GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarı ve Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:21
Tarih:16.11.2016

CHP GRUBU ADINA ZEKERİYA TEMİZEL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında bu konuşmayı şu yoklamadan hemen sonra yapmak isterdim çünkü bu konuşma, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, en azından, hiç değilse konuşma süresince herkesin bir öz eleştiri, en azından bir vicdan muhasebesi yapmasına neden olabilirdi diye. Ama sonuç olarak bu işe değer veren insanların bu salonda bulunduğunu varsayarak yine de bu konuşmayı eksiksiz olarak yapmak istiyorum.

BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Sayın Bakanım, televizyonda izliyorlar yine, rahat olun.

ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) - Teşekkür ederim.

Değerli milletvekilleri, 5018 sayılı Yasa yani Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapan bir tasarı getirdik buraya. Aslında bu tasarı zorlanarak yani temel kanun yapılmak amacıyla zorlanarak 10 maddeye çıkartılmış bir tasarı. Hâlbuki şu anda ivedi gereksinim duyulan olay 3 maddeden ibaret, yürütme ve yürürlüğüyle beraber 5 maddede görüşülecek bir konuydu. Öncelikle bunu belirtmek istiyorum. Yani mutlaka temel yasa kavramının içerisine sokup da torbanın içerisinde konu görüşme alışkanlığından bu Meclis vazgeçmediği sürece, bu yasalarla kazanacağımız itibarı daha görüşme sırasında kaybetmeye devam edeceğiz. Bu olmuyor, bu bir şekilde olmuyor.

Burada daha önce bütçe kanunlarında bu temel mali yönetim yasasına aykırı düzenlemeler yapıyorduk. Örneğin bütçede belirli sınırlamalar getiren bu yasayı aşmak için çok açık bir şekilde diyorduk ki: "Kanunun 21'inci maddesinde yer alan sınırlamalara tabi olmaksızın Bakanlık şu şu yetkilerini kullanır." diyorduk. Bu kanunun 21'inci maddesindeki sınırlamalara tabi olmadan işlem yapmak ne demek? Meclisin bütçe hakkını çiğnemek demek. Yani, Meclis size bir sınır verecek, bu sınır dâhilinde sizin harcama yapmanız gerekecek, sonra siz diyeceksiniz ki: "21'inci maddeye tabi olmadan ben bunları yapayım." Bu durum karşısında ana muhalefet partisi haklı olarak bu hükmü Anayasa Mahkemesine taşıyor. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'ya aykırı gördüğü bu hükmü Meclisin bütçe hakkının devri niteliğinde gördüğü için iptal ediyor. İşte, burada yaptığımız düzenleme, Anayasa Mahkemesinin bu iptal gerekçesine karşılık oluşturacak olan bir düzenleme. Peki, oluşturuyor mu? Oluşturmuyor değerli arkadaşlar. Daha önceden bütçeler arasında yüzde 5 sınırları içerisinde ödenek aktarımına izin veren yasa tasarısını "Bütçe kanununda buna uyulmaz." diye aşarken bu defa kanunun içerisine hüküm koyuyoruz, yüzde 20 yapıyoruz yüzde 5'i; yüzde 5 yüzde 20 oluyor.

Peki, "Meclisin verdiği tavanı yüzde 20 oranında aşmak." demek ne anlama geliyor? Bütçe hakkının ve Meclisin vermiş olduğu yetkinin ihlali anlamına geliyor. Her ne kadar bu düzenlemenin 5018 sayılı Yasa içerisine alınarak yapılması Anayasa Mahkemesinin kararının bir gereği olarak doğru bir düzenlemeyse de maddenin içeriğinde yapılan düzenlemeler, maalesef, bütçe hakkının ihlalini ortadan kaldırmıyor. Hele bazı durumlarda bu yetkinin sınırsız olarak kullanıldığı gerçeğini de göz önüne almanız gerekiyor. Demek ki bu kanunun 1'nci maddesiyle 5018 sayılı Kanun'un 21'inci maddesinde yapılacak değişiklik, Meclisin bütçe hakkının ya da "belirli sınırlar" derken yüzde 5'in yüzde 20'ye çıkarılmasının ihlali hâlâ devam ettirdiğine ilişkin hükmünü ortadan kaldırmıyor. Buna özellikle dikkat etmemiz gerekiyor.

Bundan sonraki 2 tane madde Yükseköğretim Kurumuyla ilgili; karşı değiliz. Özellikle, Yükseköğretim Kurumuna bağlı yurtlarda kalan öğrencilere beslenme yardımının yapılması konusundaki bir düzenleme doğru, bir itirazımız yok.

Bu arada, doğru olan bir şey var bu yasanın içerisinde, her ne kadar yeri değilse bile, "Bu tür kurumlar yasayla kendilerine verilen bir görev olmamasına karşın fiilî olarak bu işlemleri yapamazlar." hükmünü hiç değilse bu kanun yerine getiriyor. Kredi Yurtlar Kurumu diyor ki: "Ben bunu verebilirim aslında ama yasayla bana bir görev verin." Bu görev burada veriliyor onlara, buna itirazımız yok, buna itiraz etmiyoruz. Ancak, Kredi Yurtlar Kurumunun talep ettiği düzenlemeler bundan ibaret değil, Kredi Yurtlar Kurumuyla ilgili olarak yapılacak düzenlemeler çok daha fazla madde yani ayrı bir kanun olarak getirilirse belki torba kanun olarak görüşülecek olan bir düzenleme. Yok, hayır, sadece bu maddeleri torbaya dönüştürmek için bu 2 maddeyi bunun içerisine ilave ediyoruz.

Değerli milletvekilleri, daha sonra gelen 2 tane düzenleme de serbest bölgelerle ilgili. Serbest bölgelerle ilgili değerlendirmem, biraz önce Kredi Yurtlar Kurumuyla ilgili değerlendirmemle neredeyse aynı. Serbest Bölgeler Kanunu'nda da ciddi anlamda talepler var. Yasanın işlemeyen kısımları var. Şu anda bölgenin doğru dürüst çalışmasını engelleyecek hükümler var; onun için de bir tasarı hazırlanmış, o tasarı gelmiş, yakında o tasarının geri kalan maddelerini görüşeceğiz. Fakat, onun 2 maddesini alıyoruz, bu torbanın içerisine atıyoruz. İşte bu, kanun yapma tekniğine de kanunlara duyulan saygıya da aykırı bir davranış olarak değerlendirilmeli; söylemeye çalıştığımız olay bu. Bu, bu şekilde olmuyor, bu şekilde yürümüyor.

Bu arada, tasarının 6'ncı maddesi var. Değerli milletvekilleri, 6'ncı maddede... Büyük yatırımlara girişilirken toplam yatırım ödeneğinin yüzde 10'una kadar bir ödenek olmadan o yatırıma başlanamayacağına ilişkin bir hüküm vardı 4734 sayılı Yasa'da. Bu ne anlama geliyordu? Hatırlarsınız birazcık geçmişe gidin de, birileri sürekli olarak gidip tek kuruş ödeneği olmayan ya da ödeneği sadece yapılan törene yetecek olan bir sürü yatırım temeli atarlardı; başkaları da gider, o temelleri söker, arabanın arkasına koyar, Meclise getirirdi. Bunu önlemenin yolu, ödeneği olmayan yatırımlar için zaten sınırlı olan kaynakları çarçur etmemekti. Değiştiriyoruz, değiştiriyoruz, stratejik yatırımlar için değiştiriyoruz. Ne olursa olsun, stratejikse bu yatırım, biz ona yatırım tutarının, ne kadar büyük olursa olsun yüzde 10'u kadar bir ödenek bulamıyorsak boşu boşuna kendimizi ortaya atmayalım. Orada zayi edilecek olan yüzde 10'luk ödenek çok daha büyük bir ödenektir.

Değerli milletvekilleri, bu tür düzenlemeler niye yapılır? Bu tür düzenlemeler yapılmaya başladığı zaman, aslında ekonomide bazı şeyler ters gitmeye başlamış demektir. Ters gitmese bile, böyle bir şey yapmaya kalktığınızda "Ya, bir şeyler galiba ters gidiyor, biz farkında değiliz." diye bir algı uyandırırsınız zaten. Ama maalesef, ekonomide bazı şeyler gerçekten ters gitmeye başladı. Üretimden kopup borç parayla gerçekleştirilen ithalat, tüketim ekonomisine dayalı büyüme, inşaat sektörlerini temel sektör olarak alma, kısacası bu şekilde sürdürüldüğü zannedilen bir büyüme, para muslukları, daha doğrusu finansal bolluk ortadan kalkınca yavaş yavaş teklemeye başladı. Bunun sonucunda ne oluyor? İşsizlik artıyor. Dün açıklandı işsizlik rakamları, yani gerçekten üzülerek söylemek gerekiyor ki yüzde 11,3'e ulaştık işsizlikte. Genç işsizlik oranı yüzde 20'leri çoktan geçti. Yıllardır övündüğümüz faiz dışı fazlamız IMF tanımlı bütçe açığına göre artık fazla değil, açık; faiz dışı fazlamız yok, faiz dışı açığımız var 2017 bütçesinde. Özellikle özelleştirme gelirlerini, Merkez Bankası gelirlerini çıkardığınız andan itibaren bir bakıyorsunuz ki sizin aynen borçlarınızda olduğu gibi gelirleriniz de faiz hariç giderlerinizi bile karşılamıyor. Bu, risktir. Buna çok dikkat etmek gerekiyor.

Bütçemizdeki borç faizlerimiz gittikçe artıyor değerli arkadaşlar. Yani, bir yönetici olarak "Faiz giderlerimiz azalıyordu." diye övünmeyi ben çok doğal karşılarım. O nedenle de burada yapılan tartışmalarda hiç ağzımı açıp da "Faiz giderlerimiz azalıyor." diyenlere bir şey dememişimdir, demem de zaten, azalıyor. Ancak, şimdi maalesef artıyor. 2015 yılı faiz giderimiz 53 milyardı, 2017'ye 57,5 milyar koyduk, 2018 yılında 62 milyara yükseliyor, 2019 yılında da 72,5 milyara yükseliyoruz, bunlar tahmin üstelik de. Ama, borcun yapısını biliyorsanız, vadesini biliyorsanız gelecekte neyle karşı karşıya kalacağınızı kuruşu kuruşuna hesaplarsınız zaten.

Dış borcumuz son beş yıl içerisinde 117,5 milyar dolar arttı. Kamu-özel iş birliği projelerinden kamuya gelecek riskler yavaş yavaş kendini göstermeye başladı. Sayıştay bile, denetimini o kadar sınırlı yapması ve inanılmaz derecede yumuşak bir dil kullanmasına karşın, kamu-özel ortaklığı projelerinden gelecek olan riskin mutlaka gösterilmesi gerektiğinde ısrar etmeye başladı ve ortaya çıkan riskler böyle hiç az buz değil; 40 milyarlık, 50 milyarlık risklerden bahsedilmeye başlandı. Merkez Bankasında 2008 yılında -neredeyse 57 milyar dolardı 2008 krizinin hemen arkasındaki rakamlar- 57 milyarlık net rezervimize karşın, şu anda 35 milyar dolara düştü net rezervimiz.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu koşullar altında mali disiplinin devam ettiğini, ekonomimizin sağlam yatırımlara yöneldiğini, geleceğe güvenle baktığını; kısacası, yatırımcıya güven vermek için ne gerekiyorsa onları yaptığımızı, koruduğumuzu, mali disipline devam ettiğimizi göstermemiz gerekiyor, hukuk devleti olduğunu göstermemiz gerekiyor. Ancak, yaptığımız düzenlemelerden böyle bir sonuç çıkmıyor. Bu tehlikeli bir durumdur, bu uyarılması gereken bir durumdur. Daha geçenlerde Merkez Bankası Kanunu'nun 45'inci maddesinde de bir değişiklik yaptık bu Mecliste ve orada yeniden özel sektör senetleriyle reeskont yapılmasına olanak tanıdık yıllar sonra. Ben o konuşmamda, "Biz bu filmi daha önce gördük, bu film bir defa daha seyredilecek kadar güzel değil, hatta kötü, filmin hemen başında çıkmak gerekir." diye bir uyarıda bulunmuştum. Bu tür düzenlemeler kesinlikle Türkiye'nin dış itibarı açısından da, Türkiye'ye bakış açısından da tehlikelidir değerli arkadaşlar. Hiçbir zaman temenni etmiyorum, Allah bir daha göstermesin de diyorum üstelik de.

Biliyorsunuz, Hükûmetimizin yani on dört yıldan beri devam eden, sürekliliği olan Hükûmetin en övündüğü konulardan bir tanesi IMF kredisi kullanmama konusuydu. Değerli arkadaşlar, Hazinenin kamu borç yönetimine ilişkin en son broşürünü beraber getirdim, bu rapor Hazinenin. Türkiye'nin IMF'den kullanmış olduğu krediler aslında 1996 yılında neredeyse tüketilmişti, 1996 yılında. Erbakan Hükûmeti zamanında, 1996 yılında kredi kullanılmadı. Daha sonraki hükûmetler döneminde IMF'ye ödeme yapıldı. Bu, bu tablonun içerisinde yer alıyor ve 2001 yılına gelindiği zaman Türkiye'nin IMF'ye borcu o sıralarda 300 milyon dolar civarındaydı, hepsi bu kadar. Ondan önceki yıllarda da ciddi olarak ödeme söz konusuydu. 2000 krizinden sonra 2001 yılına gelindiğinde birdenbire IMF Türkiye'ye dayattığı ekonomik programın ödülü olarak üç yıl içerisinde Türkiye'ye 21 milyar dolar para aktardı, 21 milyar dolar. Bir iktidar şanslı olmalı değerli arkadaşlar. İktidara geliyorsunuz, 21 milyar dolarlık böyle bir kaynağı kucağınızda buluyorsunuz. En son 2002-2003 yılında 8 milyar dolarlık bir kaynak var, bunlar geliyor. Türkiye böyle bir kaynakla yola çıkıyor ve özellikle de dünyadaki finansal bolluğu, yani onun rüzgârını da arkasına alıyor, inanılmaz bir borçlanmayla bir yerden bir yere geliyoruz. Bu güzel. Şimdi ödeme zamanı. Şimdi yeniden bunları ödememiz gerekiyor. 2009 yılında "IMF'ye hiç başvurmadık" şeyine karşın 1,7 milyar dolar yine kredi kullanıyoruz. Kullanılabilir, sorun değil. Mademki biz kurumun üyelerinden bir tanesiyiz, gereksinme duyduğumuz zaman kullanırız, gereksinmemiz bittiği zaman da öderiz. Bunda ne utanılacak ne korkulacak bir durum var, bu, genel dünya krizleriyle falan ilgiliyse ama bu olay yuvarlana yuvarlana geliyor ise ve gelecekte ülkeleri iflasa götürecek kadar tehlikeli birtakım dayatmalarla karşı karşıya kalacak isek işte bunun önlemini alalım diyoruz. Söylediğimiz olay bundan ibaret. Bu çok önemli bir olay yoksa bundan ne bir övünç ne de bir utanma çıkarmanın bir anlamı falan yok. Uygulanan politikalar veya dünya konjonktürü insanları nereye getiriyor, ne yapıyorlarsa o olay ayrı bir olaydır.

Değerli milletvekilleri, bütçe hakkının devri, ister yasayla olsun isterse bütçe kanunuyla olsun, kesin olarak Anayasa'ya aykırı bir düzenlemedir. Bunu veremezsiniz başka birisine. Sınır dediğiniz olay 3'tür, 5'tir. Oturup da şöyle bir kanun yapamazsınız: "2017 yılının toplam ödeneği 647 milyar liradır, bunun tamamını Maliye Bakanlığı istediği gibi dağıtır." Böyle bir kanun çıkardınız. Bu, kanun olur mu? Bu, kanun olmaz. Bunu uygulayamazsınız. Aynı şekilde, "Şu ödenekleri verdim, tavanımız, sınırımız da bu ama bunun yüzde 20'sini istediğin gibi alıp o fasıldan başka bir fasıla aktarırsın." o da olmaz.

O nedenle de bunun, sadece ülke içine karşı değil ülke dışına karşı da savunulabilir bir olay olması lazım. Yani biz mali disiplin uyguluyoruz, bundan vazgeçmedik, yasalarımız ne diyorsa odur dememiz gerekiyor.

Bu yasayı ne zaman çıkardınız? 2003 yılında, 2003 yılında çıktı bu yasa. 2003 yılında bu hükümleri koymuş olsaydınız bu yasanın içerisine, sizi temin ederim, bu uluslararası kuruluşlar kıyameti koparırlardı, "Ya, bir dakika, hop... Ne yapıyorsunuz?" derlerdi, "Böyle bir mali disiplin yasası falan olmaz." derlerdi. Şimdi aynı şeyi onlar demeden biz yapalım diyoruz, biz düzenleyelim diyoruz. Böyle yüzde 20'lerle, şunlarla bunlarla istediğiniz kadar oranları değiştirerek yasa falan olmaz, yapamazsınız.

Değerli milletvekilleri, Türk ekonomisine güveni güçlendirmek zorundayız. Bunu da hesap verilirliği artırarak, mali disiplini güçlendirerek, saydamlık ve hukukun üstünlüğünü teşvik ederek gerçekleştirmek zorundayız. Biz son zamanlarda yaptığımız yasalarla bunu sağlayamıyoruz, gerçekten sağlayamıyoruz.

Bilmiyorum içinizde İttihat ve Terakki'nin mali politikalarını ve mali davranışlarını izleyen arkadaşlarımız var mı? Çok ünlüdür, İttihat ve Terakki'nin yasa yapma mantığı "Yok kanun, yap kanun. Var kanun, yok kanun."dur. Yani bu şu anlama geliyor: Var kanun, "Kanun var bu konuda." diyorlar, "Biz bunu yapamayız." Cemal Paşa alıyor "cart, cart" diye yırtıyor, kaldırıyor, atıyor, "Aha, yok kanun." diyor "Şimdi yapın." Başka birisi diyor ki: "Ya, böyle bir iş yapamayız. Kanun yok." Oradan çekiyor kâğıdı, yazıyor üstüne, "Al kanun." diyor; var kanun.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'yi bu duruma düşürebilecek şekilde yasalar yapılıyormuş, yasalar, düzenlemeler yapılıyormuş konumuna kesinlikle sokmamamız gerekiyor. Burası yasama organı, kanun yapıcı, hiç değilse usulüne uygun yapalım. Kimse eleştirerek birilerinin yasa yapma hakkına veya çoğunluğun vereceği kararlara karşı çıkmıyor. Kuralları düzgün yapıp, hiç değilse bu kanunların çıkmasına neden olan koşulları bir defa daha yaşamamak, insanlara da "Ya, siz bunları bunları yaptınız da ondan bu olay ortaya çıktı." gibi bir değerlendirme fırsatı vermememiz gerekiyor; bunu veriyoruz. "Bakın, Kredi Yurtlar Kurumuyla ilgili düzenlemelere itirazımız yok. Serbest bölgelerle ilgili yasanın tamamını hep birlikte görüşelim. Hiçbir itiraz yok bunlara." diyoruz ama "Yok." 2 tane bütçe maddesini torba kanun hâline getireceğiz diye bunu getiriyoruz, yamalı bohça hâline çeviriyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Temizel, mikrofonunuzu açıyorum, tamamlayınız efendim.

ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Kurallara saygılı olan birisi olarak son uyarımı şu şekilde yapıyorum: Burada sergilediğimiz karşıtlık sıradan bir sırf muhalefet olsun konuşması değil, sadece ve sadece "Hangi aşamalardan nereye geldik?" Bundan sonra Allah bir daha o aşamaları bize göstermesin ama biz de en azından onları bir defa daha yapmak zorunda kalmayalım. Meclisin saygınlığını koruyalım. "Yap kanun, yok kanun; yok kanun, var kanun." diye bir deyimi bir defa daha kullanmayalım.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. (CHP sıralarından alkışlar)