GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 667 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (1/746) ile İç Tüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:8
Tarih:18.10.2016

CHP GRUBU ADINA ŞENAL SARIHAN (Ankara)- Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Kâtip üye arkadaşlarım ve yazman arkadaşlar, değerli milletvekili arkadaşlarımız; ben 667 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin ikinci bölümüne ilişkin görüşlerimizi ifade edeceğim -daha önce birinci bölümü üzerinde de ayrıntılı olarak görüşlerimizi sunmaya çalışmıştık- ancak bunu yapmadan önce, bu konudaki konuşmamı, düşüncelerimizi sunmadan önce yapmak istediğim bir şey var. Sayın Cumhurbaşkanı geçtiğimiz gün ya da dün, kadın arkadaşlarımızı, bütün kadınları aşağılayan, çifte standartta gören bir değerlendirmede bulundular ve memleket uğruna nasıl ölünür konusunda "adam gibi ölmek" ile "madam gibi ölmek" deyimlerini kullandılar. Madam gibi ölmeyi de aşağıladılar. Fransızca bir deyimle kadından söz ettiler. Bugün değerli Genel Başkanımız grup toplantımızda da bu konuya değindi fakat ben bir kadın vekil olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi salonunda bu konuya değinme gereksinimi içindeyim. Hangi nedenle? Çünkü, eğer bu konu burada ifade edilmezse ben kısa bir süre önce ölüm yıl dönümünü değerlendirdiğimiz, kendisini andığımız Bahriye Üçok'a haksızlık yaptığımızı düşünürüm. Bu kürsülerde oturmamakla birlikte, Parlamentoda görev almamış olmakla birlikte bütün bir Türkiye halkının kalbinde yeri olan Türkân Saylan'a haksızlık etmiş olurum, onların anılarına saygısızlık etmiş olurum. Ve daha önemli isimler var hepinizin aklına gelebilecek: Halide Ediplere haksızlık etmiş olurum. Doğrudan doğruya emperyalizme karşı, Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı mücadelesinde ön saflarda bulunan Erzurumlu Kara Fatma'ya, Bitlisli Ayşe'ye, Emire Ayşe'ye, Melek Reşit'e, Çete Ayşe'ye, Tayyar Rahmiye'ye, Kılavuz Hatice'ye, Gördesli Makbule'ye, Asker Saime'ye, 12 yaşındaki Küçük Nezahat'a ve Nakiye Elgün'e ve birçok -adını belki burada sıralamanın oldukça zaman alacağı- kadınımıza haksızlık etmiş olurum. Türkiye Büyük Millet Meclisindeki anlayışın da, Cumhurbaşkanlığı düzeyindeki anlayışın da kadın-erkek eşitliği konusunu içselleştirmediği sürece bu tür hataları yapacağı açıkça ortadadır. Herhâlde hepimizin bu çifte standartlı anlayıştan arınmamız gerekir; yoksa, ben dâhil olmak üzere, şu anda kürsülerde oturmakta olan kadın arkadaşlarımıza da aynı saygısızlık yapılmış olur. Ama ne yazık ki değerli arkadaşlar, hukukun ve Anayasa'nın âdeta kişiselleştirilmiş olduğu bir durumda sadece tek elden vazedilen değerlendirmeler ve kanunlarla uğraşıyoruz. Elimizdeki kanun hükmünde kararname de aslında bunun bir örneğini ifade ediyor.

Şimdi, bazı somut konulara izninizle değinmek istiyorum. Geçen kez de ifade ettim ve dedim ki: OHAL yönetimleri -tırnak içinde- hukuki yönetimlerdir, kısmidirler, geçicidirler ve denetime açıktırlar; durumun gerektirdiği sınırlar içinde düzenlemeler yaparlar. O durum nedir? OHAL'in ilanına neden olan ana konudur, olaydır. Aynı zamanda, bunları bir ölçülülük içinde yaparlar ve bu ölçülülüğün temel ilkeleri, temel kuralları vardır. Bu kurallardan biri, olağanüstü hâlle müdahale gerekli midir, değil midir? Birinci kural budur. Bu müdahaleyi hangi araçlarla yapmamız gerekmektedir? Bu araçların amaca ulaşmaktaki elverişliliği ne durumdadır? Bu temel konu, yani, ölçülü kararlar vermeyi, olayımıza dönersek, tartıştığımız konuya dönersek kararnamelerin OHAL'in ihtiyacı sınırı içinde, ölçülü olarak ve hukuka uygun olarak yapılması gereğini emreder.

Şimdi, elimizdeki kararnamenin devam eden haklarında neler vardır? Arkadaşlarım sıkça atıf yaptılar, hem Anayasa'nın 15'inci maddesine atıf yaptılar hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 15'inci maddesine atıf yaptılar ve dediler ki: "Sert çekirdek haklar vardır. Bu sert çekirdek haklar yani temel insan hakları herhangi bir biçimde, OHAL süreci içinde dahi, herhangi bir şekilde kısıtlanamaz, bunların ihlali aynı zamanda hukukun ihlali olur." Bunlar temel haklardı yani yaşama hakkıydı, insanlık onurunu temel alan haklardı, işkence görmeme, kötü muamele görmeme, herhangi bir şekilde genel güvenlik hakkının tam anlamıyla sağlanması, adil yargılanma hakkının sağlanması gibi temel haklardı. Ne yapacaktık? Bu temel hakların yanı sıra, OHAL süresi içinde demokrasiyi sağlayacaktık. "OHAL sürecinde demokrasi nasıl sağlanabilir?" gibi bir soru gelebilir. OHAL süreci içinde demokrasiyi sağlayacak olan, işte, içinde bulunduğumuz kurumdur. Yani OHAL kararlarının denetlenmiş olması, yasallık durumunun tartışılmış olması orada demokrasiyi sağlar. Ama ne yazık ki birkaç gündür tartıştığımız bu olağanüstü hâl kararnamesini ben aslında tartışabildiğimizi düşünmüyorum. Neden düşünmüyorum? Çünkü hepimizin kulakları kapalı durumda, yürekleri de kapalı durumda. İfade edilen itirazlar herhangi bir biçimde değerlendirmeye alınmıyor ve ön yargıyla reddediliyor ve zaten şu salonumuzun hâli de aslında bizim Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak demokrasiyi sağlamada bir katkı kaygımızın -üzülerek söylüyorum- olmadığının da bir göstergesi durumunda.

Şimdi tartışacağız, biraz sonra tartışacağız. Biraz önce tartıştığımız bir konu vardı, pasaportla ilgili konu. Pasaportla ilgili konuda asıl mesele şuydu: Bir mahkeme kararı olmaksızın, idari ya da adli soruşturmaya bağlı bir kesin hüküm olmaksızın kimsenin pasaportunu iptal edemezsiniz. Ama biz biraz önce ne yaptık? Zanlı, şüpheli diye gördüğümüz, henüz hakkında kesin karar olmayan insanların pasaportlarını iptal ettik, bir de eşlerinin pasaportlarını iptal ettik ve dedik ki: "Millî güvenlik gerekçesiyle." Kim karar veriyor millî güvenliğe? İçişleri Bakanlığı mı? Hayır. Millî güvenliğin ihlal edildiğine mahkemeler karar verebilir, adli ve idari yargı karar verebilir.

Bir maddeyi daha geçtik, 6'ncı maddeyi. Hani adil yargılanma hakkını biz korumakla sorumluyduk. Ne yaptık? Otuz günlük gözaltı süresine hepimiz el kaldırdık -hepimiz diyorum, muhalefeti ayırarak söylüyorum, AKP'li milletvekili arkadaşlarımıza sesleniyorum- peki dedik. Oysa değerli arkadaşlar, benden önce konuşan Murat Emir arkadaşım tek tek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına atıf yaptı -biliyorum, burası bir hukuk kürsüsü değil ama aynı zamanda hukuki bir kürsü- dedi ki: "Geçmişte bu tür kararlar verildi -12 Eylülleri anımsattı, 12 Martları anımsattı, hatta olağan dönemde verilmiş olan olağanüstü hâl kararlarını ve uygulamaları hatırlattı- Türkiye Cumhuriyeti mahkûm oldu, bunu yeniden yapmayalım." Biz bunu tartıştık, Anayasa'mıza en fazla toplu suçlar için bile dört günlük gözaltı süresi koyduk fakat o dört günlük gözaltı süresi şimdi otuz gün. Hangi vicdanla, hangi akılla? Bu şu demektir: Kötü muameleye alan açıyoruz demektir, izin veriyoruz demektir, biz bunu biraz önce yaptık.

Şimdi, biraz sonra da şunu yapacağız, diyeceğiz ki: "Efendim, olağanüstü hâl dönemi içinde insanlar, kamu görevlileri herhangi bir şekilde adli ve idari sorumluluk taşımazlar, cezai olarak onların bir sorumluluğu yoktur." Cezasızlık hâli getirdik, getireceğiz ya da, biliyorum getireceğiz yani kimse buna hayır demeyecek, hepinize hatırlatırım, burada bulunan bütün vekil arkadaşlarıma. Kenan Evren'i yargılayamadık, Kenan Evren'e hesap soramadık. Hangi sebeple soramadık? İşte böyle bir madde sebebiyle soramadık. Şimdi, yeni hukuksuzluklar olursa bu hukuksuzluklara karşı da hesap soramayacağız ve kamburumuz daha yükseğe doğru çıkmış olacak.

Başka bir şey, daha hafif gibi görünebilir, yürütmeyi durdurma kararına izin vermeyeceğiz biraz sonra; "Yürütmeyi durdurma kararı verilemez." diyeceğiz. Niye? Hukuki bir hata varsa hukuki hata mahkemeler yoluyla saptanmışsa yürütmeyi durdurma kararını neden vermeyelim arkadaşlar? İnsanlar ille mağdur olsun mu, çile çeksin mi? Onlara kırk katır, kırk satır mı sunalım? Adalet diye bir kavrayışımız olamayacak mı, insan hakları diye bir kavrayışımız olamayacak mı; insan hakları, insanın onuru diye bir anlayışımız olamayacak mı?

Değerli arkadaşlar, bir kez daha hepimizi hukuka, insan haklarına dayalı bir hukuka ve anlayışa davet ediyorum.

Teşekkür ederim, saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)