GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 667 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname (1/746) ile İç Tüzük'ün 128'inci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:7
Tarih:13.10.2016

CHP GRUBU ADINA MURAT EMİR (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Ben de bu vesileyle Ankara'mızın Başkent oluşunun 93'üncü yılını kutluyorum ve hemşehrilerim adına bir Ankara Milletvekili olarak bu onuru bize bahşeden Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarına şükranlarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, nihayet onca engellemeden sonra 1'inci kararname olan 667 sayılı kararnameyi görüşme olanağı bulduk. Tabii, bu kararname ve olağanüstü hâl ilanınız birçok hukuki ve siyasi sakatlıklar ve çarpıklıklarla malul.

Değerli arkadaşlar, bir defa bu OHAL gerekmezdi. Biliyorsunuz, siz bugünlerde azımsamaya gayret etseniz de 15 Temmuz darbe girişimine tüm Türkiye karşı durmuştur. Başta Cumhurbaşkanı vardır ama ana muhalefet partisi lideri de, bizler de hep beraber ülkenin bütünü, yaşayan herkes bu darbeye büyük bir kararlıkla karşı durmuştur. Biz, OHAL ilanı yaptığınız zaman size söyledik, bunlara gerek yok. Niye gerek yok? Çünkü "Eğer Fetullah Gülen'le mücadele edecekseniz, bu hastalığı ülkemizden temizleyecekseniz ne ihtiyacınız varsa biz buradayız, her türlü katkıyı vermeye hazırız." demiştik ve olağanüstü hâlin birçok hukuksuzlukların, haksızlıkların, adaletsizliklerin önünü açacağını da ısrarla vurgulamıştık. Maalesef, bir kez daha haklı çıkmanın üzüntüsünü yaşıyoruz değerli arkadaşlar.

Bakınız, olağanüstü hâl kararnamesinde, bu konuştuğumuz kararnamede, bir defa, açık hukuki eksiklikler var. Siz olağanüstü hâli açık bir çek gibi kabul ediyorsunuz, bir defa aldık, dilediğimiz gibi kanun hükmünde kararname çıkartırız, dilediğimiz düzenlemeyi yaparız ve dilediğimiz işleri yaparız zannediyorsunuz ama değerli arkadaşlar, bakın, geçenlerde Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan bile "Evet, olağanüstü hâl anayasaldır ama orada neyi yapacağınızın ve neleri yapamayacağınızın açık bir biçimde sınırları çizilmiştir." demişti. Peki, bu sınırlar nelerdir diye baktığımızda, bakınız, bir defa, durumun gerektirdiği hâllerle sınırlı olmak zorundasınız, Anayasa 121. Tabii, siz bugünlerde bu Anayasa'yı fazla ciddiye almıyorsunuz, nasıl olsa değiştirme arayışına, gayretine girdiniz, "Anayasa'yı bazen takmasanız da olur." diyen bir Cumhurbaşkanı var ama hâlâ bu yürürlükte, bunu bilin. Durumun gerektirdiği hâllerin ötesinde düzenlemeler yapamazsınız. Bunlar açık seçik hukuka da Anayasa da aykırıdır. Ölçülü olacaksınız, Anayasa'nın 13'üncü maddesi. Temel hak ve özgürlükleri ancak kanunla, özüne dokunmaksızın ve mutlaka ölçülü olarak sınırlayabilirsiniz ama maalesef, bu kararnamenin hiçbir yerinde hiçbir ölçü söz konusu değil. Çekirdek haklara dokunamazsınız, temel hak ve özgürlükleri çekirdek haklara dokunmadan sınırlayabilirsiniz. Nedir bu haklar? Mesela, masumiyet karinesi, Anayasa 38. İnsanları yargılamadan, bağımsız mahkemelerden kararlar çıkmadan peşinen suçlu ilan edip, peşinen görevlerinden ihraç edemezsiniz. Bunu yaptığınız anda hukuksuz olursunuz ve olağanüstü hâlin bile size vermediği bir yetkiyi kullanmış olursunuz.

Değerli arkadaşlar, bunun dışında, bakınız, işkence yasağı. Otuz gün gözaltı süresi yaptınız. Avukatları dahi gözaltındakilerle İlk beş gün görüşemiyor. Şimdi, bu koşullar altında siz "Benim karakollarımda, hapishanelerimde işkence yok." deseniz, buna kim inanır? Bu utancı Türkiye'ye yaşatmayın, gelin, bu düzenlemeyi düzeltelim. Tabii, burada boş sıralara konuştuğumuzun farkındayız ama yine de bunun mutlaka düzeltilmesi, ölçülülük ilkesine göre kabul edilebilir bir sınıra çekilmesi şart arkadaşlar.

Bunun dışında, düşünce ve kanaat özgürlüğü var. İnsanları inançlarına göre değerlendiriyorsunuz, herhangi bir yargılama yapmadan, isnatlarla hayatlarını karartıyorsunuz, açığa alıyorsunuz, ihraç ediyorsunuz, buna benzer bir sürü hukuksuz işlem yapıyorsunuz. Bakınız, 1'inci maddede "terörle mücadele" diye bir kavramla karşılaşıyoruz. Buna ihtiyaç ne? Yani daha önce siz terörle mücadele edecek idiniz de bu Meclisten hangi kararı çıkaramadınız? Bakınız, bu millet size terörle mücadele noktasında, biz de dâhil olmak üzere, bu Meclis dâhil olmak üzere dilediğiniz her şeyi vermiyor mu? Siz "Terörle mücadeleyi niye yapamıyorsunuz? Ülke niye böyle kan gölünde boğuluyor?" diye düşüneceğinize tüm sorunları olağanüstü hâlle çözmenin arayışına giriyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, aslında niyetiniz o değil. Tabii, niyetinizin o olmadığını yaptıklarınızdan anlıyoruz. Ne yaptınız? Mesela Barış İçin Akademisyenler... Tartışılabilir o bildirinin metni, tartışılabilir ancak sizin beğenmediğiniz fikirleri var diye, sizin beğenmediğiniz bildirilere imza atıyorlar diye o insanların meslek hayatlarını karartmaya ne hakkınız var ve bunun FETÖ darbe girişimiyle ne ilişkisi var? 10 binin üzerinde EĞİTİM-SEN'li öğretmeni açığa aldınız. Bakınız, tüm toplumsal muhalefet gruplarını susturmaya, sindirmeye, yok etmeye çalışıyorsunuz. Televizyonları kapatıyorsunuz, radyoları kapatıyorsunuz, türkü kanallarıyla mücadele ediyorsunuz ve bunu da "FETÖ'yle mücadele" başlığı altında yapıyorsunuz. Buna hiç kimse inanmaz ve aslında bu, FETÖ'yle mücadeleyi de zaafa uğratan bir şeydir. Ben sizin FETÖ'yle de samimi bir şekilde mücadele ettiğinize asla inanmıyorum, haberiniz olsun.

Değerli arkadaşlar, kararnameye bakıyoruz. Bir defa -teknisyen arkadaşlar burada mı bakıyorum, evet, varlar- son derece ciddiyetsiz. 2'nci, 3'üncü, 4'üncü maddede "Terör örgütüne iltisakı, ilişkisi belirlenen" diyor, "tespit edilen" diyor, "değerlendirilen" diyor. Yani kavramlar bile ciddiyetsiz. Bakınız, hukukta "değerlendirmek", "belirlemek", "tespit etmek" çok farklı kavramlardır. Yani bu özeni, bu ciddiyeti dahi göstermemişsiniz. Gerçekten utanç verici bir belge Sayın Bakan, haberiniz olsun.

Değerli arkadaşlar, kim karar verecek insanların terör örgütüyle iltisaklı, ilintili olduğuna? Bir komisyon. Bakın, keyfîlik yapıyorsunuz, yargı makamı değilsiniz, hata yapıyorsunuz. Bir de diyorsunuz ki: "Kılı kırk yarıyoruz." Öyle bir şey yok. Kuruyla yaş alenen, açık seçik yanıyor ve bunların hepsi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden dönecek ve sizin bu yanlışlarınız yüzünden FETÖ'cüler de dönecek, haberiniz olsun. Sizin bir kısmınız bunu yanlışlıkla yapıyor olabilir, bu hatayı görmüyor olabilir ama kanımca bu yanlışlıkları bu kararnamenin içine koyanlar, aslında FETÖ'cülerin, en nihayetinde, tekrar Türkiye devlet mekanizmasının içerisine girmesinin de hazırlığını yapıyorlar, bundan da haberiniz olsun çünkü dönecekler. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 15/2, bakınız, bütün bu yaptığınız orantısız işler, ilişkisiz işler ve olağanüstü hâlin gerektirmediği, durumun gereğine uygun olmayan işlerin hepsinin döneceğinden haberiniz olsun.

Değerli arkadaşlar, sendikaları kapatıyorsunuz, sıkıyönetim hâlinde bile sendikalar, konfederasyonlar kapatılamaz, usulüne göre kapatılır. O hâlde siz bu yetkiyi nereden aldınız?

Bunun dışında, bakınız, Anayasa Mahkemesi dün -bana göre- garabet bir karar verdi: "Olağanüstü kanun hükmünde kararnameleri değerlendirmeye ben görevsizim." Dedi. Son derece yanlış çünkü siz, bir kararnameye "olağanüstü" dediniz diye, o kararname olağanüstü olmaz, içine girip bakması gerekir; olağanüstü mü, değil mi. Biraz önce burada ifade ettiğim birçok düzenlemenin olağanüstü hâlle uzak yakın ilgisi yok, FETÖ terör örgütüyle mücadeleyle uzak yakın ilgisi yok, bu nedenle de Anayasa Mahkemesinin bu görevi yapması gerekirdi. Peki, bu Anayasa Mahkemesi böyle bir değerlendirme yapabilir mi? Değerli arkadaşlar, maalesef yapamaz. Çünkü Anayasa Mahkemesi son verdiği kararla majestelerinin mahkemesi olduğunu açık seçik ortaya koymuştur. (CHP sıralarından alkışlar) Nereden mi biliyorum? Bakınız, hukuk tarihine geçecek, bana göre bir utanç vesikası olacak bir karar verdiler. 2 üyesini açığa aldılar ve orada da bu kararnameyle ilgili olarak -bana göre- son derece veciz ifadelerde bulunuyorlar. İlk 7 sayfası bir defa lüzumsuz, bizim burada konuştuğumuz "FETÖ terör örgütü böyle yapılanmış, şöyle gelmiş, böyle darbe olmuş, Sayın Cumhurbaşkanı şöyle şöyle mücadele etmiş." diye bir edebiyat. Sonuna geliyoruz, bakın, bu hukuksuzluğu nasıl saklıyorlar. Diyor ki: "667 sayılı KHK kapsamında yapılacak değerlendirme adli suç veya disiplin suçu niteliğindeki somut bir eylemin soruşturulması mahiyetinde olmayıp Anayasa Mahkemesi üyelerinin belli bir yapıyla herhangi bir bağlarının olup olmadığına ilişkin kanaatin oluşturacağı bir süreci ifade eder." "Kanaatim yeterlidir, ben delil aramam." diyor, bakınız. Ötesinde diyor ki: "Bağlarının olup olmadığına ilişkindir." Ve "Yukarıda ifade edildiği üzere bu değerlendirme için Genel Kurulun salt çoğunluğunda anılan üyelerle ilgili oluşacak kanaat yeterlidir." diyor, delile dayanma ihtiyacı olmadığını söylüyor.

Bunun ötesinde şuna dikkatinizi çekerim: "Anılan yapıyla ilgileri olduğuna dair sosyal çevre bilgisi ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin zaman içinde oluşan ortak kanaatleri birlikte değerlendirildi." diyor. Yani, yargıçlar toplanıyorlar, sosyal çevre bilgisinden bir kanaat ediniyorlar ve salt çoğunlukla içlerinden 2 yargıcı, Anayasa Mahkemesi üyesini alıyorlar ve açığa koyuyorlar. Böyle bir ülkede Anayasa Mahkemesinden, anayasa yargısından, bağımsız yargıdan bahsetmenin olanağı yoktur, açık seçiktir.

Bu nedenle, değerli arkadaşlar, bu kararnamenin bir an evvel düzeltilmesini ve ülkemizin -eğer demokrasimizi güçlendireceksek- demokrasi ve olağan hukuk düzeni içerisinde yönetilmesini talep ediyoruz.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.