GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 671 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Kurum ve Kuruluşlara İlişkin Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (1/756) ve İçtüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:18
Tarih:09.11.2016

CHP GRUBU ADINA SELİNA DOĞAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 671 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin ikinci bölümü üzerinde grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Hepinize iyi akşamlar.

Malum, aylardır burada konuşuyoruz kanun hükmünde kararnamelerin hukuksuzluğunu. Âdeta bu olağanüstü hâl sıradan hâle geldi ve normal hâlimiz olağanüstü hâle geldi, bu durumdan da ciddi şekilde kaygı duyuyoruz. Maalesef, olağanüstü hâl şimdiden amacını aştı ve muhalefet üzerinden tüm toplum susturulmaya çalışılıyor. Ben burada mağduriyetleri tek tek sıralamak yerine müsaade ederseniz bu kanun hükmünde kararnamedeki bazı hukuki tespitlere değinmek istiyorum.

Şimdi, olağanüstü hâl, Anayasa'da düzenlendiği şekliyle, özgürlükleri geçici olarak kısıtlayan ve aslında bireyin haklarını ve kamu düzenini korumak için öngörülen bir düzenleme ve bazı kriterleri içermesi gerekiyor hukuka uygun olabilmesi için. Bunları şöyle sıralayabiliriz: Uluslararası hukuktan doğan yükümlülükleri ihlal etmemesi gerekiyor, durumun gerektirdiği ölçülülüğü aşmaması gerekiyor, kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi bütünlüğüne kastetmemesi gerekiyor, kimsenin din ve vicdan hürriyetinden mahrum bırakılmaması gerekiyor, suç ve cezaların geçmişe yürütülmemesi gerekiyor, suçluluğu mahkeme kararıyla ispatlanmamış hiç kimsenin suçlu sayılmaması gerekiyor yani masumiyet karinesinin korunması gerekiyor.

Olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnameleri her şeyden önce konu bakımından sınırlı olmalı sayın milletvekilleri. Kanun hükmünde kararnameler sadece olağanüstü hâlin gerektirdiği konularda ve ölçülülük ilkesi dikkate alınarak düzenlenebilmeli. Yani, siz bir olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesine dayanarak televizyonları kapatamamalısınız, kişilerin mülklerine el koyamamalısınız, sosyal güvenlik haklarını iptal edememelisiniz, üniversite kuramamalı, üniversite kapatamamalı ve üniversitelerin adlarını değiştirememelisiniz. Bunların şiddeti bastırmakla, darbeyi önlemekle hiçbir ilgisi olmadığı malum.

Olağanüstü hâl kararnameleri aynı zamanda zaman bakımından da sınırlı olmalı sayın milletvekilleri. Yani, kanun hükmünde kararnameler ancak olağanüstü hâlin gerektirdiği süreyle sınırlı düzenlemeler içermeli ve olağanüstü hâl kalktığında o düzenlemeler de kendiliğinden kalkmalı. Ancak, mevcut duruma baktığımızda, bu olağanüstü hâl kararnamelerinin kurumsal, kalıcı düzenlemeler getirdiğini görüyoruz. Nitekim, partimizin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesinin verdiği karara da değinmek istiyorum, o kararda şöyle diyor biliyorsunuz: "Olağanüstü hâllerde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasa'ya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz." Oysa aynı mahkeme, biliyorsunuz, 1991 yılında SHP döneminde şu şekilde karar vermişti: "OHAL'in gerekli kıldığı konularda çıkarılmayan kararnameler OHAL kanun hükmünde kararnamesi sayılamazlar ve bunlar hakkında Anayasa Mahkemesinde iptal davası açılabilir."

Yine, OHAL kanun hükmünde kararnameleri sadece OHAL süresince geçerlidir, OHAL kalkınca bunlar da kendiliğinden kalkar. OHAL kanun hükmünde kararnameleri yasalarda değişiklik yapamaz çünkü bunlar sadece OHAL'in gerekli kıldığı konulara ilişkindir ve OHAL süresince geçerlidir. Ancak, gelinen durumda, yeni bir kanun hükmünde kararnameyle, bu kadar işlevsiz hâle gelen Anayasa Mahkemesi de kapatılırsa kimse şaşırmayacak.

Şimdi, bugün görüşmekte olduğumuz kanun hükmünde kararname az önce belirttiğim birçok ihlali içermekle birlikte ben müsaade ederseniz 25'inci ve 31'inci maddelerine değinmek istiyorum.

Şimdi, 25'inci maddede, Başbakanlığa, Anayasa'nın 22'nci maddesini ve Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 135'inci maddesini aşan, doğrudan tüm iletişim sağlayıcılarına yönelik denetim ve tedbir hakkı getiriliyor ve yargı denetimi de Başbakanın kararından sonraya bırakılıyor. Yani, burada yargı âdeta bir onama mercisi hâline getirilmiş ve yargının da içinde bulunduğu durumu gözettiğimizde Başbakanın verdiği kararın aksine bir karar verebilmesinin de mümkün olmadığını düşünüyoruz. Yani, düşünün ki Bakanlar Kuruluyla çıkarılan bir kanun hükmünde kararnameyle hem Anayasa hem CMK hükümleri bertaraf ediliyor ve asıl kaygımız şu ki bu düzenlemeler kalıcı hâle gelecek.

Yine, 31'inci maddede de, hem anayasal güvenceler hem de Ceza Usulü Yasası'ndaki tedbirle kurumlar baypas edilmiş oluyor ve yine bu kanun hükmünde kararnameyle, soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki uygulamacılara doğrudan, sanki ortada kesin bir hüküm varmış gibi mala mülke el koyma yetkisi geliyor. Her ne kadar kişiler veya tüzel kişiler hakkında lehe bir sonuç doğarsa bu zararın telafi edileceği ifade edilmişse de hepimiz biliyoruz ki çok ciddi anlamda telafisi imkânsız zararlar doğurabilecek nitelikte düzenlemeler bunlar ve kişiler ciddi anlamda adli soruşturmadan yoksun kalabilecekleri gibi mal kayıpları da yaşayacaklar.

Yine, bu maddeyle Anayasa'nın 36'ncı maddesinde düzenlenen hak arama özgürlüğü de bertaraf ediliyor ve masumiyet karinesi yok ediliyor en önemlisi.

OHAL'in yaşamımıza getirdiği başka bir şey de yine, insanların ve tüzel kişilerin mal varlıklarına ve hatta emekli maaşı ve sosyal güvencelerine el konulması. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 128'inci maddesine göre kişilerin mallarına el konulabilir ama bunun için, el konulan malların suçun işlenmesinden elde edildiğine dair somut bir delil şart.

Bir ülke düşünün, yürütme organı kimseye sormadan, kimseye danışmadan toplumsal düzende önemli değişiklikler yapan yasa çıkarıyor ve bu yasa hiçbir mahkemenin denetimine tabi değil. Şimdi, biz bunları söylediğimizde, diktatörlük diye bunu eleştirdiğimizde bize kızıyorsunuz ama kusura bakmayın sayın vekiller, siyasi terminolojide bunun başka bir karşılığı da yok maalesef.

Şimdi, biliyorsunuz bugün AB ilerleme raporu yayımlandı. Yine Türkiye'yi yerden yere vuruyor rapor. AB kriterleriyle yine bağlantılı olarak Avrupa Konseyi sürekli olarak Türkiye'yi uyarıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin nitekim OHAL'le ilgili yerleşik bir içtihadı var, diyor ki: "Tehdit azaldığı ölçüde alınan önlemlerin de azalması lazım." Şimdi her geçen gün bu tedbirlerin arttığını görüyoruz. Ben burada sormak istiyorum Hükûmete: Acaba tehdit artıyor mu? Yani bizim bilmediğimiz, artmaya devam eden bir tehdit mi var ki önlemler her geçen gün artıyor? Bu sorunun cevaplanması gerekiyor.

AB ilerleme raporuna yönelik olarak Sayın Cumhurbaşkanının ve Avrupa Birliği Bakanımızın yine böyle -ahkâm kesen diyeceğim- açıklamaları var. Oysa ortada elli yıllık bir birikim, elli yıllık bir emek var. Dolayısıyla, AB müzakerelerinin dondurulması tehdidine karşı çok daha yapıcı, Türkiye'nin böylesine stratejik hedefiyle ilgili çok daha yapıcı tepkilerin ortaya konmasını, yapılan eleştirilerin dikkate alınmasını dilerdik.

Öte yandan, malum, zaten mevcut Terörle Mücadele Kanunu bir problemdi AB-Türkiye ilişkileri açısından, şimdi olağanüstü hâl kararnamesiyle birlikte Terörle Mücadele Kanunu'nda yapılan değişiklik Türkiye-AB ilişkilerini iyice çıkmaza soktu. Dolayısıyla, bu açıdan da bizler hem Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Avrupa Birliği standartlarına erişmesi bakımından hem de çağdaş dünyadan hızla Türkiye'nin koparılması açısından son derece kaygılıyız.

Tabii, bir de idam cezası tartışmaları var. Türkiye'de iç kamuoyuna yönelik yapılan tüm konuşmalar dış dünyada çok daha misliyle tepki buluyor, bu tartışmalar bizi her geçen gün dünyadan koparıyor. Şuna artık kanaat getirdik: Türkiye, AB normlarını kendisine ayak bağı olarak görüyor, AB'yle ipleri tamamen koparmak için elinden geleni yapıyor. "Vatandaşlarımız Avrupa Birliği ülkelerine vizesiz gidecek." diye iç kamuoyuna yönelik bu şekilde diplomatik hamleler yapılırken, vatandaşlarımız, şu anda, yabancı ülkelerin konsolosluklarında, oturma izni, iltica başvuruları için kuyruktalar. Bu da maalesef Türkiye'nin içine düşürüldüğü ironik durum.

İçinden geçtiğimiz dönemin 12 Eylülü aratmadığı sıkça dile getiriliyor. 12 Eylül döneminde tutuklu ve hükümlü sayısında yaklaşık 27 bin kişilik bir artış olurken, 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana 34 bin kişi darbe girişimiyle alakalı olarak tutuklanmış. Yeni cezaevlerinin yapılacağı söyleniyor. Biliyorsunuz, tutuklu, hükümlü sayıları her geçen gün artıyor.

Ayrıca, cezaevlerindeki güvenlik sorunları bir başka problem. Her ne kadar yandaş basına yansımasa da, avukatlar, meslektaşlarımız cezaevlerinde çok ciddi güvenlik sorunlarını gündeme getiriyorlar. Biliyorsunuz, şimdiye kadar 21 kişi cezaevlerinde hayatını kaybetti. Dolayısıyla, biz bunlardan kaygılıyız. Cezaevleri Alt Komisyonu bunların hiçbirini denetlemiyor. Oysa, bunların hepsinin hem Darbeleri Araştırma Komisyonunda hem Cezaevleri Alt Komisyonunda araştırılıyor olması gerekir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SELİNA DOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, bir dakika süre alabilir miyim müsaade ederseniz?

BAŞKAN - Vermiyorum ama buyurun, tamamlayın isterseniz.

SELİNA DOĞAN (Devamla) - Teşekkür ederim.

Ayrıca da cezaevleriyle ilgili basına çıkan bazı haberler var cezaevlerinden kaçış planı olduğuna yönelik. Bu anlamda avukatlar kaygılılar çeşitli cezaevlerine yönelik operasyonlar yapılacağı ve müvekkillerinin yaşam hakkıyla ilgili. Kötü muamele ve işkencenin, 16 maddesini askıya aldığımız Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde, bu hâlde dahi işkence ve kötü muamelenin yasak olduğu açıkça ifade edilmiştir. Dolayısıyla, bizler Hükûmeti bütün bu kanunlara uymaya davet ediyoruz.

Teşekkür ediyorum. İyi akşamlar. (CHP sıralarından alkışlar)