlik ise aynı dönemde yüzde 13,7'yle son yetmiş altı ayın zirvesine ulaşmış vaziyette. İş aramadığı hâlde "İş bulsam çalışırım." diyenlerle beraber işsiz sayısı 6 milyonu geçti. Genç işsizliği yüzde 20'ye çıktı yani iş arayan her gençten 1'i iş bulamıyor. Ekonomi zaten uzunca bir süredir patinaj yapıyordu ancak araba şimdi geri kayıyor. Vatandaşın geliri önce 10 bin dolarlardan 9 bin dolarlara indi, maalesef, şimdi, 8 bin dolarlara düşmesi riski ufukta belirdi.
Değerli milletvekilleri, Türk lirasının dolar karşısındaki değeri serbest düşüşe geçti. güneş görmüş kar gibi eriyor. "Moody's"in notumuzu indirdiği 23 Eylülden bu yana aynı ligde olduğumuz ülkeler arasında parasının değeri en hızlı düşen ülke biziz. Merkez Bankası kasasında TL'yi savunacak cephane yok. Net rezervler iki aylık ithalatımızı bile karşılamıyor. Diğer taraftan, 2009 yılında döviz kazanmayan şirketlerin de dövizle borçlanmalarına izin verdiniz. Bankalar hariç şirketlerin net döviz borcu 2009'dan bugüne 66,7 milyar dolardan 210 milyar dolara çıktı. Kurdaki her 1 kuruşluk artış şirketlerin bilançosunda 2,1 milyar Türk lirası zarara neden oluyor. Ama Başbakan "Dolardan bize ne; dolsa ne olur, dolmasa ne olur." diyebiliyor.
Sayın Başbakan, size bakanlarınız söylemiyor olabilir. Sizi ben uyarayım. "Dolardan bize ne; dolsa ne olur, dolmasa ne olur." dediğiniz günden bugüne kadar reel sektörün bilançolarındaki kur farkı zararı 41 milyar Türk lirası oldu. Böyle yönetmeye devam ederseniz bu zarar artacak, şirketler ya kapanacak ya küçülecek ya da zam yapacak. Bu zarar işsizlik olarak zam olarak milletin sırtına yüklenecek. Gerçi, Sayın Başbakan dün akşam ihracatçılara yaptığı konuşmada AKP iktidarının son bir buçuk yılda sebep olduğu belirsizliğin sonuçlarından kendisinin de ürkmeye başladığını ortaya koydu. Başbakan "Belirsizlik algısı yaratılıyor." diyor. Sayın Başbakan, geçen yıl 7 Haziranda seçim yapıldı, milletin iradesini beğenmediniz, "Bir daha seçim." dediniz. Kasım ayında seçim tekrarlandı, bu defa seçimi kazanan Genel Başkan ve Başbakanı beğenmediniz, bu yılın Mayıs ayında da onu değiştirdiniz. 15 Temmuzda siyasi İslamcı mahalledeki kavga, iş birlikçi yobazların askerî darbe girişimiyle zirve yaptı. Millet bu mahalleye iktidarı verdi, onlar kavga edip milletin hayatını kararttı. Ardından ne kadar süreceği belli olmayan bir olağanüstü hâl dönemine girildi. Son olarak da fiilî durumu yasal hâle getirme gerekçesiyle başkanlık sistemine geçilmesi için referandum gündeme geldi. Şimdi, soruyorum, böyle bir ortamda belirsizlik algısı yaratmaya ihtiyaç var mı? Devriiktidarınızda algısının yaratılmasına ihtiyaç olmayacak tek şey belki de belirsizlik. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, kendi yarattığınız canavardan korkuyorsunuz. İşadamlarına diyorsunuz ki: "Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinden sonra ortaya çıkan fiilî duruma Anayasa'yı uydurmak için referanduma gideceğiz. Ancak, ondan sonra 2019'a kadar başka seçim yok işinize gücünüze bakın." Yani, ikide bir seçim yapmanın istikrarsızlık yarattığını siz de kabul ediyorsunuz. Ekonominin patinaj yapmaya başladığı 2007 yılından sonraki dokuz yılda 1 tanesi Cumhurbaşkanlığı, 4 tanesi genel, 2 tanesi de yerel olmak üzere 7 tane seçim, 2 tane de referandum yapmışsınız yani dokuz yılda 9 defa millete gitmişsiniz. Buna ne ekonomi ne de siyasi sistem dayanır. Başbakanın "fiilî durum" dediği aslında Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesinin yarattığı bir sorun değildir.
Dünyada Cumhurbaşkanının temsil görevi yaptığı ve halk tarafından seçildiği çok sayıda ülke vardır. Demek ki sorun halk tarafından seçilme olgusundan değil, mevcut Cumhurbaşkanının yönetme anlayışından ve Anayasa'daki görev tanımıyla sınırlı kalmak istememesinden kaynaklanmaktadır. 2015 yılının Mart ayında Sayın Cumhurbaşkanı millete Gaziantep'te "Verin 400 milletvekilini, bu iş huzur içinde çözülsün." demişti. Millet 400 milletvekilini vermedi ama millette de huzur kalmadı. Milletin dertleri çığ gibi büyüyüp sahipsiz kaldı ama iktidar başkanlık derdinden vazgeçmedi. Diyelim ki Başkanlık geldi; milletin aşı, işi artacak mı, borcu azalacak mı, terör bitecek mi, istikrar gelecek mi? Türkiye'nin şu anda en çok ihtiyaç duyduğu şey ciddiyettir. Oysa, Türkiye'de öylesine gayriciddi bir dönem yaşıyoruz ki "Türkiye'de her şey olabilirsiniz ama rezil olamazsınız." sözü iktidar sahipleri tarafından haklı çıkarılıyor.
İstatistikler başkanlık sisteminin siyasi istikrarı sağlama konusunda parlamenter sistemden çok daha başarısız olduğunu gösteriyor. Başkanlıkla yönetilen ülkelerde demokrasi çok daha sık inkıtaya uğruyor. Başkanlıkta yirmi yıl olan demokrasi ömrü, parlamenter sistemde ortalama yetmiş bir yıla uzuyor.
Milletin aş, iş ve refah durumunu gösteren Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik Endeksi'ndeki sıralama bakımından da durum aynı. Bu ligdeki ilk 20 ülkenin sadece 2'si başkanlıkla yönetilirken, sondaki 20 ülkenin 19 tanesi başkanlık veya yarı başkanlıkla yönetiliyor.
Değerli milletvekilleri, zenginlik istiyorsak rejimin adı bellidir. Bu vatan topraklarında uzlaşmayı, birlik beraberlik içinde yaşamayı istiyorsak rejimin adı bellidir. İstikrar ve huzur istiyorsak rejimin adı yine bellidir. Bu rejimin adı, güçlendirilmiş parlamenter sistemdir.
Hiç tereddüdünüz olmasın, başkanlık sistemi tartışmaları gündemde kaldıkça bu ülkenin ufkunu karartmaya devam edecektir. Bu sistem ülkenin birliğine, bütünlüğüne hizmet etmeyecek, bölünmesine ise taşıyıcı annelik yapacaktır.
İmralı'daki bölücü terör örgütü başının "Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlığını destekleriz." dediğini lütfen hatırlayın. Başkanlık sisteminin sonunda gideceği yerin federasyon olduğunu o da çok iyi biliyor. Basına yansıdığı kadarıyla önerilen sistem, bugün önerdiğiniz sistem Cumhurbaşkanına ülkenin tapusunu vermeyi öngören ve Başkanlık sistemleri arasında ömrü en kısa sürmeye ve en kötü örneklerden biri olmaya namzet bir sistemdir. Zaten bugün burada görüştüğümüz yasa tasarısı da aslında Parlamentoda tecelli eden, millî iradeyi yok sayan, tüm yetkileri icrada ve mümkünse tek kişide toplamayı tercih eden bir zihniyeti yansıtmaktadır. Anayasa Mahkemesi "Meclisin bütçe hakkına müdahale ediyorsunuz." diye maddeyi iptal ediyor, siz üç aşağı beş yukarı aynı maddeyi geri getiriyorsunuz.
Yine torba hâlinde getirilen bu yasayla, bir yandan üniversite öğrencilerine gıda yardımını artırırken, havuz müteahhitlerine vaat ettiğiniz projelerin ihalesini kolaylaştırıyorsunuz. Birincisinin hızla yasalaşması gerekirken, diğerinin çok daha ciddi tartışılması gerekiyor. Bu torbayla siz, üniversite öğrencisini havuz müteahhidinin işini kolaylaştırmak, mali disiplini gevşetmek için kullanıyorsunuz. Başkanlığı getirerek istikrarı, büyümeyi sağlamak ne kadar boş bir hayalse, torba yasalarla mali disiplini, makro ihtiyati tedbirleri gevşeterek, milleti borca batırmaya devam ederek iç talebi ve büyümeyi artırmak da o kadar boştur.
Değerli milletvekilleri, yapılması gereken bellidir. Ekonomiyi büyütmek için:
Bir: Belirsizliği artıran başkanlık tartışmalarını bir yana bırakalım. Demokrasimizi, kuvvetler ayrılığını ve hukukun üstünlüğünü güçlendirecek reformlara odaklanalım. Olağanüstü hâlden çıkıp olağan hâle geçelim.
İki: Ülkenin dünya arenasında yarışma gücünü artıracak reformları beraberce bu Meclisten geçirelim. Büyümenin nimetlerinin tüm milletimize ulaşmasını sağlayacak, geliri adil paylaştıracak, yoksulluğu babadan evlada geçen bir miras olmaktan çıkaracak, büyümenin niteliğini ve kapsayıcılığını güçlendirecek reformları yapalım.
Yine, torunlarımızın bize emaneti olan doğamızı koruyalım. Sosyal denge ve uyumumuzu muhafaza edecek, ekonomik dengeleri bozmadan büyümenin sürdürülebilirliğini sağlayacak adımları bir an önce atalım.
Türkiye'nin dertlerine deva olmayacak hevesler için 78 milyonun geleceğini karartmaya kimsenin hakkı olmadığını bir kez daha hatırlatmak istiyor, Türkiye'nin kurucu ayarlarıyla oynayarak ülkeyi huzursuzluğa, yoksulluğa sürükleyenler ve ülkenin bölünmesine yol açanların bunun vebalinin hesabını tarih ve millet huzurunda vereceklerini bir defa daha tekrar etmek istiyorum.
Bu düşüncelerle sözlerimi tamamlarken Genel Kurulu da saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)