GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Bilirkişilik Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:16
Tarih:03.11.2016

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 388 sıra sayılı Bilirkişilik Kanunu Tasarısı'nın 29'uncu maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Tasarı, gündeme geldiğinden bugüne sivil toplum kuruluşları, akademisyenler, yargı mensupları tarafından endişeyle takip ediliyor ve çok ciddi eleştiriler getiriliyor. Çünkü yargımızın durumu ortada. Maalesef mahkemelerimiz, hâkimlerimiz ihtisaslaşamadığı için bilirkişilik sistemi adli sisteme paralel bir yapı olarak devam ediyor ve ülkemizdeki hem ceza hem hukuk davalarının çok büyük çoğunluğu bilirkişilik müessesine bağlı olarak sonuçlanıyor. Tabii ki bu ciddi bir sorun. Zaten mevcut HSYK'nın yapısıyla iktidar, maalesef yargıyı kendisine bağlamış durumda. Bugün, Türkiye'de, ülkemizde bağımsız bir yargıdan, hukukun üstünlüğünden söz etmek mümkün değil. Bir de şimdi bunun üzerine bilirkişilik müessesesinin yürütmenin bir parçası olan Adalet Bakanlığına tamamen bağlanmasıyla yargıyı tümüyle kontrol altına almış oluyorsunuz. Oysa, yapılması gereken, bu değil, yapılması gereken, mahkemelerimizin ihtisaslaşması ve bilirkişiliğin hâkimliğe ikame edilmeyecek bir yapının oluşturulması ve genel kalitenin iyileştirilmesi. Çünkü, sonuçta, mağdur olan hep yurttaşlarımız oluyor.

Bakın, 2015 tarihli AB İlerleme Raporu'nda "Bilirkişilik sistemi hâlâ paralel bir adli sistem olarak ve genel kaliteyi iyileştirmeden işlevini sürdürmekte iken yargı sisteminin hâkimlerin ihtisaslaşmasına engel teşkil eden ve iş yükü bakımından orantısız bir trafiğe sahip yapısı nedeniyle bilirkişilik müessesesinin güçlendirilmesi, bilirkişilerin hâkimlere ikame edilmesine mahal vermeyecek şekilde gerçekleştirilmelidir." şeklindeki tespit, maalesef son derece doğru bir tespit. Yüksek yargıda, Yargıtaydaki daireler arasında nasıl bir ihtisaslaşma söz konusuysa yerel mahkemelerde de bir ihtisaslaşmayı ivedi olarak sağlamak zorundayız.

Değerli milletvekilleri, Sayın Adalet Bakanımız burada olduğu için gensoruyla ilgili konuşmamda önemle istirham ettim kendisinden ve bu kürsüden talep ettim idamla ilgili bir sorumu, fakat kendisi konuşmasında bunu cevaplandırmadı. Ben, burada oldukları için bu konuda bir değerlendirme yapmak istiyorum ve tekrar kendisine bir sorum olacak.

Bakın, bu Meclis çatısı altında çok değerli hukukçular var. Ben, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme'ye Ek 13 No.lu Protokol'ün ilk üç maddesini size okumak istiyorum. Bu protokol, sizin döneminizde, 9 Ocak 2004'de imzalandı ve Resmî Gazete'de yayımlandı ve yürürlüğe girdi:

"Madde 1- Ölüm cezası kaldırılmıştır. Hiç kimse bu cezaya çarptırılamaz ve idam edilemez.

Madde 2- Sözleşmenin 15. maddesine dayanılarak bu Protokol'ün hükümleri hiçbir surette tadil edilemez.

Madde 3- Sözleşme'nin 57. maddesine dayanılarak bu Protokol'ün hükümleriyle ilgili hiçbir çekince konulamaz."

Ve bu milletlerarası anlaşma, bu sözleşme, Anayasa'mızın 90'ıncı maddesinde de, iç hukukumuzda üstün konumda. O yüzden Sayın Adalet Bakanının, devletimizi yöneten seçilmiş kişilerce sürekli idam çığlıklarının atıldığı bu dönemde, bu idam cezasının, bu protokole rağmen ve Anayasa'mıza rağmen nasıl getirileceğini izah etmesi zorunluluğu var diye düşünüyorum çünkü Adalet Bakanımızın bir hukukçu olması sebebiyle görüşleri bizim için çok çok önemli.

Bakın, Cumhurbaşkanımız Sayın Tayyip Erdoğan 2007 yılında ne demiş Bahçeli idam talep ederken: "Bahçeli'nin aktörlük yanı var. Bana ip gönderiyor, 'Al idam et.' diyor. Şu anda bir hukuk devletinde yaşıyoruz, idamların müebbet hapse dönüştüğü bir dönemde yaşıyoruz. Böyle bir dönemde idamdan bahsetmek kanunlara ne kadar uzak olduğunun da bir gereğidir. Bunlardan haberi yok." Bugün de bir hukuk devletinde yaşıyorsak eğer ve idamı biz hukuk mevzuatımızdan çıkartmışsak lütfen bu tartışmalara bir son verelim ve hukuka uygun hareket edelim diyorum.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)