GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:16
Tarih:03.11.2016

CEMALETTİN KANİ TORUN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetimizin Suriye ve Irak politikaları hakkında verilen araştırma önergesinin gerekçesinde beyan edilen hususlar gerçeği yansıtmamaktadır.

Önce başa gidip Arap Baharı'ndan başlayalım: 2010 yılında başlayan Arap Baharı, Orta Doğu'nun demokratikleşmesine ilişkin umutları artırmış fakat demokratikleşme süreci militarist müdahalelerle kesintiye uğramıştır. Arap Baharı'na kadar olan süreçte komşularla "sıfır sorun" politikasıyla Türkiye bölge ülkeleriyle olan ilişkilerini geliştirmiş, Arap Baharı sürecinde güç kazanan yeni aktörlere destek olarak bölgede sorumluluk almıştır. Bu aktif yaklaşım tamamen insani kaygılarla şekillenmiştir. Maalesef bölgenin demokratikleşmesine katkı verebilecek bu süreç Mısır'da askeri darbeyle akamete uğratılmış, Libya'da aşiret temelli, Yemen'de ise mezhep temelli bir iç savaşa sürüklenmiştir.

Suriye'ye gelince. Türkiye başlangıçta yönetimle ilişkilerini sürdürmüş ve demokratik reformlar için teşvik etmiştir. Suriye'de ilk gösterilerin silahla karşılık görmesi ve bilahare tanklarla şehirlerin bombalanması sürecinde altı ay süreyle Hükûmetimiz yönetimi iknaya çalışmıştır.

Üç konuda gelişme olsaydı eğer bugünlere hiç gelinmezdi. Birincisi, gösteri yapan çocukları tutuklayan ve ağır işkencelerle öldüren Dera Valisinin görevden alınması; diğeri, anayasada var olan tek partinin seçime girme hakkının diğer partilere de tanınması yani çok partili sisteme geçilmesi; üçüncüsü, hapisteki siyasi tutukluların serbest bırakılması. Ancak bu meşru ve masum talepleri kabul etmeyen yönetimin halkı ayrım gözetmeden katletmesine göz yummak mümkün değildi. Eğer göz yumsaydık bugün bizi suçlayanlar o zaman da "Katliama niye göz yumuyorsunuz?" diyecekti.

İlerleyen süreçte Türkiye barışçı tüm çabaları desteklemiş ancak rejim tüm bu çabaları boşa çıkarmış ve bugün gelinen noktada 5 milyonu ülke dışına, 7 milyonu da ülke içine olmak üzere nüfusun yarısı evlerini terk etmek zorunda kalmıştır. Türkiye'nin bütün iyi niyetine rağmen maalesef, Birleşmiş Milletler ve uluslararası kuruluşlar bu konuda etkili olmamış ve savaşın derinleşmesine çanak tutmuşlardır. ABD başlangıçtaki politikasından dönmüş ve hatta kırmızı çizgi ilan ettiği kimyasal silah kullanımı konusunda bile gerekli davranışı göstermemiştir. Suriye'de savaşın uzaması terör örgütlerinin yuvalanması için uygun bir vasatı oluşturmuştur.

Kuzey Suriye'de ise yani Rojava'da durum şöyledir: Yıllarca Kürtlerin her türlü haklarını reddeden, hatta kimlik bile vermeyen Baas Yönetimi ile PKK'nın Suriye kolu PYD iş birliği içine girmiş, PYD kendilerine yıllarca zulmeden rejimin safında muhaliflerle savaşmıştır. PYD, terör örgütü PKK'nın temsilcisidir, Kürtlerin değil. PYD de PKK gibi Stalinist bir örgüttür, hâkim olduğu yerde başka hiçbir siyasi görüşün barınmasına müsaade etmemiş, sadece Arap ve Türkmenleri değil, kendisi gibi düşünmeyen Kürtleri de bölgeden sürmüştür. Bölgeden yüz binlerce Kürt, PYD zulmünden kaçarak Kuzey Irak'taki Kürt bölgesine ya da Türkiye'ye göç etmiştir. PYD lideri, kendi ağabeyini bile farklı düşündüğü için bölgede barındırmamış, bu kişi hâlen Türkiye'de yaşamaktadır.

Bu arada, Irak'ta ortaya çıkan DAİŞ terör örgütü Suriye'ye geçmiş ve Suriye'de nüfus mühendisliği yapmak isteyen güçlere hizmet etmeye başlamıştır. Suriye'nin kuzeyinde PYD eliyle etnik ve ideolojik temizlik yapılmasına DAİŞ aracılık etmiştir. Türkiye'nin bu örgütle ilişkisi olduğu bir iftiradır. Esasen örgütün eylemlerinin sonuçlarına bakarsanız onlarla PKK arasında bir muvazaa olduğu da aşikârdır. DAİŞ'in boşalttığı yerlere her yerde PYD yerleşmiştir. En son ABD desteğiyle Menbic'e geçen örgüt Türkiye'nin uyarılarına rağmen Afrin'e kadar uzanan bir PYD koridoru sevdasına düşmüştür. Fırat Kalkanı Harekâtı'yla DAİŞ sınırlarımızdan temizlenmiş ve Özgür Suriye Ordusu yerleşmiştir. El Bab'a kadarki bölge DAİŞ'ten tamamen temizlenecek ve bu bölge bir güvenli bölge hâline gelecektir. Türkiye burada terör örgütlerinin oldubittisine asla müsaade etmeyecektir.

Biz, Suriye'nin toprak bütünlüğünden yanayız ve bölünmesine karşı her türlü çabayı desteklemekteyiz. Bölgede bölünme rüyaları gören ve bu sebeple Türkiye'deki çözüm sürecini de sabote eden PKK ve yandaşları yine efendileri tarafından terk edilecektir. David Ignatius'un The Washington Post'taki makalesinde belirttiği gibi, ABD bölgede kullandığı aktörleri satmasıyla tanınır.

Irak'a gelince, 2003'te Irak'ın işgaliyle başlayan süreç bölgeyi destabilize etmiş, El Kaide terör örgütü Irak'ta faaliyete başlamıştır. Türkiye, Irak'ın işgali sonrasında bölgede yapıcı bir rol oynamış ve ülkenin istikrara kavuşması için elinden geleni yapmıştır. Özellikle, Anbar bölgesindeki aşiretlerle olan ilişkilerimiz sayesinde Sünni Arapların siyasi sürece katılmaları bizim çabalarımız sonucu mümkün olmuş ve 2009'a geldiğimizde El Kaide Irak bölgede tamamen taban kaybetmiş ve terör olayları ciddi oranda azalmıştır. Ancak, ABD'nin ülkeden çekilmesi sonrası Başbakan seçilen Nuri El Maliki'nin mezhepçi politikaları Sünni Arap toplumu ve bilahare Kürdistan bölgesel yönetimini ötekileştirmiş ve Irak'ta istikrar yeniden bozulmuş ve özellikle Anbar eyaletinde terör guruplarının yeniden aktif hâle gelmesine yol açmıştır. Bu gelişme, 2013 yılında DAİŞ terör örgütünün ortaya çıkmasına yol açmış, sonrasında Anbar bölgesini kontrol altına almasına yol açan sürece dönüşmüştür. Türkiye, Irak yönetiminin mezhepçi tavrının sonuçları konusunda müttefiklerimizi sürekli uyarmış ancak Musul'un düşmesinden sonra haklılığımız kabul edilmiş, maalesef çok geç kalınmıştır.

Türkiye bu süreçte Başika'da Irak Hükûmeti ve Kürdistan bölgesel yönetimi izniyle DAİŞ'e karşı savaşacak birlikleri eğitmeye başlamıştır. Türkiye bölgede daima mezhepçi politikaların bölgeye zarar vereceği uyarısında bulunmuş ve bundan şiddetle kaçınmıştır. Bölgede mezhepçilik yapanlar kendi durumlarını gizlemek için Türkiye'ye bu iftirayı atmaktan çekinmemişlerdir. Unutmayın ki Maliki'nin karşısında Türkiye'nin de destek verdiği İyad Allavi seküler bir Şii'dir.

Maliki Hükûmeti ve sonra gelen İbadi Hükûmetinin İran'ın kontrolünde olduğunu bölgede bilmeyen yoktur. İran bugün bölgede Şii toplumlarının olduğu her ülkede operasyon yapmakta ya da yapmaya çalışmaktadır. Suriye'ye milis güçleri gönderen İran'ın meşhur Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani Irak'ta açıkça "selfie" çektirmektedir. Yemen'deki seçilmiş hükûmeti devirmeye çalışan Husiler de İran'ın bir operasyonudur. Nedense her ağızlarını açtıklarında hükûmeti mezhepçilikle suçlayanlar bu aşikâr mezhepçiliğe rağmen İran'a toz kondurmamaktadırlar. Geçenlerde Maliki'nin yaptığı konuşmada açıkça Suriye ve Yemen'deki savaşlarından söz etmesi şecaat arz edeyim derken sirkatin söylemektir.

İran destekli Haşdi Şabi milisleri Felluce'de sivil halka katliam yaptıkları ve bölgenin yerli halkını oradan sürdükleri hâlde hiç kimsenin gıkı çıkmamış maalesef Batı kamuoyu üç maymunu oynamıştır. Acımasızlıkta DAİŞ'ten farkı olmayan bu mezhepçi milislerin Musul'a girdiklerinde ne yapacaklarını tahmin etmek zor değildir. Türkiye gerek Musul gerekse Telafer'de Felluce benzeri sivil katliamların yaşanması ihtimaline karşı koalisyonun başındaki ABD yönetimini uyarmakta ve buna seyirci kalmayacağını açıkça söylemektedir.

Bölgeyi dört yüz yıl yöneten ve bölgedeki halklarla tarihî ve kültürel bağları olan ülkemizin, yanı başımızda bir başka felaketin yaşanması ihtimaline karşı uyarıda bulunmasından daha doğal ne olabilir. Türkiye, Irak'ın toprak bütünlüğünü savunmaktadır, Irak'ın bir karış toprağında gözümüz yoktur, ancak Irak'ta bir başka ülke kontrolünde etnik ya da mezhebî temizlik yapılmasına da kesinlikle karşıdır ve uluslararası toplumu bu konuda uyarmaktadır.

Biz Irak'ın demokratik bir toplum olarak barış içinde bulunmasından yanayız ve bundan sonra da bu konudaki tavrımızda asla bir değişiklik olmayacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)