| Konu: | Ankara İli Kazan İlçesinin Adının Kahramankazan Olarak Değiştirilmesine ve Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 11 |
| Tarih: | 25.10.2016 |
CHP GRUBU ADINA AHMET HALUK KOÇ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına yüce Meclisi ve bu arada sevgili Kazanlı hemşehrilerimi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
15 Temmuz üzerine çok şey konuşuldu, çok şey konuşulacağa da benziyor çünkü 15 Temmuz öncesi, sonrası, sonuçları daha tam oturmadı, bir sürü karanlık nokta var. Evet, bir darbe girişimi; evet, klasik olarak yaşayacağımız darbe süreci içerisinde göreceğimiz olayların önemli bir kısmıyla karşı karşıya geldik ama bunun siyasi sonuçlarının neler olabileceği konusunda -bastırıldıktan sonra- bir sürü soru işareti siyasi gündemi meşgul etmeye devam ediyor. Ben, bunların analizine geçmeden önce, Kazan'da o gece yaşananlar hakkında kısaca bilgi aktarmak istiyorum.
Biliyorsunuz, o Akıncı Üssü'nün bulunduğu bölgede Kazan ve 15 Temmuzda Kazan'daki hemşehrilerimizin gerçekten büyük bir feragatle, özveriyle Akıncı Üssü'nün etrafını çevirmeleri, ürünlerini yakmaları, uçakların uçuşuna engel olma gayretleri, lastik yakmaları... Bu arada, Belediye Başkanı Sayın Lokman Ertürk'ün gayretlerini, fedakârlığını da anmadan geçemeyeceğim, ona da burada Meclis adına ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına da teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Cidden büyük bir örnek gösterdiler ve uyarı ateşi gece 02.00 civarında açılıyor. Daha sonra, 02.30'a doğru yaylım ateşi açılıyor engel çıkartan yurttaşlara ve bu arada 9 yurttaşımız hayatını kaybediyor. Ben, adlarını Meclis kürsüsünden okuyarak zabıtlara da geçirmek istiyorum: Ali Anar, Ömer Takdemir, Lokman Biçinci, Hasan Yılmaz, Samet Cantürk, Ali İhsan Lezgi, Yasin Yılmaz, Emrah Sapa, Ümit Güder. Bir kere daha Allah rahmet etsin diyorum; yakınlarına, ailelerine başsağlığı diliyorum. Yine, 80 küsur da, 84 de yaralımız var. Bunların bir kısmını hastanede ben de ziyaret etmiştim. Kazan'a belki de bu siyasetçi ziyareti furyasını ilk açanlardan biri benim. Kazan'da arkadaşlarımızla görüştük, birkaç başsağlığına uğrayabildim. Daha sonra, hastanede yatan yaralıları da hemen darbenin ertesi hafta görmüştük. Daha sonra, birçok Hükûmet yetkilisi ve Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Genel Başkanı da Kazan'ı ziyaret ettiler, yine dileklerimizi ifade ettiler.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, darbe girişimi sonrası birtakım şeyler yaşandı, bunu Türkiye Büyük Millet Meclisi ortak bir deklarasyonla ortaya koydu. Hemen ertesi gün bir özel oturum yapıldı ve burada siyasi parti liderleri darbeye karşı tutumlarını çok net, açık ifade etti. Evet, Türkiye bir belayla karşılaştı, bu belayı savarken bir musibetten nasihat çıkartırcasına sonrası için de bazı yol haritalarını planlamaya çalıştı. Yani, darbe girişiminin getirdiği karanlık -belki- alınan derslerle önümüzü aydınlatacak bir sürece dönüşebilir mi diye herkeste bir umut oluştu. Ama aradan geçen üç ay, üç buçuk ay, dört ay sonra üzülerek görüyorum, maalesef bu umutlar yerini daha farklı beklentilere bıraktı. Bunu üzülerek söylüyorum. Yani, siyaseten bu tanımlamayı, bu değerlendirmeyi yapmak zorundayım.
Şimdi, baktığınız zaman, değerli arkadaşlarım, olağan dışı koşullarda toplumlarda suskunluk artar. Olağanüstü hâl ilan edildi, Fransa'yla karşılaştırıldı ki Avrupa Konseyinde Fransız milletvekillerinin, Fransa Cumhurbaşkanının yaptığı konuşmalara, burada Fransa Dışişleri Bakanının yaptığı açıklamalara benim de on dört yıllık siyaset arkadaşım Sayın Mevlüt Çavuşoğlu'nun verdiği yanıtlar çok doyurucu değil. Yani, bizdeki olağanüstü hâl uygulamasını Fransa'yla mukayese ettiğimiz zaman, Fransa'da hukukun üstünlüğü hiçbir şekilde tartışılmıyor; Türkiye'deki uygulamalarda, burada çok ciddi karanlık noktalar var. Ben ülkemin iyi olmasını isteyen bir kardeşinizim yani bu ülkede hukukun, demokrasinin, demokratik kurum ve kuralların yerleşmesinin hepimizi mutlu edeceğine inanan bir arkadaşınızım. Eksiklerimiz var. Hukuk, maalesef, 12 Eylül 2010'dan itibaren olduğu gibi bundan sonrasında da... Hele şu son dönemde hukuk korkuyor, açık söylüyorum, hukuk adamları şu anda korkuyor. Kimden korkuyor? Sizden korkuyor, iktidardan korkuyor. Bu benim görüşüm, uyarım, dostça uyarım. Bakarsanız verdikleri kararlara mutlaka bir çekince var "Acaba ben bu verdiğim kararın ertesinde cezalandırılır mıyım?" ya da "Mesleki olarak bir terfi gerilemesine uğrar mıyım?" Bu kuşku var, bütün savcılarda var, bütün hâkimlerde var. Bu gerçeği tespit edelim. O zaman, bu iklimi nasıl düzelteceksiniz? Hukukun üstünlüğünü nasıl yerleştireceksiniz? Tam tersine, yürütmenin emrinde kuvvetler birliği yaratarak değil, kuvvetler ayrılığı ilkesini pekiştirerek yapmak zorundayız. İşte onun için, Anayasa değişikliğinde kuvvetler ayrılığı ilkesi ve parlamenter demokrasinin güçlendirilmesi için önerilerimizi sunduk ama yaşadıklarımız, demin söylediğim gibi, 16 Temmuzdan itibaren, bir ders yerine, daha katı uygulamalara, daha karanlık dönemlere Türkiye'yi sürüklüyor. Bu tespiti yapmak zorundayım.
Değerli arkadaşlarım, "olağanüstü uygulama" dedim, "Kırk beş günde hallederiz." dediniz, uzatıldı ve olağanüstü koşullarda -demin de vurguladım- toplumda suskunluk artıyor. Sadece yargı mensupları korkmuyor, herkes korkuyor, çok açık söyleyeyim. Herkes korkuyor. Şimdi, bunun sonunda, bu korkuyla hareket eden kitleler "Bana dokunmayan bin yaşasın." mantığı içerisinde bir toplumsal esarete sürükleniyorlar.
Değerli arkadaşlarım, fikir sahibi fikrini ifade edecek, siyaset olarak bulunduğu hangi alandaysa dışlanma riskiyle kendini ifade etmekten alıkoyuyor yani bir otosansüre sokuyor, susmayı tercih ediyor; böylece, genelgeçer bir görünüm sergiliyor, teslimiyetçilik rolüne giriyor ve haksızlıklara ses çıkarmama... Haksızlık var -siz kızıyorsunuz "mağduriyet" denince- mağduriyet var, yaşanıyor, birçok haksızlık var ama bunlara ses çıkaranlar, sizlerin siyaset baskınlığıyla korkar hâle geliyor ve ses çıkartamıyor, haksızlığa tercümanlık yapamıyor.
Bundan sonrasında ne olacak? Bu davranış eğer sizin baskıcı idare tarzınızla bir alışkanlık hâline gelmeye başlarsa işte o zaman kişilerin karakterine dönüşmeye başlıyor ki bu, son derece tehlikeli bir noktaya gidiyor. Yani, bir noktada kişi artık taraf tutmayı bırakıyor, yandaş olmaya çalışıyor. Bunu istiyorsanız, bunu başarıyorsunuz ama bu demokrasi değil. Çünkü, baskıyla yandaş yaratmak, kişinin kendini ifade etmesini engelleyerek, korkutarak yandaş yaratmak ve yandaş ifade tarzına onu büründürtmek uygun bir tarz değil. Çünkü, ilk kırmızı ışıkta, ilk sinyalde bunlar gemiyi terk eder, eski kimliklerine dönerler baskı ortadan kalkınca.
Değerli arkadaşlarım, konjonktüre göre tavır alma bir huy hâlini almaya başlıyor, bu durumda bir de tercihlerini çarpıtıyor insanlar. Bunu Ahmet Özer Hoca çok güzel anlatıyor bazı makalelerinde, o sayede intihal olayının önüne geçelim, onun adını da "referans" olarak vereyim. Yani, bu sayede kişi dirençle karşılaşmıyor, topluma uyuyor, baskın olan görüşün emrinde hissediyor kendisini, sıkıntıyı aştığını hissediyor ve sizler de çok yüksek oranlarla kendinizi ifade etmenin demokrasi zaferi olarak adlandırıldığı bir döneme giriyorsunuz, kendinizi kandırıyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, hukuki alanda baktığımız zaman, olağanüstü hâlin temel niteliklerinden bir tanesi yasama, yürütme ve yargı güçleri arasındaki ayrımın başlangıçta geçici olarak kaldırılması -demin ifade ettim- ama bunu kalıcı kılacak yönetim uygulamalarının hayata geçirilmesi kapısı açılıyor. Yaşıyoruz değil mi Türkiye'de bunu? Önce "geçici2 diyoruz, şimdi o geçici uygulamalar kalıcı uygulamalara dönüşüyor ne yazık ki. Hukuk düzeninde kurmaca bir boşluk yaratıyoruz bu uygulamalarla, ondan sonra zorunluluk hâli gerekçe olarak ifade ediliyor iktidar tarafından ve bu zorunluluk hâli gerekçe gösterilerek bütün güçler tek bir kişide toplanmaya çalışılıyor; şu anda yaşadığımız siyasi tartışmalar, tek kişinin emrinde toplanan bütün güçler, yargı, yürütme, bütün her şey.
Değerli arkadaşlarım, bu, Parlamentonun kendi kendini feshetmesidir, hiç kendimizi kandırmayalım. A partisi, B partisi milletvekili olmanın hiçbir önemi yoktur; Parlamento, yetkilerini tek kişiye devredecektir ve bu uygulama, Türkiye'yi farklı bir yere götürmek durumundadır. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, korkular, endişeler ilkelerin önüne geçince ne olur? Demin anlattım, şu anda toplumda bu yaşanıyor. Bakın, "mağdur" diyoruz, kızıyorsunuz. Gerçekten mağdurlar var. Eğer darbeyle doğrudan ilintili, o sürecin, "çete" diye tarif edilen yapının içinde kim varsa bunlara, hukuk devleti kuralları içerisinde, kin, intikam duygusuna kapılmadan, hukukun karşılığı neyse bu yapılmalı. Ama, onun yanında, "İnine giriyoruz, şunu yapıyoruz, bunu yapıyoruz." diye insanların malına, mülküne çökme olmaz; insanlar evsiz, barksız, işsiz, babasız, anasız bırakılmaz. Hepinizin, hepimizin manevi dünyası zengin. "Günah" diye, "kul hakkı" diye bir kavram var. Birçok insanın feryadını belki duymuyorsunuz ama bu feryat yükseliyor. Demin, arkadaşım Sayın Bilgen söyledi, yeni bir toplumsal kırılma dalgası yaşanıyor. Zaten ülke, etnik temelde, mezhepsel temelde fay hatları üzerinde, şimdi bir de bu mağduriyetler üzerine bir fay hattı daha inşa ediyor sizin siyasetiniz ne yazık ki.
Efendim, bu mağdurların sesi olmaya çalıştıkça, "Haksızlık yapılıyor, bu insanları iyi inceleyelim." dedikçe "Siz FETÖ'nün yandaşısınız..." Değerli arkadaşlarım, bu demagojik siyaseti bırakalım. Sayın Başbakan baştan iyi başladı, "Evet, Haydar konuş, konuş." falan diye espriler yaptı. Ben severim Binali Bey'i ama son konuşmaları akla ziyan konuşmalar, kendisini görürsem ona da ifade edeceğim. Yani "FETÖ'yle hiç ilişki yok..." Biz ilişki sorgulamıyoruz. Eğer sorgulayacak olursak yakın akrabalık var, bunu siz de biliyorsunuz, yakın akrabalık var. Cumhuriyet Halk Partisiyle bir bağı yok. Biz herkese saygılıyız hukuk devleti kuralları içerisinde ama siz, beraber iş tuttunuz, beraber çalıştınız, beraber teşkilatlar kurdunuz, bu işleri beraber kotardınız. (CHP sıralarından alkışlar) Ergenekon, Balyoz olaylarından 3 savcı, 5 polis suçlayarak çıkamazsınız, sizin sorumluluğunuz var, göz yumdunuz.
Sayın Baykal burada. Sayın Baykal'ı, Sayın Kılıçdaroğlu'nu suçladınız. Niye? "Avukatlık yaptılar." dediniz. Ne oldu? İnsanlar beş yıl yattılar içeride. Ben sizi evinizin bir odasında beş yıl çıkmamak üzere hapsedeyim. Bunu karşılamak mümkün değil değerli arkadaşlarım. İnsanların hayatlarıyla oynandı.
HALİL ETYEMEZ (Konya) - Sayın Koç...
AHMET HALUK KOÇ (Devamla) - Beyefendi, gelir konuşursunuz burada. Müsaade edin, ben düşüncelerimi ifade ediyorum özgürce. Eğer bunu da kısıtlayacaksanız kapatalım Parlamentoyu, ben de yerime oturayım, devamlı siz konuşun, olur mu?
HALİL ETYEMEZ (Konya) - Konuşun.
AHMET HALUK KOÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, onun için, sağa sola FETÖ suçlaması, etiketi yapıştırarak sorumluluklarınızdan kaçamazsınız. Eğer bir siyasi ayak aranacak ise on dört yıldır iktidarda bu pozisyonları bu çeteye ikram edenlerin siyasi sorumluluğu mutlaka sorgulanmalıdır.
Anadolu'nun her ilinde, ilçesinde gariban öğretmenler, Emniyet memurları, hâkimler -suça karışanlar demiyorum, garibanlar- mağdur edilirken siyaset kurumunda bu çetenin önünü açan hiç mi kimse yok sizin içinizde, pirüpak mısınız? İnanalım mu buna? O mağdurlara nasıl anlatacaksınız bunu? "Benim canım yanıyor, ben babasız kaldım.", "Ekmek yok." diyor. Cumartesi günü Beypazarı'ndaydım; bir öğretmen eşi geldi, sarıldı, ağlıyor arkada.
Değerli arkadaşlarım, size çıkmıyor mu bunlar, gelmiyor mu? Bunları aşalım. Evet, Kazan kahraman olacaktır. (CHP sıralarından alkışlar) Kazanlılar kahramandır; dün de öyleydi, bugün de öyle, yarın da öyle olacak ama onların kahramanlıkları bu insanlar mağdur olsun diye yapılmadı. Onlar demokrasiye sahip çıktılar, bu ülkeye, cumhuriyete sahip çıktılar, bayrağa sahip çıktılar, Parlamentoya sahip çıktılar, seçilmiş iktidara sahip çıktılar, hepsine sahip çıktılar, alınlarından öpüyoruz onları. Ama, bu mağduriyetleri gidermek zorundayız ve hiç kimse Cumhuriyet Halk Partisine bu insanlara sahip çıkıyor diye suç getiremez. Hele Sayın Başbakanın Cumhuriyet Halk Partisine dönük, yarı şaka yarı karışık, ciddiyetten uzak birtakım FETÖ'cülük suçlamaları... Bunlar mazur görülebilecek hareketler değildir; olsa olsa sizin suçunuzu, iş birliğinizin derecesini saklamaya dönük laflar, gayretler olarak kalır.
Değerli milletvekilleri, burada "Susmak." dedik, "Sakın ha, bir duyan olursa beni de mağdur sınıfına sokarlar, beni de onlardan sanırlar..." İnsanlar bu şekilde sustu, pıstı. Böyle bir toplum hoşunuza gidiyorsa olur, eğer böyle bir toplum demokrasi adında müsait gelişmeleri sağlayacaksa şu anda bunu sağlamış bulunuyorsunuz. Hangi seçime gidersek biz devletle mi yarışacağız ya muhalefet partileri olarak? Biz devlete karşı kampanya mı yapacağız? Şu anda, siz bir siyasi kurum olmaktan çıktınız, güçlü bir devlet aygıtı, kurumu hâline geldiniz. Nasıl yola çıktığınıza bir bakın. Afyon'a gittiniz, yeni geldiniz, kuruluş da Afyon'dadır. Bir Ertuğrul Yalçınbayır'ı -kulakları çınlasın- dinleyin, tüzük'ü hazırlayan. Bir Abdüllatif Şener'i dinleyin. Nasıl yola çıktınız, ne hâle geldiniz ve ülkeyi karamsarlığa soktunuz. Bunu bir siyasi eleştiri olarak, tespit olarak, bir dostunuz, arkadaşınız olarak dile getiriyorum.
Değerli arkadaşlarım, burada, ben, bundan sonrasında, inşallah, Türkiye'nin önü daha açık olur, daha sağlıklı olur diyorum ama Einstein'ın bir sözü var "Dünya yaşamak için tehlikeli bir yerse kötüler yüzünden değil, kötülüğe ses çıkartmayanlar yüzündendir." diyor. Evet, siyaset hakikaten tehlikeli bir mecraya geldi ama bunu gerçekleştirenler sorumlu değil, bu kötü gidiş karşısında ses çıkartmayanlar bunun temel sorumlusu. Onun için, biz ses çıkartacağız, sizi üzeceğiz belki, ses çıkartacağız, mücadele edeceğiz. Ne kadar kızsanız da ne kadar daraltsanız da alanları biz demokrasi mücadelesini size karşı, getirmek istediğiniz tek adam rejimine karşı, kapalı Türkiye'ye karşı açık, demokrasiden yana, hukukun üstünlüğünü savunan, temel hak ve özgürlükleri edinmiş bir Türkiye için sonuna kadar mücadele edeceğiz. (CHP sıralarından alkışlar) Onun için, sanmayın ki "Biz bu tarlayı sürdük, istediğimiz tohumu elde ettik." Kimse darılmasın, gücenmesin, onlar da benim kardeşlerim; bir siyasi parti siyasi iltica talebinde bulunuyor bizden, bu manzara çıkıyor son uygulamalarda. Tek başına Cumhuriyet Halk Partisi yeter mücadeleye, Cumhuriyet Halk Partisi o mücadeleyi gösterecektir. (CHP sıralarından alkışlar)
Ben sevgili Kazanlılara "Kahramankazan" unvanının hayırlı olmasını diliyorum; onlara yakıştı bu, yakıştı. Gerçi, Lokman Başkan çok önceden tabelalarını hazırlamıştı ama bundan sonra, bu görüşmelerden sonra, herhâlde resmî olarak "Kahramankazan" unvanı olacak. İnşallah, tekrar konukları olurum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına hem Kazanlıları hem yüce Meclisi ve milletimizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Koç.