GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 671 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Kurum ve Kuruluşlara İlişkin Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (1/756) ve İçtüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:18
Tarih:09.11.2016

CHP GRUBU ADINA MURAT BAKAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 671 sayılı Kanun Hükmünde Kararname üzerinde grubum adına söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlar, 15 Temmuz darbe girişimine bu Mecliste grubu bulunan tüm siyasi partiler karşı durdular. Milletvekili arkadaşlarımız, Gazi Meclis bombalanırken Parlamentoyu açık tuttular. Sadece biz mi? Sokağa çıkan milyonlar, sivil toplum örgütleri, sendikalar, meslek odaları, medya kuruluşları, aydınlar, yazarlar, gazeteciler, bu vatanı seven herkes darbe girişiminin karşısında oldu. Niye? Biz ana muhalefet partisi olarak, AKP iktidarının politikalarını beğendiğimiz için mi bu darbe girişiminin karşısında olduk? Çözüm sürecinde, Habur'da teröristlere kurulan çadır mahkemelerini mi onayladık? "Askere verilen çözüm süreci var, teröristlere operasyon yapmayın." emirlerinizi mi, yoksa PKK terör örgütü şehirlere binlerce ton bomba yığarken görmezden gelmenizi mi haklı bulduk? Eğitim sisteminde yaptığınız değişikliklere mi destek verdik? Bir cemaate ülkenin yargısını, emniyetini, ordusunu teslim etmenizi makul bir durum olarak mı gördük? Dostumuz ve itibarımızın kalmadığı dış politikada ülkenin geldiği içler acısı hâlin mi farkına varamadık? Elbette hayır.

Değerli arkadaşlar, bizler, demokrasiye inandığımız için darbe girişiminin karşısında olduk; faşizmin insanlığa düşman olduğunu bildiğimiz için karşısında olduk; seçimle gelenin tankla değil, seçimle gitmesi gerektiğine inandığımız için karşısında olduk. Adaletin ancak işleyen bir demokraside sağlanacağına inandık. İnsan hak ve özgürlüklerinin de ancak bir demokraside korunabileceğine inandığımız için karşısında olduk ve aynı sebeple olağanüstü hâl ilanına karşı çıktık. "Darbenin panzehri demokrasidir, hukukun üstünlüğüdür, kuvvetler ayrılığıdır." dedik, "Çok sesliliğin olduğu, farklı düşüncelerin demokrasi içerisinde özgürce bir arada yaşadığı bir ülkede darbe de olmaz, darbeci de olmaz." dedik, "Gelin, darbe karşıtı yasaları bu Mecliste oy birliğiyle, birlikte geçirelim." dedik; bizi dinlemediniz, OHAL ilan ettiniz.

OHAL'le yüz binlerce insanı mağdur ettiniz, cezaların şahsiliği ilkesini ortadan kaldırdınız, sadece darbecilerle iltisaklı olanlara değil, kendiniz gibi düşünmeyen tüm muhaliflere yöneldiniz. Sizlerin iltifatına, ilgisine, övgüsüne bakarak cemaatin iç yüzünü bilmeden ona yaklaşan masum çoban itikatlı Müslümanlar ile gerçek darbecileri birbirinden ayırmadınız. Yüz binlerce insanının KHK'larla işine son verdiniz, ne adli ne idari soruşturması olmayan yüz binin üzerinde insanı sokağa, açlığa, ölüme terk ettiniz.

Kamu hizmetinden çıkardığınız bu insanları işsizliğe, açlığa terk ederken bunu OHAL düzenlemesiyle de sınırlı yapmadınız. "Bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan ya da dolaylı olarak görevlendirilemezler." dediniz, bu insanların yarın masumiyetlerini kanıtlamaları durumunu bile göz ardı ettiniz. Çoluğu çocuğuyla ebedî işsizliğe ve çaresizliğe terk ettiniz.

İnsanlar, iktidara yakınlığına ve sizin övgülerinize aldanarak kuruluş onayı verdiğiniz, üye olmaları için teşvik ettiğiniz sendikaya üye oldu. Bankacılık iznini sizin verdiğiniz bankaya para yatırdı diye aç susuz sokağa attınız. Kendilerini de çocuklarını da açlığa, sefalete terk ettiniz.

Elinde her tür istihbarat olanağı bulunan, MİT'i, Emniyet istihbaratı, Jandarma istihbaratı, eniştesi olan Sayın Cumhurbaşkanı "Kandırıldım, Allah affetsin." dedi fakat Tire'de 2.500 TL maaşla çalışan, Sayın Cumhurbaşkanını dinleyerek 3 çocuk sahibi olan, hayatında hiç disiplin cezası almamış, karakolun önünden geçmemiş, evi kira, eşi ev hanımı, ilkokul öğretmenine "Biz de kandırıldık, bizler kendi halkına kurşun sıkanlardan değiliz, böyle olsun istemedik, bunu yapanlar haindir." deme hakkını vermediniz.

"Demokrasi, özgürlük, insan hakları, çevre, parasız ve laik eğitim." diyen emekten yana EĞİTİM SEN'li binlerce öğretmeni barış eylemine katıldılar diye ihraç ettiniz. FETÖ'nün hep karşısında olmuş bu insanların suçu neydi? Bu ülkenin solcuları, 12 Martta, 12 Eylülde darbecilerin gadrine uğramışlardı, on dört yıldırsa iktidarı paylaştığınız FETÖ'nün, şimdiyse sizin gadrinize uğruyorlar. Her ne hikmetse, olan, hep solculara oluyor.

Peki, değerli arkadaşlar, OHAL bittiğinde ne olacak? Darbeyle hiçbir somut bağı olmadan ihraç ettiğiniz insanların anayasal hakları, uluslararası sözleşmelerden doğan hakları hâlâ devam edeceğinden Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz." diyen 13'üncü maddesini ihlal etmiş olmayacak mısınız? Darbeyle somut hiçbir bağı bulunmayan kişilerin ömür boyu çalışma hakkı başta olmak üzere tüm ekonomik ve sosyal haklarından mahrum bırakılması temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunmak değil midir? Bu insanları temel haklarından mahrum etmenin yanı sıra, ülkemiz aleyhine on binlerce dava açılacağı şüphesiz değil midir?

Değerli arkadaşlar, "Çözümün adresi Parlamentodur, başka adres aramayın, elinde silahı olan teröristlerle görüşme yapmayın." dedik, dinlemediniz. Kapalı kapılar ardında, Oslo'da, İmralı'da, daha bilemediğimiz birçok gizli yerde görüşmeler yaptınız, sadece bu yüce Mecliste görüşmediniz. Şimdi de çözümün asıl adresi Parlamentoyu çalıştırmanız gerekirken seçilmiş milletvekillerinin tutuklanmasına ses çıkarmıyorsunuz. Dün PKK'lı teröristlerle "çözüm süreci" adı altında yaptığınız pazarlıklar hatalıydı, bugün ise seçilmiş milletvekillerinin tutuklanması hususunda aldığınız tavır yine hatalıdır.

"Vakıf üniversiteleri kamunundur." deyip mütevelli heyetlerini değiştirip içlerinde varsa suçluları, darbecileri ayıklayacağınıza, üniversitelerin kapısına kilit vurdunuz. On binlerce öğrenciyi, velilerini mağdur ettiniz. Öğrencileri etiketlediniz. O okullarda çalışan, haklarında hiçbir soruşturma bulunmayan akademik ve idari personeli, bu ülkenin yetişmiş bilim insanlarını da açlığa ve sefalete mahkûm ettiniz. Bilimsel araştırma yapması gereken bilim adamları, evine ekmek götürmek için Kordon'da balon satıyor; taksicilik yapan doktora öğrencilerimiz var, tarlada çalışan profesörlerimiz var sayenizde.

Aileleri rehin alıyorsunuz, 12 Eylül darbecilerinin yapmadığını yapıyorsunuz, "suçun şahsiliği" ilkesini bir kenara bırakıyorsunuz. Şüphelinin ailesine yönelmek, onları mağdur etmek, onları rehin almak, hukukta olmadığı gibi bu kadim toprakların geleneğinde ve inancında da yoktur.

Ömrünü bu tür yapılanmalarla mücadele ederek geçirenlerin "Bu örgüte hizmet ediyor." diye gözaltına alınması, tutuklanması akla ziyan değil de nedir? Cumhuriyet gazetesinin tarihine bir göz atın. İlhan Selçuk'un yazılarını okuyun, Hikmet Çetinkaya'nın kitaplarını okuyun. Sizin onlar ne isterlerse verdiğiniz, devletin tüm organlarını onlara emanet ettiğiniz, teslim ettiğiniz dönemlerde bu örgütle nasıl mücadele ettiklerini göreceksiniz. Sizin bugün "FETÖ" dediğinize, Cumhuriyet gazetesi, AKP henüz kurulmamışken de "FETÖ" diyordu ve tehlikeye dikkat çekiyordu. Şimdi "O örgüte hizmet ediyor." diye İlhan Selçuk'un arkadaşlarını, öğrencilerini, manevi mirasını tutukluyorsunuz. Seçilmişlere yöneliyorsunuz, kimini gözaltına alıyorsunuz, kimini tutukluyorsunuz.

Yargılayın elbette, hepimizin yargı karşısında boynu kıldan incedir, kimsenin suç işleme hakkı yoktur, ancak bir milletvekilinin tutuklu yargılanması doğru değildir. Seçimle gelenin seçimle gitmesi bir demokrasi geleneğidir. CHP bu konuda ilkelidir, CHP'nin bu ilkesini de en iyi Sayın Cumhurbaşkanı bilmektedir.

Üniversitesi kapatıldığı için işsiz kalan akademisyenin kemoterapi alan eşi, evine ekmek götürmek, evlerinin kirasını ödemek için çalışıyor ve siz hâlâ "Mağdur yok." diyorsunuz, çünkü her zamanki gibi tek mağdur ve mağrur sizsiniz.

Devlet elbette darbe girişiminde bulunanları yargılayacak ve devlet organlarından temizleyecektir, ancak bunu yaparken hukuka uygun davranması gerekir. Hukuka uygun olmayan düzenlemeler adaleti ortadan kaldırır. Adaletin olmadığı ülkede kaos olur, terör olur, iç barış sona erer, bugün yaşanan budur.

Sayın Cumhurbaşkanının, başkanlık hayaliyle ve bunu gerçekleştirmek için attığı adımlarla Hükûmette bir yönetim zaafına yol açtığı açıktır ve ülkedeki otoriter yönetim anlayışı da ülkemizi iç barıştan hızla uzaklaştırmaktadır.

Değerli arkadaşlar, olağanüstü hâl, adından da anlaşıldığı ve yaşadığımız üzere olağanüstü koşulların yarattığı bir dönemdir, ancak olağanüstü hâl, ülkede hukukun Hükûmete teslim edildiği bir yönetim modeli değildir. Demokrasiyle yönetilen bir hukuk devletinde olağanüstü hâlin sınırlarını yine hukuk kuralları belirler.

İktidar, OHAL uygulamaları eleştirildiğinde, "Biz de Fransa'daki gibi OHAL ilan ettik, ne farkımız var?" diyor. Fransa Dışişleri Bakanı ile bizim Dışişleri Bakanımızın birlikte yaptığı basın toplantısında, Sayın Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da aynı sözleri söyleyince, farkın ne olduğunu Fransa Dışişleri Bakanı söyledi, "Türkiye'deki ve Fransa'daki OHAL birbiriyle aynı değildir, aynı hukuki temele dayanmamaktadır. Fransa'daki OHAL'de yasama yetkisi yürütmeye geçmez ve yargı bağımsızdır. Fransa'daki OHAL sadece polise fazladan yetki getirir." dedi. Demek istedi ki suçun bireysel olduğunu gözardı etmiyoruz, hukuka el atmıyoruz.

Biz de bunu söyledik 15 Temmuzdan beri bu kürsüden, Anayasa'mızı hatırlattık. Anayasa'mızın 121'inci maddesinde Bakanlar Kurulunun olağanüstü hâlin gerekli kıldığı konularda kanun hükmünde kararname çıkarabileceği belirtiliyor. Dolayısıyla, ancak olağanüstü hâlin nedenlerini ortadan kaldırmayı amaçlayan konularda düzenleme yapılabilir. Bu da amaç bakımından kanun hükmünde kararnamelerin sınırlanması demektir.

OHAL kanun hükmünde kararnamelerine getirilen bir başka sınırlama ise süre bakımından. Bunlar, olağanüstü hâlin ilan edildiği süreyle sınırlı. OHAL'in sona ermesiyle KHK'lar kendiliğinden yürürlükten kalkar. Bu nedenle, uygulaması sürecek kurallar konamaz, yasalarda değişiklik yapılamaz. Anayasa Mahkemesinin 1991 tarihli içtihadı da bu yöndedir. Bu nedenle, KHK'larla yasalarda değişiklik yapılmamalı diyoruz. Tersi durumda, olağanüstü hâlin sona ermesine karşın, kuralın yürürlüğünü koruması söz konusu olacaktır.

OHAL kapsamında çıkarılan KHK'ları incelediğimizde yukarıda belirtilen ilkelerle uyum içinde olmadığı açıktır. OHAL kanun hükmünde kararnameleriyle OHAL'le ilgisi olmayan konular düzenleniyor. Örneğin, bu kanun hükmünde kararnameyle dış kaynaktan pilot temini düzenleniyor, TİB kapanıyor, Ceza İnfaz Kanunu değiştiriliyor. Bunların olağanüstü hâlle ilişkisi nedir? Tedbir mahiyetinde alınan kararlar mıdır bunlar?

OHAL kanun hükmünde kararnameleriyle, yasalar değiştirilmedikçe, kalıcı düzenlemeler getirilmekte ve alenen Anayasa ihlal edilmektedir.

Değerli arkadaşlar, başka ülkelerde yapılan darbelere bakarsak darbe veya darbe girişimleri sonrası iki tür gelişme olduğunu görürüz; o ülkelerde ya demokrasi kökleşmiştir ya faşizm gelmiştir. Birincisinde darbeye karşı duran gruplar, demokrasiyi korumak için güç birliğine devam ederek ülkelerinde demokrasinin gelişimini sağlamıştır. Komşumuz Yunanistan, İspanya, Portekiz bunların örneğidir.

İspanya'da, 1981 yılında, Yarbay Antonio Tejero komutasındaki askerler, canlı yayında İspanya Parlamentosunu bastılar, milletvekillerini rehin aldılar. O durumda monarşi ve kral yanlılarının desteklemesi beklenirdi ancak İspanya Kralı çıktı, dedi ki: "Çok acı çeken İspanyol halkının demokrasi hakkını kimse engelleyemez." Televizyondan bir konuşma yaptı, tarihî bir konuşma ve o konuşma sonrası darbe bertaraf edildi. Arkasından, monarşi yanlıları da darbenin yanında olmadıklarını ilan ettiler. Ertesi gün El Pais gazetesi "Demokrasinin yanındayız." başlığını attı. Franco faşizminin son kalıntıları bizzat monarşi yanlıları ve kralın tavrıyla engellendi ve arkasından İspanya'da güçlü bir demokrasi oluşturuldu. Darbeyi fırsat bilip tersini yapamazlar mıydı? Yapabilirlerdi, sizin yaptığınız gibi.

İkinci tür gelişmede ise iktidarlar, darbe girişimlerini fırsata çevirerek diktatörlüğe giden yolu açmak için demokrasiyi rafa kaldırıp, muhalifleri susturup kendi dikta rejimlerini kurmuşlardır. Orta Doğu, Afrika, Asya ve Latin Amerika'nın kimi ülkeleri de bu örneklerle doludur.

15 Temmuz sonrası oluşan "Yenikapı ruhu" dediğimiz tarihî uzlaşı, demokrasimizin gelişmesi için müthiş bir fırsat iken siz -Hükûmet ve özellikle Sayın Cumhurbaşkanı- bu durumu bilinçli şekilde kendi kafanızdaki yönetim biçiminin inşası için kullanmaktasınız. Sayın Cumhurbaşkanı "Bu darbe bize Allah'ın lütfudur." derken biz bu lütfu ülkemizde demokrasinin kökleşmesi, parlamenter rejimin güçlenmesi için bir fırsat olarak görmüştük. Oysa bu lütfun başkanlık yolu olduğunu, muhalefeti saf dışı bırakma amacı taşıdığını, basını susturma aracı olduğunu, seçilmişlerin hapse atılması olduğunu, yüz binlerce ailenin mağdur edilmesi olduğunu birkaç ay içinde yaşayarak öğrendik.

Biz "mağdur" dediğimizde "Mağdur edebiyatı yapmayın." diyorsunuz. Mağdur edebiyatı yapmakta sizin elinize su dökecek babayiğit daha çıkmadı bu ülkede. Mağdur edebiyatı yapa yapa iktidara geldiniz, mağdur edebiyatı yapa yapa Cumhurbaşkanı oldunuz. Şimdi de darbeyi fırsata çevirerek, yine mağdur edebiyatı yaparak parlamenter demokrasiye son vermek istiyorsunuz.

Peki, siz OHAL'le ne yapıyorsunuz? Ülkede demokrasinin kökleşmesi için gayret mi sarf ediyorsunuz? Kutuplaşmayı azaltmak için adım mı atıyorsunuz? Hiçbirini yapmıyorsunuz, tam tersine şehitlerimizi bile ayrıştırıyorsunuz. Bizim için dağda teröristle savaşan da 15 Temmuzda tankın önüne yatan da birdir, hepsi bizim şehidimizdir, bu vatan için can vermiştir.

Değerli arkadaşlar, 17-25 Aralık tarihini milat alıyorsunuz, neden? Sizi hedef aldığı için olabilir mi? Neden milat, Türkiye'de Nurculuk faaliyetleri ve Fetullah Gülen konusunun Millî Güvenlik Konseyi gündemine alındığı, Genelkurmay ve MİT tarafından kapsamlı bir sunum yapıldığı 24 Haziran 2004 değil? Tüm bu olacaklar size o tarihte anlatılmadı mı? Neden milat, FETÖ'cülerin üniversite, KPSS ve diğer kamu sınavlarında soruları çaldıkları, memur, polis, asker olabilecekken olamadığı, görevinde terfi edebilecekken edemediği, on binlerce gencimizin hakkının gasbedildiği dönem değil? Neden milat, Ergenekon, Balyoz gibi kumpas davaları değil de para kasalarının, ayakkabı kutularının ortaya saçıldığı 17-25 Aralık? Kamudaki tüm sınav soruları çalınırken, kumpas davaları sürerken, ülkenin Genelkurmay Başkanı tutuklanırken, Türk ordusunun vatansever subayları, gazetecileri Silivri zindanlarında çürürken neredeydiniz? Neden milat cumhuriyet tarihinin en büyük kumpas davaları değil? Yolsuzluk iddiaları gerçek değil miydi? Ses kayıtları başkasına mı aitti? Arkadaşlar, 17-25 Aralık sadece bir şeyin miladı olabilir, AKP FETÖ suç ortaklığının bozulmasının miladı olabilir. (CHP sıralarından alkışlar)

Dürüst de davranmıyorsunuz. Nerede bu FETÖ'nün siyasi ayağı? Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Emniyet teşkilatının, Millî Eğitimin, MİT'in yüzde 50'si, yüzde 60'ı FETÖ'cü ise nasıl oluyor da siyasette FETÖ'cü çıkmıyor? Aynı menzile farklı yollardan giden sizlerin içinde FETÖ'cü il başkanları, ilçe başkanları, belediye başkanları ve hatta milletvekilleri yok mu? Partinize bırakın el atmayı, göz atmaya bile cesaret edemiyorsunuz çünkü göz göze geldiğinizde neyle karşılaşacağınızı biliyorsunuz. Bütün bu olan bitende asıl sorumluluk, 2002 yılından beri bu ülkeyi yöneten sizlerindir. Gücünüz güçsüzlere yetiyor ama Pensilvanya'yı tavaf eden, el pençe divan duran, başı açıkken Pensilvanya'ya çiftliğe gittiğinde türbana bürünen vekillerinizi, yakınlarınızı görmüyorsunuz, görmeye cesaret edemiyorsunuz. Yiğitliğiniz garibana, fakire fukaraya.

Sayın Cumhurbaşkanı bile "At izi, it izi birbirine karıştı." diyor. Bakın, ozan ne demiş: "Hele kalksın şu dağın tozu dumanı, bindiğin at mı, eşek mi belli olur." Bu sis, pus kalktığında en çok bağıranların en suçlu olduklarını hep birlikte göreceğiz.

Arkadaşlar, siz şimdi, bu darbeyi fırsata çevirip parlamenter demokrasimize darbe üzerine darbe yapıyorsunuz. Gelin, bu haksız, hukuksuz yoldan dönün, bu ülkede adaleti yeniden tesis edelim, demokrasimizi güçlendirelim, laiklik ile taçlanan cumhuriyetin aydınlık yolunda buluşalım.

Değerli arkadaşlar, yarın 10 Kasım, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ölüm yıl dönümü, kendisini saygı ve rahmetle anıyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)