GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 667 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (1/746) ile İç Tüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:8
Tarih:18.10.2016

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 6'ncı maddesi üzerine söz aldım. Bu maddenin kanun hükmünde kararnameden çıkarılmasını talep ediyoruz.

Başından beri aslında bütün kanun hükmünde kararnamelerle ilgili görüşlerimizi belirtirken hem Anayasa'ya hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ne kadar çok aykırılık içerdiğini her fırsatta belirttik. Bizler, Meclis Genel Kurulunda da her konuşma fırsatını yakaladığımızda, Hükûmeti adalet çizgisine çağıran söylemlerde bulunuyoruz ve bu söylemleri devam ettiriyoruz.

Bu düzenlemenin geneline baktığımızda, 6'ncı maddede, gözaltı süresinin otuz günü geçemeyeceği, avukat görüşmelerinin yasaklanması, sınırlanabileceği, kaydedilebileceği, belgelerine el konulabileceği, avukatların sayı olarak sınırlanabileceği gibi düzenlemeler var. İşte bu bütün düzenlemelere, üç ay boyunca uygulamalara da baktığımızda aslında şunlar oldu Türkiye'de: İşkence altında, işkenceyle 15'e yakın insan hayatını kaybetti ve bu düzenlemeyle işkence yaygın ve sistematik bir hâl aldı. Ayrıca adil yargılanma hakkı bertaraf oldu, savunma hakkı tamamen lağvedildi, insan onuruna, insanlığa karşı suçlar işlenmesine vesile oldu.

Doğrusu, bütün kanun hükmünde kararnamelerin geneline de baktığımızda, artık bütün dünya düzenlerinin, hukuk düzenlerinin terk ettiği o çağ dışı, o ilkel, hatırlarken, okurken bile travma yaşadığımız o korkunç engizisyon dönemlerinin, düzensizlik, zorbalık döneminin, yönetimsizlik ve diktatörlük dönemlerinin ruhuyla hazırlandığını söylemek mümkün. Bu kanun hükmünde kararnameler o kadar hukuk dışı ki, milyonlarca insanı o kadar güvencesiz bir hâlle yüz yüze bıraktı ki, hukuku uygulaması gereken ve adalet dağıtması beklenen mekanizmalar da dâhil, bu iklimde keyfî uygulamanın dozunu hepten kaçırmış durumdalar. Bu hâliyle bir düzenden, bir yönetimden bahsetmek de mümkün değil.

Bu maddeye dair eğer en ufak insan haklarına saygı, adil yargılanmayı esas alan bir düzenleme ya da bir vurgu, bir atıf dahi görmüş olsaydık, gerçekten de sizin darbeyle, darbecilerle mücadele alanında samimi olduğunuzu söyleyebilirdik ancak hiçbirinde böylesi bir yaklaşım ne yazık ki yok, gerek ruhu gerekse lafzı bakımından bu bahsettiğim değerlerden tamamen uzak. Bakın, otuz güne kadar gözaltı süresi öngörülüyor, sıkıyönetim zamanlarında bile bu kadar uzun süre öngörülmemişti. Zaten sürenin kendisi başlı başına "işkence" demektir. Eğer otuz günlük bir süre koyuyorsanız -ki uygulamada bu otuz günün neredeyse tamamı kullanılıyor- iyi ihtimal, on beşinci, on altıncı günde mahkeme huzuruna çıkarılıyor ve o gün de görüyoruz ki işkence çıplak gözle de görülebilecek seviyelere ulaşmış, böylesi uygulamalarda şunu açıkça söylemek mümkün aslında: Eğer bu kadar uzun sürede, deliliniz yokken delillerle beraber hâkim karşısına çıkarılamıyorsa o hâlde, o süreç boyunca ya delil uyduruluyordur ya da işkence yapılıyordur yani başka bir açıklaması yok bu işin. Beş güne kadar avukat görüşü yasaklanıyor zaten, beş günün sonunda da psikolojik ve fiziksel işkence uygulamaları göze çarpıyor.

Evet, değerli milletvekilleri, bu uygulama sonunda, ayrıca uygulayıcılara çok ciddi cesaretler de verilmiş durumda. Bu düzenlemelerin mantığını ve ruhunu okuyan uygulayıcılar, örneğin cezaevi müdürleri, kolluk, savcı, hâkim de son derece pervasız ve keyfî uygulama alanı yaratmış durumda. Yakın zamanda müvekkiliyle görüşmeye giden bir avukat arkadaşımız, cezaevi müdürünün talimatıyla gardiyanlar tarafından işkenceye maruz kaldı. Savunmaya, savunma hakkına bu kadar müdahale ederseniz işkenceciler böyle daha açık, daha pervasız göz önünde uygulamalarla karşımıza çıkar.

Gerçekten de bu düzenlemenin, bu kanun hükmünde kararnamenin içeriğine bakınca önceliğinin ne olduğunu sormamak mümkün değil. Gerçekten önceliği insan mıdır? Hayır. Yurttaş mıdır? Hayır. Uluslararası standartlar mıdır? Hiç değil. İnsani değerler midir? Tamamen bunlardan uzak. Nedir peki diye sorunca biz şu cevabı görebiliyoruz: Cemaatle ortaklığı bozulan AKP'nin devletteki makam ve mevkileri ele geçirme operasyonudur, iktidarın devleti ele geçirme çabasıdır. AKP bu süreçte kendi hükümranlıklarından daha üstün bir değer tanımadığını bizlere ve tüm dünyaya ilan etmiş durumdadır. Bir an önce bu uygulamalara son verilmesini diliyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Devamla) - OHAL'in kaldırılması gerekir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)