GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Başbakanlığın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21/7/2016 tarihli ve 1116 sayılı Kararı uyarınca ülke genelinde devam etmekte olan olağanüstü hâlin 19/10/2016 Çarşamba günü saat 01.00'den geçerli olmak üzere üç ay süreyle uzatılmasına dair tezkeresi (3/842) münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:5
Tarih:11.10.2016

CHP GRUBU ADINA LEVENT GÖK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum. Üç ay daha uzatılması teklif edilen olağanüstü hâl tezkeresi üzerinde söz aldım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün aşure günü. Muharrem ayının ve aşure gününün önemi, tüm dünyadaki zalimlere, keyfî yönetim alışkanlıklarına, zulmedenlere karşı bir dik duruş sergilemektir. Hazreti Hüseyin ve 72 yâreni boşuna ölmemiştir. O ölümlerin ardındaki gerçek bugün de dünyanın tartıştığı pek çok gerçeklikle birleştiğinde Hazreti Hüseyin'in ve yârenlerinin bugün dahi emsalsiz bir direnişi, zulmedenlere karşı dik durmayı ve keyfî yönetim alışkanlıklarına karşı herkesin seferber olması gerektiği gerçeğinin bir kez daha altını özenle çizmektedir. Aşure ve muharrem ayının bir kez daha İslam âlemine hayırlı olması dileğimi belirterek sözlerime başlamak istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 15 Temmuz gecesi bu Mecliste ve tüm Türkiye'de yurttaşlar, milletvekilleri, bir darbe girişimine karşı Mecliste bombalar altında, sokaklarda, caddelerde tankların altında, silahların gölgesinde hayatını kaybederek -yaralanma pahasına- emsalsiz bir direniş gösterdi. O 15 Temmuz gecesi bu salonda bulunduğumuzda, Sayın Adalet Bakanı da tam buradayken bombalar patlamaya başladı ve bir darbe girişimi karşısında Mecliste bulunan tüm partiler, Meclis dışında olan bütün siyasi aktörler darbenin karşısında çok net bir duruş sergilediler, dediler ki: "Biz Meclisin kapatılmasına, Türkiye'nin, demokrasinin yara almasına asla izin vermeyiz." Bu Meclis yaşayacaktır. Kurtuluş Savaşı'nı yöneten bu Meclisi düşman kapatamamıştır, ne yazık ki FETÖ'nün silahlandırdığı askerler, onların emrindeki tanklar, uçaklar asla susturamazlar.

Biz millî iradeye saygılıyız ve o gece burada bütün partiler uzlaşarak dediler ki: "Parlamento çalışmalıdır, çalışacaktır, bunu dosta düşmana ve başta darbecilere göstereceğiz." Ve o anlayışla sabaha kadar burada nöbet tutarak, bombalar altında tahrip edilen Mecliste, Türkiye'deki bütün milletvekilleri -burada bulunan bütün milletvekili arkadaşlarımı kutluyorum- hepsi bir destan yazdılar ve Parlamentoyu çalıştırdılar. Amaç ne? Türkiye olağanüstü bir döneme girmesin, darbe hukukuyla tanışmasın. Eğer darbe başarılı olsa bizi bekleyecek olan o olağanüstü tablonun içerisinde demokrasimiz ne kadar yara alacak ise, biz o yaraları önlemek adına burada gerekirse göğsümüzü siper edelim, hayatımızı ortaya koyalım ama Türkiye'yi normal bir düzende tutalım. Bunun için buradaydık. Sabaha kadar omuz omuza, birbirimizle o duyguları paylaştık. Herkes birbirine o gün çok daha farklı bakıyordu. 15 Temmuzdan önceki siyaset dilinin artık bir daha konuşulmaması gerektiği konusunda ittifak ettik. "Sığınak" zannettiğimiz aşağıdaki bodrum katlarına indiğimizde o duyguları sabaha kadar beraber yaşadık. Türkiye normalleşsin, bu darbe önlensin, Türkiye bir daha darbelerle tanışmasın, olağanüstü hâl yaşanmasın; bunun açısından mücadele verildi.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin 15 Temmuzda atlattığı FETÖ darbe girişimi karşısında ne denli dik durulduysa ondan sonraki süreçte yaşananlar, ne yazık ki o 15 Temmuz gecesi Parlamentonun bu zeminde, ortak bir şekilde ortaya çıkan iradenin yansıttığı iradenin dışına taşmıştır. Niçin biz mücadele ettik? Parlamento kapanmasın, olağan dönem sürsün. Bu nedenle, Hükûmetin 21 Temmuzda getirmiş olduğu ilk olağanüstü hâlin ilanına ilişkin tezkerede "hayır" oyu kullandık, buna gerek yok dedik. Böyle bir darbe girişimi önlendi, hepimiz mücadele ettik. Hepimiz omuz omuza mücadele veriyoruz, sırt sırta duruyoruz, olağanüstü hâle gerek yok, niçin gerek duyuyorsunuz? Ne varsa gereken, her şeyi Parlamentoda yapalım. Bu kararlılık içerisinde Cumhuriyet Halk Partisi dünyadaki gerçekleri, uluslararası kuruluşların kıstaslarını, normlarını esas alarak önerdi, dedi ki: "Biz FETÖ'yle mücadelede yanınızdayız ama Türkiye'nin de bir olağanüstü dönemle mağdur edilmesini istemiyoruz."

Hükûmet o dönemde, darbenin, darbe gecesinin yaşandığı günlerden sonra bir türlü kendisini dünyaya anlatamadı. Dünyadan kimse gelip Türkiye'deki darbeyi kınayan açıklamalar yapmadı. Dünyanın en saygın ülkelerinden bekledik biz bunu, dedik: "Niçin Türkiye'deki darbe girişimini kınamıyorsunuz?" Hükûmet parlamenterleri gönderdi, biz de arkadaşlarımızı aralarına kattık, "Gidin, darbe girişimini anlatın." Ama dünyadan bir tek kınama mesajı gelmedi değerli arkadaşlarım. "Niçin?" derseniz, onun cevabını Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Kati Piri verdi. Türkiye, Hükûmet bütün dünyaya ilan etti, dedi ki: "Bir Fetullahçı örgüt var Türkiye'de, biliyor musunuz? O örgüt darbe yaptı, biz bununla mücadele ediyoruz." Ama Avrupa Parlamentosu Raportörü Kati Piri dedi ki: "Değerli Türkiyeli yurttaşlar, Türkiye'deki yurttaşlar; Gülen hareketini yıllarca Brüksel ve diğer Avrupa başkentlerine AKP anlattı ve destekledi." Şimdi dünyanın anlamaması mümkün. Siz yıllarca övmüşsünüz, desteklemişsiniz, himaye etmişsiniz, korumuşsunuz; sonra bir gecede böyle bir olay olunca, tam tersi bir anlayışla, siz "Fetullahçı darbe girişimini niçin anlamıyorsun?" diye sorduğunuzda onlar da size "Kardeşim, yıllarca bunun siz bize reklamını yaptınız, anlattınız, 'Bunu himaye edin, okullarını koruyun, bu Fetullahçı yapıyı koruyun.' diye siz anlattınız." diye cevap verdiler. Sorun burada. (CHP sıralarından alkışlar) Sorun burada.

Şimdi, böyle bir tablo içerisinde olağanüstü hâl ilan edildi. Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş dedi ki: "Arkadaşlar, biz kısa tutacağız olağanüstü hâli. Üç aya kadar yetki alıyoruz ama bir buçuk aya kadar işimizi bitiririz ve olağanüstü hâli kaldırırız, Türkiye normalleşir." Bunu kim söylüyor? Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş söylüyor.

Peki, Sayın Adalet Bakanı ne diyor? O da huzurda. O da olağanüstü hâl tezkerelerinin görüşmelerinde Hükûmet adına söz aldı 21 Temmuz 2016'da, hepimize hitaben burada dedi ki: "Arkadaşlar, üç aylık bir süre koyduk ama biz bu süreyi tamamlamak zorunda değiliz. Biz üç aydan kısa süre içerisinde atacağımız adımlarla bu olağanüstü hâli kaldıracağız, Türkiye'yi normalleştireceğiz." Sayın Bakan herhâlde bu konuda bizlere bir gerekçe üretecektir. Yani üç aydan sonra tekrar üç ay uzatılma gerekçesini bilmek Türkiye'nin hakkıdır değerli arkadaşlar. Niçin uzatılıyor? Ben, aynı şekilde, gelen tezkerede de gerekçenin olmamasını ve Sayın Adalet Bakanının Meclisi bilgilendirmemesini gerçekten kaygıyla karşılıyorum. Nedir gerekçe? Yani bu gerekçe bir sunulmalı ki ona karşı herkes diyeceğini demeli. Bu gerekçe sunulmadı.

Değerli arkadaşlarım, daha sonra öğreniyoruz ki Sayın Cumhurbaşkanı olağanüstü hâlin olağan hâle dönmesi açısından bir mesaj verdi, "Ben Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarını bilirim. Olağanüstü hâlde kararnameler çıkartmak Meclisi çalıştırmaktan daha kolaydır." deyince işin rengi anlaşıldı. Yani ne oldu? Meclis devre dışı. Bunu kabul edemeyiz değerli arkadaşlarım, bunu kabul edemeyiz. Meclisin devre dışı kalmasını hiç kimse kabul etmemelidir, hiç kimse. Ne olacaksa burada olmalıdır. Bomba da yedik burada, FETÖ'ye karşı da mücadele ettik burada ama kanunları da beraber yapacağız.

Bakın, Türkiye, Hükûmet olarak, olağanüstü hâl ilan ettikten sonra Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bir mektup sundu. Bu mektubun İngilizce metni elimde değerli arkadaşlarım ve bu metinde Türkiye, Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'nin tam 13 maddesini askıya alacağını bildirdi. Toplam madde sayısı, askıya alınabilecek madde sayısı 27; Türkiye yarısını askıya alacağını ifade etti.

Değerli milletvekilleri, 1990 yılında ilan edilen ve AKP'nin de övünçle bahsettiği, "OHAL kalktı. Baskılar bitti. Köyümde özgürce yaşıyorum." dediği döneme ilişkin olarak, 1990 yılında ilan edilen olağanüstü hâlle ilgili olarak Türkiye, Birleşmiş Milletlere tam 6 maddesini askıya aldığını bildirdi, tam 6 maddesini. Bu maddelerin 5'ini de iki yıl sonra kaldırdı. O terör olaylarının en çok yaşandığı dönemde Türkiye sadece 1 maddeyi askıya aldığını bildirerek Birleşmiş Milletlere derogasyonunu bildirdi, kısıtlamalarını bildirdi.

Tartışıyoruz şimdi, Fransa'yı örnek veriyorlar. Fransa'da OHAL var, evet var. Fransa ne yaptı değerli arkadaşlarım? 27 maddeden tam 3 maddesini bildirdi, sadece 3 madde. Özgürlük ve güvenlik, 9'uncu madde; seyahat özgürlüğü, 12'nci; mahremiyet, kişilerin dokunulmazlığı, gizliliği, 17'nci madde olarak üç maddeyi. Türkiye kaç madde bildiriyor? 1990 yılında 6 maddeyi bildirmişiz. 2016 yılına geldiğinde, OHAL'in kalkmasını övünerek söyleyen iktidar partisi tam 13 maddeyi getiriyor. Değerli arkadaşlarım, bu maddelerden bir tanesi, 14'üncü madde, adil yargılanma hakkı. Değerli arkadaşlarım, eğer Hükûmet yetkililerinin de... Ben, Sayın Bakan, bu konuda sizden çok özenli bir cevap beklediğimi ifade etmek istiyorum. Ben konuştuğum zaman bu maddeden haberi olmayan yöneticilerinizin olduğuna şahit oldum.

Adil yargılanma hakkı. Değerli arkadaşlarım, bir devlet, ne yaparsa yapsın, hangi özgürlükleri askıya alırsa alsın adil yargılanma hakkını askıya alamaz. Şimdi, ne yapıyorsunuz biliyor musunuz? Sayın Bakan -bu konuda- eğer bilginiz dışında bu derogasyon bildirilmişse Birleşmiş Milletlere bunu derhâl geri çekin, 14'üncü maddeyi, adil yargılanma hakkını. Neden? Türkiye'yi çünkü çok önemli tehlikeler bekliyor değerli arkadaşlarım.

"Mağduriyetler." diyoruz, "Mağduriyetler oluşuyor." diyoruz. Sayın Başbakan bugün açıklama yapıyor "Mağduriyet edebiyatı yapmayın." diye ama Sayın Başbakan şu sorunun cevabını vermiyor: Her ilde kriz masası kuruldu. Neyin kriz masasıydı bu? Mağdur olanların müracaat edecekleri bir masa oluşturuldu yani ortada bir kriz var değerli arkadaşlar. Bizim kastettiğimiz mağduriyetlerden de ne anladığımızı ifade edeyim: Bir şirkete el koymuşsunuz, o şirketin bir başka yerde bayisi var. O şirket kapatılmış, -örneğin buzdolabı satıyor, televizyon satıyor- mal alamıyor; o bayiler de kapanıyor. O bayilerde çalışan işçiler, onların eşleri, çocukları, işte, mağduriyetler bunlar. Ya da bir başka kişi; bir başka yeri kapatıyorsunuz, onunla ilişkili olan pek çok yer mal veremiyor, parasını tahsil edemiyorlar. Birçok şirketten şu anda parasını tahsil edemeyen yurttaşlarımız var. Mağduriyet alanı son derece genişledi.

Şimdi, böyle bir tablo açısından baktığımız zaman, Hükûmet diyor ki: "Dünya bizi anlamıyor." Ama siz de onları anlamıyorsunuz. Bakın, onlar Türkiye'yi çok güzel anlıyorlar. İlk kararname, 667 sayılı Kararname çıktığı zaman Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks bir rapor yayınladı, -rapor elimde, yarın inşallah görüşeceğiz o kararnameyi- ve dedi ki o raporda...

Değerli arkadaşlar, bu raporları sizler inceliyor musunuz bilmiyorum, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak kararnameleri alıyoruz önümüze, kendi yasal mevzuatımızı alıyoruz önümüze, Avrupa mevzuatını, Birleşmiş Milletler mevzuatını, insan hakları örgütlerinin mevzuatlarını önümüze alıyoruz... Sizin örneğin bu Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinden, -Türkiye için önemlidir bunlar, Türkiye'yle ilgili ağır yaptırımlar getirebilecek kararlar alınan makamlardır- bunlardan haberiniz var mı?

Sayın Bakan, bu raporları görüyor musunuz, inceliyor musunuz bu kararnameleri hazırlarken? Sayın Bakan tabii benim konuşmamı dinlemek yerine konuşmayı tercih ettiği için bunu görmediği gibi, bundan sonra da göreceğine dair inancım zayıfladı.

Şimdi, adamlar yazmışlar, belirtiyorlar: "Geçtiğimiz hafta Türkiye'de ilan edilen olağanüstü hâl kapsamında çıkarılan ilk kanun hükmündeki kararnameyi endişeyle inceledim." diyor. Kim söylüyor bunu? Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri söylüyor. "Burada Türkiye'nin almış olduğu insan haklarının sınırlanmasına ilişkin kısıtlamalar insan hakları sözleşmelerine aykırı, bunu yapmayın." diyor. Daha ne desin? Diyor ki: "Biz daha geçenlerde, 1996 yılında gözaltı süresi on dört gün olduğu için Türkiye'ye mahkûmiyet kararı verdik, siz gözaltı süresini otuz güne çıkarıyorsunuz."

Arkadaşlar, adamlar daha ne desinler? Bunları görüyor musunuz bilmiyorum; biz bunları görüyoruz; biz bizi neyin beklediğini de biliyoruz. Ve sonra, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Jagland "Türkiye kesin kanıtlar koymalı ve ilişkili olan herkesi mahkemelerde yargılamalı." diyerek bir açıklama yapıyor. E, daha ne desinler? Yani, Birleşmiş Milletler Genel Sekreter Yardımcısı bunu söylüyor, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri böyle söylüyor ve Avrupa Konseyinden de bir iki gün önce bir rapor çıktı, önümüzdeki günlerde yayınlanacak, neredeyse muhtıra gibi bir rapor. Bunları görünce üzülmemek gerçekten mümkün değil. Yani bizi neyin beklediğini görmek açısından bunları ben sizlerle paylaşıyorum, ister yaparsınız ister yapmazsınız ama ben önümüzdeki günlerde Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde çok ciddi tazminat davalarıyla karşı karşıya olacağı gerçeğinin altını çiziyorum, bunlarla karşılaşacağız. Ergenekon'da haksızlık yapıldığı zaman, Balyoz'da haksızlık yapıldığı zaman nasıl ifade ettiysek ve orada yargılananlar nasıl trilyonlarca tazminat alıyorlarsa...

Sayın Bakan, değerli Hükûmet, değerli AKP'li kardeşlerim, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin önünde devasa bir yığınak var, devasa bir dava sağanağı başlamış durumda, şu anda tam 20 bin dava açılmış durumda. Bunların altından nasıl kalkacağız, sorun burada. Yani, siz şimdi olağanüstü hâli uzatıyorsunuz. E, bu mağduriyetler önlenebilecek mi? Yani, Türkiye'de neredeyse 50 bin kişinin işine son verildi, bir o kadar kişi açığa alındı. Bunların hepsi suçluysa bir sorun yok ama değilse ne yapacaksınız?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çağdaş demokrasilerde olağanüstü yönetim usulleri devletin ya da ulusun varlığına yönelmiş olağanüstü bir tehdit ve tehlikeyle, bu tehdit ve tehlikenin olağan dönemlerde alınacak tedbirlerle ortadan kaldırılamayacak boyutta olması durumunda bu tehdit veya tehdidi ortadan kaldırmayı amaçlar. O hâlde nedir? 15 Temmuz gecesi yaşadığımız darbe girişimi önlendiğine göre, bu tehlike ortadan kalktığına göre artık bu gerekçe ortadan kalkmış demektir. Şimdi, bu nedenle, olağanüstü hâli bir olağan hâle getirecek keyfî uygulamalar içerisinde olunduğu zaman, işte bu, bütün dünyanın dikkatlice izlediği bir tablo hâline gelir. Bundan kurtuluş yok. Değerli arkadaşlarım, bütün dünya Türkiye'deki bu olağanüstü hâl sürecini izliyor, onlar da Türkiye'de neler yapıldığını biliyor.

Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, adı ne olursa olsun elinde silah tutan PKK, DHKP-C, FETÖ, kim varsa masum insanları öldüren, Meclisimizi bombalayan, darbe girişiminde bulunan, millî egemenliğe kasteden tüm unsurları lanetliyoruz ve hepsinin karşısında durmaya bundan sonra da devam edeceğiz ama hukuk içinde kalmak, anayasal sınırlar içerisinde kalmak kaydıyla. Anayasa'dan bir ayrıldığınızda, bir keyfî uygulamaya başladığınızda sizi dağlarca sorun bekliyor. Bunu gidermemiz gerekiyor. Bu nasıl giderilecek? Geçen gün Anayasa Mahkemesi Sayın Başkanı da iki üyenin yemin töreninde ifade etti, dedi ki: "Olağanüstü yönetim usulü, anlayışı anayasaların bütünüyle askıya alınmasını, temel hak ve hürriyetlerin tamamen kullanılmaz hâle getirilmesini reddeder." Anayasa Mahkemesi Başkanı dedi. Demek ki yasal mevzuatımız bu, uluslararası mevzuat bu; e, Türkiye'nin, iktidarın yaptığı uygulamalar, gerçekten çok kaygı verici bir tablo içerisinde, yaratılan mağduriyetlerin büyüklüğü karşısında Türkiye'yi onarılamaz tazminat davalarıyla karşı karşıya bırakacak boyuttadır. Biz bu tabloyu görüyoruz. Bu tablonun içerisinde iktidarın olağanüstü hâlin kolaycılığına kapılarak Meclisi devre dışı bırakmak suretiyle, Mecliste yapılması gereken işleri yürütmeye devretmek suretiyle de keyfî bir yönetim anlayışına doğru kaydığını görüyoruz ve bunu kaygıyla izliyoruz. Türkiye'nin en önemli problemi budur. Eğer böyle bir kaygıyla siz Türkiye'yi yönetmeye, devletin organlarını değiştirmeye, kurumları ortadan kaldırarak, başka kurumlar ihdas ederek Türkiye'yi yeniden bir yapılandırmaya kalkarsanız, bu, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesine aykırı olur. Olağanüstü hâlin kolaycılığıyla bir yandan okullarda laik eğitim sisteminden vazgeçiliyor, bu en barışçıl gösteriler yasaklanıyor ve Türkiye'de olağanüstü hâl keyfî bir uygulama olarak bugün önümüzde duruyor.

Sonuç olarak -zamanım bittiği için değerli arkadaşlarım- Avrupa Birliği normları, kendi yasalarımız, kendi uygulamalarımız ve geçmişten gelen tecrübelerimize bakıldığında olağanüstü hâlin bir an önce sona ermesi, Meclisin çalışır hâlde olduğu gerçeği göz önünde tutularak olağan, normal düzene gelmemiz en gerçekçi yoldur.

Bu nedenle, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak FETÖ'ye karşıyız, darbelere karşıyız ama hukuka saygılıyız, Anayasa'ya saygılıyız ve tüm dünyadaki evrensel normları biliyoruz.

Bu açıdan, olağanüstü hâlin uzatılmasına ret oyu vereceğimizi hepinize saygıyla arz ederim. (CHP sıralarından alkışlar)