GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Danışma Kurulu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:12
Tarih:26.10.2016

MİTHAT SANCAR (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bazı tartışmaları izlerken şu soruyu soruyorum samimiyetle: Acaba çifte standardın da bir standardı yok mudur? Acaba çifte standardın da bir sınırı olması gerekmiyor mu? Demin AKP grup başkan vekili burada "Yargının kararına kimse itiraz edemez." anlamına gelen sözler sarf etti.

Şimdi hangi örnekleri hatırlatalım? Yakın zamanda Cumhurbaşkanının "Anayasa Mahkemesinin kararına saygı duymuyorum, tanımıyorum." sözlerini mi; Anayasa Mahkemesi o zaman bir yargı organı değil miydi?

Peki, biraz gerilere gidelim, 400 milletvekilinin oyuyla kabul edilen Anayasa değişikliği iptal edildiğinde AKP'li sözcüler Anayasa Mahkemesi için ne demişti? Arşivleri açın, bakın. "Böyle yargı olmaz." kullandıkları en hafif tabirdi. 367 kararıyla ilgili, AKP'ye kapatma davası açılmasıyla ilgili neler söylemiştiniz? Şöyle arşivleri bir açın, bakın.

Peki, hadi onlar biraz daha geride kaldı, iktidar oldunuz, o badireleri atlattınız, güçlendiniz, güveniniz arttı kendinize; son bir iki ayda görevden alınan, meslekten ihraç edilen, açığa alınan hâkim, savcı sayısı ne kadar? Binlerce; sayısını da bilmiyoruz. Bu kadar kişiyi niye açığa aldınız? Sizin gerekçeniz şu olmalı değil mi: "Bunlar hukuka uygun davranmıyorlardı, kanunlara göre karar vermiyorlardı." Neye göre karar veriyorlardı? "Keyfî karar veriyorlardı." veya "Talimatla karar veriyorlardı." Peki, o zaman, bugün, eğer onlar böyle davranıyor idiyse, mahkemeler bu kadar keyfî karar verebiliyor ise bu ülkede, şimdi nasıl, savcının Gültan Kışanak ve Fırat Anlı'yla ilgili kararının tartışılmaz olduğunu söyleyebiliyorsunuz? Hiç mi ufacık bir çekince bırakma ihtiyacı duymuyorsunuz? Peki, burada bir etik sorun yok mu? Bu ülkede hukuk ve yargı yüz yıldır tartışılıyor.

Şimdi birdenbire kontrolünüze girdi diye pak, pirüpak mı oldu? Bir tek, sözde başörtüsü taktığı için 28 Şubatta terörist sayılan şeriatçı, bilmem ne sayılan insanlar görevden atılırken o kararları veren yargı meşru mu davranıyordu? Bu ülkede yargının, savcıların, hâkimlerin, tek bir sözü bile insanları terörist ilan etmek için yeterli saydığını bilmiyor musunuz? Şimdiki Cumhurbaşkanı bir şiir okudu diye halkı kin ve düşmanlığa tahrikten yargılanmadı mı? Ceza yemedi mi? Bütün bunlar yanlıştı da şimdi başkalarına karşı, sizin sevmediğiniz, sizin muhaliflerinize karşı yapılınca mı doğru oluyor? Demokratlık bu mu? Böyle demokrasi olmaz. Darbeci zihniyetlerin tamamı bu keyfîliği aynen yapmışlardır. Alın size 27 Mayıs yargılamaları. Aranızdan bir tek kişi "Adildir." diyecek mi? Demez, darbe yargısıydı. Niye? Darbe yargısı nasıl olur? Darbe yargısı kendi siyasi hedeflerine göre davranan yargıdır; kurallara, evrensel hukuk kurallarına göre değil, yürürlükteki kanunlara göre bile değil; bir siyasi hedefe, bir siyasi amaca hizmet için karar veren yargıdır.

12 Eylül yargısı, ondan önce 12 Mart yargısı adil miydi? Değildi çünkü darbecilerin emriyle hareket ediyordu. Demek ki emir vermek, yargıyı emirle yönetmek darbeci zihniyetin bir özelliğidir. 27 Şubat yargısı... Size göre 17-25 Aralık da zaten asla yargı değil. Peki, size dokununca kötü, başkalarına dokununca pirüpak, olabilir mi böyle bir değerlendirme?

Ben size sadece burada şunu soruyorum: Demokrat olmak zorunda değil kimse, kimse demokrasiyi savunmak zorunda değil ama bu siyasi bir meseledir yani demokrasiyi savunup savunmamak siyasi bir meseledir ama çifte standart ahlaki bir meseledir. Siyasi konularda istediğiniz tavrı takınabilirsiniz, burada tartışırız. Demokratlık şart değildir dediğim gibi ama demokrat olmadığınız hâlde demokrat gibi görünmek ve bunu yaparken de sayısız çifte standart kullanmak, işte, bu olmaz. Burada siyasi alanı terk ediyoruz ahlaki alana geliyoruz. Bu, ahlaki değildir.

Şimdi, dün ne oldu? Darbe Komisyonuna Sayın Kışanak geldi, oturdu, anlattı. "Araştırın." dediği konulara bir itirazınız var mı? Varsa açık söyleyin. Habur nasıl akamete uğratıldı? Orada bulunan bir grup başkan vekiliydi, BDP'nin grup başkan vekiliydi ve orada neler döndüğünü örneklerle anlattı, hangi hâkim ve savcıların süreci sabote etmek için neler yaptığını anlattı, isim verdi. İsim var, ortada; nerede o hâkim ve savcılar? İçeride hepsi. Bunlardan biri MİT tırları savcısıydı, size dokununca içeri girdi ama orada o oyunları yaparken, cemaatin planlarını hayata geçirirken onunla ilgili bir şeyler yapma ihtiyacı duymadınız.

Peki, KCK operasyonlarının cemaatin provokasyonu olduğunu pek çok milletvekiliniz ve sözcünüz söyledi ama o zaman işinize geliyordu çünkü o dönemde bir siyasi tasfiyeyle önünüz açılıyordu. Ama o operasyonların Türkiye'ye maliyetinin ne olduğunu çözüm süreci boyunca pek çok AKP'li bakan, milletvekili açıkça söyledi. "KCK operasyonları bize rağmen yapılmıştır." dendi AKP'liler tarafından. E peki, yani bütün bunlar bu ülkede oluyorsa yargı bu şekilde şimdi aklanabilir mi? Ya da şunu sorayım size: O dönemde çıkıp da Başbakan -şimdi Cumhurbaşkanı- "KCK operasyonları sonuna kadar haklıdır ve sonuna kadar gidecektir." demişse bir sorumluluğu yok mudur? Bu kadar kolay mı sorumluluktan kurtulmak? Eğer "Kolay." diyorsanız, yaşadığınız sistem demokrasi ve hukuk devleti değildir. Demokrasi havariliği yapmayın, yapmak zorunda değilsiniz ama dürüst olmak, en azından dürüstlüğün asgari gereklerini yerine getirmek insani bir yükümlülüktür, herkesin kendi inancına göre de dinî bir vecibe olarak görülebilir.

Şimdi, Sayın Kışanak çıktı, bütün bunları anlattı, uçağa bindi 19.40'ta, Diyarbakır'a gitti. O daha uçaktayken belediye sarılmıştı. Bunca aydır Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinde onlarca müfettiş çalışıyor, tek bir yolsuzluk bulamadılar. İtham etmek kolaydır. Bakın, "iddia" demiyorsunuz, yok efendim, arabasıyla terörist taşımış. Hayır, cenaze taşımış. Cenaze taşıdığını iddia ediyor savcı. Cenazeye tahsis etmiş. Cenaze kimin cenazesi olursa olsun, en başta "Müslümanım." diyenlerin en ufak bir itirazı olmamalı burada. Belediye hangi partiden olursa olsun, gelen cenaze kime ait olursa olsun ona defin hizmeti sunmak hukuksal bir vecibedir, aynı zamanda insani ve dinî bir yükümlülüktür. Bundan mı içeri alınacak?

Demokratik özerklikle ilgili DTK kongresi söyleniyor. Onlarla ilgili söylenecek çok şey var, zamanı değil. Bütün hepsinden, o kongrede alınacak kararlardan Hükûmetin de haberi vardı, bilgi verildi. Orada amaç, demokratik özerklik ilan etmek değildi, tam tersine, demokratik özerkliği siyasi alana çekmekti, "Burada tartışalım." demekti, çatışmaların önüne geçmekti. Bütün bunlar söylendi, bunlar aktarıldı. Şimdi hepsi suç olarak çıkıyor karşımıza. Burada yapılan şey zulümdür, ayıptır, günahtır. Bu yoldan vazgeçmek için hiçbir zaman da geç değildir ama attığınız her adım ayıbı, zulmü, günahı artıracaktır.

Saygılarımla efendim. (HDP sıralarından alkışlar)