GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 671 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Kurum ve Kuruluşlara İlişkin Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (1/756) ve İçtüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:18
Tarih:09.11.2016

MHP GRUBU ADINA MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Aziz Türk milleti, saygıdeğer milletvekilleri; 671 sayılı Olağanüstü Hâl Kanun Hükmünde Kararnamesi hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, 671 sayılı Olağanüstü Hâl Kanun Hükmünde Kararnamesi hakkında sözlerime geçmeden önce genel anlamda Olağanüstü Hâl Kanunu kapsamındaki bu uygulamalar ve özellikle kanun hükmünde kararnameler kapsamında düşüncelerimi paylaşmak isterim.

Bilindiği gibi, 15 Temmuzda tarihimizin en büyük ihanetlerinden biriyle karşılaştık ve bu çerçevede Türk demokrasisi bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı. Bu anlamda, bu yüce çatıda bombalanmaya varıncaya kadar büyük bir ihanet bizim karşımıza o çerçevede çıkmış oldu.

Saygıdeğer milletvekilleri, bu olağanüstü dönemin başlamasının, olağanüstü hâlin ilan edilmesinin temel sebebi olan bu 15 Temmuz demokrasiye darbe girişimi çerçevesinde, tabii ki, olağanüstü hâlin gerektirmesi üzerine ama olağanüstü hâlin hukukla sınırlı olduğu gerçeğini hiç göz ardı etmeden, bu çerçevede biz de Milliyetçi Hareket Partisi olarak baştan beri tutumumuzu ortaya koyduk.

Gerçekten, olağanüstü hâl bir anayasal müessesedir. Bu anlamda Anayasa'mızın 119'uncu ve 122'nci maddeleri arasında buna ilişkin çerçeve çizilmektedir. Ayrıca olağanüstü hâl bir kanunla da düzenlenmekte ve buna ilişkin işleyişin ne şekilde olması gerektiği burada açıkça ayrıntılarıyla yer almaktadır. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak karşımızdaki tablonun vahametine binaen, idarenin daha seri, daha olması gereken zamanda, daha etkin ve verimli bir mücadele yürütebilmesi adına olağanüstü hâlin ilanında destekte bulunduk. Olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamelerinin bu anlamda çıkarılması da bir kaçınılmaz gerçek fakat bu olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamelerinin her şeyden önce temel olarak hukukla sınırlı olduğu, bunun altında bir normatif düzenleme olarak Anayasa'mızın 119'uncu ve 122'nci maddeleri arasındaki hükümlerin ve olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamelerinin de bu anlamda Olağanüstü Hâl Kanunu'na uygun, hukuka uygun, Anayasa'nın ilgili hükümlerine uygun olması gerektiğini kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımızda durmakta.

Peki, uygulamalar bu şekilde yapılmış mıdır? Kanun hükmünde kararnamelerin tamamı bu anlamda olağanüstü hâle ilişkin olarak biraz önce sıraladığım hukuk, Anayasa, ilgili kanun bunlara uygun olarak uygulanmış mıdır, işte orada çok ciddi soru işaretleri var. Bu kapsamda da 421 sıra sayılı, 671 sayılı Olağanüstü Hâl Kanun Hükmünde Kararnamesi'nde de hem hukuk çerçevesinde hem de işleyiş bakımından kayda değer, ciddi, tarihe not düşülmesi gereken hususlar vardı. Ben şimdi bunları genel hatlarıyla ifade etmeye çalışacağım.

Saygıdeğer milletvekilleri, 671 sayılı Olağanüstü Hâl Kanun Hükmünde Kararnamesi'yle Hava Kuvvetlerinin sivil kaynaklardan pilot temin etmesi, askerî pilotların zorunlu hizmet sürelerinin on sekiz yıla çıkarılması, kuvvet komutanlıklarının Genelkurmay Başkanlığıyla ilişkileri, Genelkurmay Başkanı seçim kriterlerinde değişiklik yapılması, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı kapatılarak görev, yetki ve personelinin Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna devredilmesi, öğretim üyelerinin emeklilik yaşının 75'e çıkarılması, bölge idare mahkemesi üyelik kriterlerinin değiştirilmesi, şüpheli ve sanıklara ait taşınmazlar ile ulaşım araçlarının tapu ve ruhsatlarına şerh düşülmesi hususları düzenlenmektedir.

Bu kararname çerçevesinde biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak şu hususları özellikle vurgulamak isteriz:

İlk olarak mezkûr kanun hükmünde kararnameyle Genelkurmay Başkanı olabilmek için kuvvet komutanlığı yapmış olma şartının kaldırılmış olması. Bir başka deyişle orgeneral veya oramiral rütbesine sahip olan herkesin, kuvvet komutanlığı yapmadan da Genelkurmay Başkanı olarak atanabilmesi son derece üzerinde önemle düşünülmesi gereken bir husus.

Siyasi iktidar, daha önce çıkardığı 25 Temmuz 2016 tarih ve 669 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'de, Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nda yaptığı değişiklikle bu iradesini ortaya koymuş ancak alelacele yapıldığı anlaşılan bu değişiklikte 1324 sayılı Genelkurmay Başkanının Görev ve Yetkilerine Ait Kanun'da gerekli değişiklikleri yapmayı anlaşılan unutmuştur.

Kuvvet komutanlığı yapmamış birisinin Genelkurmay Başkanı olabilmesinin askerî emir komuta zinciri açısından sakıncaları bir yana, kuvvet komutanlığı yapmış olma şartı aranmaksızın her orgeneral ve oramiralin, Genelkurmay Başkanı adayı olabilmesi, başlı başına büyük sıkıntılar oluşturabilecek hassas bir durumdur.

Bu düzenlemeyle Genelkurmay Başkanı olmak isteyen orgeneral ve oramirallerin, siyasi davranabilme ihtimalleri ile iktidar partisine yakın olma eğilimlerinin artacağı su götürmez bir gerçektir. İktidar, bugün çektiğimiz sıkıntıların en önemli nedenlerinden olan "tarafsızlık" ve "liyakat" gibi konulardaki eksikliklerini gidermek bir yana, kamunun her noktasında liyakatsiz ve yandaş kişilerle çalışabilmenin kanuni altyapısını hazırlamakta, ne yazık ki bunun için yeni yollar aramaktadır.

Bu düzenleme ile daha dün kendi kuvvet komutanının emri altında bulunan bir orgeneral veya oramiral, bir gün sonra kendi kuvvet komutanının üstü olarak Genelkurmay Başkanlığına atanabilecektir. Bu durum, özellikle de siyasi bağlantıları bulunan orgeneral ve oramirallere gizli bir dokunulmazlık sunacak, kuvvet komutanları kendi emirleri altında bulunan bu generallere karşı, tabiri caizse, daha dikkatli yaklaşma zorunluluğu hissedecektir.

Tarihi milattan önce 240 yılına kadar dayanan, her yüzyılda dünyaya cesareti, becerisi ve kahramanlığıyla nam salmış olan Türk ordusunun bugünkü komutanı Genelkurmay Başkanıdır. Genelkurmay Başkanı, tanrıkut Mete Han'ın varisidir. Mete Han'ın makamına en uygun kişinin siyasi saiklerle seçilebilmesinin önünün açılması asla kabul edilemez.

Siyasetin askeriyeye girmesinin sonuçlarını özellikle de Osmanlı döneminde çok ağır bir biçimde defalarca yaşayan Türk milleti, yeniden aynı zule mahkûm edilemez, edilmemelidir.

Sayın milletvekilleri, kanun hükmünde kararname vasıtasıyla Silahlı Kuvvetler üzerinde yapılan bir diğer önemli değişiklik, kuvvet komutanlıklarının barışta olduğu gibi, savaşta da Milli Savunma Bakanlığı kadro ve kuruluşları arasında yer alması, bir başka deyişle Milli Savunma Bakanlığına bağlı tutulmasıdır. Bu düzenleme, kuvvet komutanlıklarımızın savaş durumunda dahi Genelkurmay Başkanlığıyla ilişkilerinin sınırlı tutulmasını beraberinde getirmektedir ki bu durum da ordumuza, askerimize yeterince güvenilmediğinin bir göstergesidir.

Ordularımız, Türk milletinin sınırlarının, güveninin ve namusunun yılmaz bekçisidir. Siyasi iktidarın en hafif ifadeyle göz yumması, aslında doğrudan teşvikiyle Türk ordusunun üst kademelerine kadar sızan bir kısım hain varlık, Türk ordusunun değil, siyasi iktidarın üzerindeki bir lekedir. Dolayısıyla, bu durumdan hareketle Türk ordusu cezalandırılamaz, güçsüz düşürülemez, koordinasyonu ve emir komuta zinciri bozulamaz. Türk ordusu her fırsatta Türk devletine darbe yapmayı hayal eden hainler topluluğu değil, Türkiye Cumhuriyeti'ni her türlü tehlikeden korumak üzere ant içmiş kahraman askerlerin oluşturduğu bir şehitler otağı, bu yönüyle Peygamber ocağıdır. Savaşta kuvvet komutanlıklarının Genelkurmay Başkanlığı'na bağlılığında sorun çıkacağını düşünenler, Türk ordusunun, Türk devleti, yabancı bir ordunun tehdidi altındayken bile darbe girişiminde bulunabileceği gibi bir ihtimali gözetenlerdir. Türk ordusu da Türk milleti de bu şüpheyi asla kaldıramaz, sindiremez. Bugün alınan bu kararların yanlışlığı, yarın -Allah korusun- şiddetli bir savaş durumuyla karşı karşıya kalındığında ne yazık ki daha iyi anlaşılabilecektir.

Saygıdeğer milletvekilleri, aynı keyfî ve öngörüsüz anlayış, Hava Kuvvetlerimizde görev yapan pilotlarımızın mecburi hizmet sürelerinin on sekiz yıla çıkarılmasında da kendisini bir kez daha göstermektedir. Ölmeyi "bayılmak", görev yapmayı "keyif çatmak" sananların, Hava Kuvvetlerinde görevli pilotların karşı karşıya olduğu durumu bilmesi beklenmemelidir; ancak jet pilotluğu bakan olmaya, müsteşar olmaya, genel müdür olmaya hiç mi hiç benzememektedir.

"Askerlik yan gelip yatma yeri değildir." diyenlerin, darbenin tüm sonuçlarını askerin üzerine yıkması ne kadar adaletlidir, düşünmek gerek. İki farklı kurs için 15 Temmuz 2016 tarihinde Ankara'da bulunan, hiçbir olaya karışmamış askerî pilot adayı öğrencilerin eğitim hayatını bitirip saatlerce elleri bağlı bir şekilde aç susuz bırakanlar, tuvalete dahi göndermeyenler, askerî pilot açığının yükünü neden hâlen görevde olan askerî pilotlarımıza yüklemektedir, bunu değerlendirmek lazım.

Askerî pilotlar sağlık, sosyal ve psikolojik koşullar başta olmak üzere birçok sıkıntı içerisinde, çok önemli ve kritik görevler icra etmektedir. Askerî pilotlar da insandır ve bu şartlar altında on sekiz yıl etkin ve verimli bir şekilde görev yapmalarını beklemek büyük bir adaletsizliktir. Askerî pilotların zorunlu görev süreleri sonunda sivil havacılık şirketlerinde pilot olarak görev yapmaları bizleri yanıltmamalıdır. Çünkü askerî pilotluk ile sivil pilotluk arasındaki fark, hem zorluk hem de risk bakımından katbekat fazladır. Diğer yandan, sivil pilotlar ve üniversite öğrencilerinden yetiştirilmek üzere askerî pilot alınması ileride çok büyük sorunlara, can ve mal kayıplarına yol açabilecek önemli bir risk alanıdır. Bu risk, siyasi iktidar tarafından çok dikkatli ve özenli bir şekilde yönetilmelidir.

Tüm dünyada en başarılı ve cesur savaş pilotlarını bünyesinde barındıran Türk Hava Kuvvetlerinin büyük emeklerle elde ettiği bu konumu kaybetmemesi için çok daha etkin önlemler alınması gerektiği kuşkusuzdur.

Saygıdeğer milletvekilleri, kanun hükmünde kararnameyle getirilen bir başka düzenlemeyse Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının kapatılması ve yetkilerinin Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna devredilmesidir. Özellikle teknik takip ve dinlemeler açısından çok kritik değişikliklere neden olan bu düzenleme de iktidarın her şeyi kontrol etme ve denetimsiz bir şekilde tek elden yürütme eğiliminin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. FETÖ'nün bu ve benzeri kurumlara kendi başına sızmadığı ortadayken, FETÖ'yü bu kurum ve kuruluşlara sızdıranları bir kenara bırakıp kurumlarla mücadele etmek, sadece siyasi iktidara has bir uygulama olarak tarihteki yerini almıştır.

Düzenlemenin en dikkat çekici noktalarından biri de Anayasa'nın 22'nci maddesinde sayılan sebeplerden biri veya birkaçına bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Başbakan tarafından bildirilen tedbirlerin kurum tarafından uygulanacak olması ve bu tedbirlere ilişkin kararların bilahare hâkim onayına sunulmasıdır. Bu düzenlemeyle, normalde mahkeme kararıyla alınması gereken bir tedbir ya da yapılması gereken bir dinleme, önce Başbakanın talimatıyla gerçekleştirilecek, daha sonra hâkim onayına sunulacaktır. Böyle bir düzenleme sonrasında alınan böylesine bir tedbire hangi hâkim, hangi gerekçeyle onay verecektir, bunu da ayrıca değerlendirmek lazım.

Siyasi iktidar, her zaman olduğu gibi önden yürümekte, durumun mevzuata uydurulmasıysa arkadan gelmektedir. Siyasi iktidar, acaba TİB'in yaptığı hukuksuz dinlemelerden mi rahatsız olmuştur yoksa bu dinlemelerden dolayı ortaya saçılan pisliklerden mi rahatsızdır? Telekomünikasyon İletişim Başkanlığını kurarak telefon dinlemelerini kolaylaştıran ve o dönem yandaş saydığı FETÖ'ye teslim eden Hükûmet, bugün her konuda olduğu gibi bu konuda da ricat etmek durumunda kalmıştır. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının kuruluşundan bugüne "benden olsun da ne olursa olsun" anlayışı sonucunda yaşanan tecrübe siyasi iktidara yetmemiş olacak ki bu kez de bu kurum kapatılarak benzer yetkilerin daha fazlası, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna verilmektedir.

Saygıdeğer milletvekilleri, 671 sayılı Kanun Hükmünde Kararname mahkûmların tahliye sürelerinin kısaltılmasına ilişkin düzenlemeler de içermektedir. Bazı suçlar istisna tutulmakla beraber, daha önce koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi hâlli hükümlüler denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak tahliye edilirken bu süre iki yıla çıkarılmıştır. Böylece, koşullu salıverilmesine iki yıl veya daha az süre kalan iyi hâlli hükümlüler, denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak bir yıl daha erken tahliye edilebilecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi tarafından, AKP döneminde astronomik olarak artan suç oranları ve buna bağlı olarak cezaevlerindeki aşırı doluluğu daha önce defalarca dile getirilmiştir. Darbe girişimi ve FETÖ kapsamında tutuklanan kişilerle birlikte, ülkemizde zaten kapasitesinin üzerinde tutuklu ve hükümlü barındıran cezaevlerinde, âdeta yatacak yer kalmamış ve iktidar böyle bir düzenlemeye âdeta mecbur kalmıştır.

Siyasi iktidar, sorumlu siyaset anlayışıyla hemen her konuda önemli uyarılar yapan partimiz Milliyetçi Hareket Partisini dinlememenin sonucunu bu konuda da bir kere daha görmüş, bu kürsüden atılan adalet nutukları ile gerçekler arasındaki mesafe bir kere daha anlaşılmıştır.

Sayın milletvekilleri, mezkûr kanun hükmünde kararname kapsamında değinmek istediğim bir başka konu da üniversitelerde görev yapan öğretim üyelerinin emeklilik yaşlarının 75 olarak değiştirilmesi ve bu uygulamanın 2020 yılının sonuna kadar uzatılmasıdır. Tıpkı askerî pilotlarımızın zorunlu hizmet sürelerinde yapılan değişiklik gibi bu değişiklikte de FETÖ yapılanmasının ülkemize, kurumlarımıza ve insanlarımıza olan dolaylı zararları görülmektedir. Siyasi iktidar, ülkemizi demokrasiden uzak, taraflı ve öngörüsüz bir şekilde yönetmeye devam ettikçe yaralar açılmaya devam edecek ve korkarım, bu yaralar, Türk milleti olarak bir ömür çalışsak da kapanmayacak, kapatılamayacaktır.

İktidarın FETÖ ve PKK'yla girdiği iş birliği, karşılıklı menfaat ve pazarlık esaslı ilişkilerin sonuçları, her alanda Türk milletine büyük zararlar vermiştir. Bu durumun iktidar tarafından ivedilikle ve açıklıkla kabul edilmesi gerekmektedir.

İktidar, FETÖ ve PKK başta olmak üzere, terör örgütleriyle yaptığı kirli pazarlıklarını kendi başına çözmeye çalışmaktan vazgeçmeli, bugün artık bir memleket meselesi olan bu konuların üzerinde daha ciddi durulmasını sağlamak için şeffaf, adaletli ve samimi davranmalıdır.

Saygıdeğer milletvekilleri, 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden yaklaşık dört ay gibi bir süre geçmiştir. On binlerce insanın açığa alındığı, yine on binlerce insanın yargılandığı, kurunun yanında yaşın da yandığı, at izinin it izine karıştığı bir ortamda, FETÖ'yü güçlendiren, gönendiren, kendi iktidarı döneminde 15 kat büyüten, mensuplarını kadro olarak kullanıp devlete sızmalarını âdeta teşvik eden siyasi iktidarın teşkilatlarına mensup tek bir kişinin bile resmî olarak FETÖ kapsamında ihraç edilmemiş veya cezalandırılmamış olması, bu kapsamda ayrıca dikkate değerdir. Bu durum ister istemez akıllara "Acaba bazı kişiler, bazı yapılar, FETÖ'yle mücadeleden, FETÖ operasyonlarından, FETÖ yargılamalarından muaf mıdır?" sorusunu getirmektedir.

FETÖ'ye kurban derisi, fitre, zekât verenden bağış yapana, çocuğunu okuluna veya dershanesine gönderenden bankasından havale yapana, sendikasına üye olandan petrolünden benzin alana kadar hesap sorulurken -ki sorulmalıdır, bunlar doğrudur- FETÖ'ye ne istediyse verenlerin, kamu malını parsel parsel FETÖ'ye aktaranların, devlet kurumlarında FETÖ'cü yapılanmayı destekleyenlerin yakasından tutulmuyorsa, kusura bakmayın ama bu mücadelenin etkinliğine ve samimiyetine kimseyi inandırmak mümkün değildir.

Suçun, özellikle de vatana ihanet suçunun, tarihi, miladı, zaman aşımı olmaz. Vatana ihanetin sorumlusu olur, yargılaması olur, cezası olur. Vatana ihanet, kişinin istemeden veya kandırılarak yapabileceği taksirli bir suç hiç değildir. Vatana ihanet, her şeyden önce bir kan meselesidir, hesabı da buna göre sorulmalıdır.

Kişisel olarak yüce Allah'tan elbette af dilenebilir ancak demokrasilerde "milletimiz affetsin" gibi bir cümle olmaz, daha doğrusu, olmamalıdır, her suçun adalet sistemi içerisinde bir karşılığı, bir cezası, bir yaptırımı olmalıdır.

Söylediklerimiz, siyasi sonuç elde etmeye yönelik bir yaklaşım değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne dair bir uyarıdır. Böylesine kanlı bir darbe girişiminden büyük bir kahramanlık ve cesaret örneği göstererek, alnının akıyla çıkan yüce Türk milleti, FETÖ'yle mücadele noktasında adil, tarafsız ve cesur davranmayan siyasi hareketleri cezalandırır, gerçek sorumlularına bunların bedelini ödetir.

Diğer yandan, böyle kritik bir süreçte yapılacak kayırma ve görmezden gelmelerin bedelini ileride devlet ve millet olarak çok ağır biçimde yaşayacağımız da iktidar başta olmak üzere hepimizin asla aklından çıkarmaması gereken hayati bir konudur. Türk milleti, bağımsızlığını canı pahasına koruduysa, siyasi iktidar da işi sulandırmak yerine sorumluluklarının farkına varmalı, kuru kuruya inkâr etmek yerine herkesin bildiği gerçekleri kabul etmeli ve bahçesinden başlayarak her yeri temizlemelidir. Aksi hâlde bunun bedelini sadece siyasi iktidar değil, hepimiz ağır bir şekilde öderiz.

Uyumsuzlukla birlikte gözü pek olmayı, yanlışlıkla birlikte inatçılığı, güçlü bir konuşma yapmak yeteneğiyle birlikte yalancılığı alışkanlık hâline getirenler, sonuçlarına da katlanmayı göze almalıdır. "Sonraya bıraktık.", "Daha sonra bakacağız.", "Şimdi zamanı değil.", "Her doğru, her zaman, her yerde söylenmez." gibi yaklaşımlarla bu konuların üstesinden gelebilmek mümkün değildir.

Özellikle müessese bazlı yaptığım açıklamalar da bunlarla alakalı olarak, FETÖ'yle bağlantılı, hatta en üst düzeyde yönetimlerinde bulunan... Örneğin pilotlardan söz ederken, o gece bu yüce milletin çatısını bombalayanların da pilot olduğu gerçeğini elbette göz ardı etmemek lazım ama bunu bir müessesenin tümden, topyekûn zararına olacak şekilde birtakım değerlendirmelere götürmek, hepimiz için çok sıkıntılı, çok yanlış bir durumdur.

Ben bu düşüncelerle söz konusu kanun hükmünde kararname üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına yaklaşımlarımızı ortaya koyuyor ve yarın karşılayacağımız, büyük Türk milliyetçisi Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü ölümünün 78'inci yıl dönümünde bir kez daha rahmetle, saygıyla, minnetle ve şükranla anıyor, sizleri de saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)