GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:2
Birleşim:2
Tarih:04.10.2016

BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 26'ncı Dönemin İkinci Yasama Yılının tüm Türkiye halklarına hayırlı olmasını umuyor ve diliyorum.

Doğrusu, ayrı kaldığımız, Meclisin kapalı olduğu dönemde OHAL ve kanun hükmünde kararnamelerle açığa çıkan uygulamalar gerçekten çok sayıda hukuksuzluğu barındırıyor ve bu kadar kısa süre içerisinde onlarca, binlerce insanı, milyonlarca öğrenciyi mağdur eden uygulamalar gerçek bir hukuksuzluk boyutuna ulaşmıştır. On dakikalık süre içerisinde hepsini tek tek belki ele almak mümkün değil ama mümkün olduğunca özetlemeye çalışacağım.

Yine, ikinci yıla başlarken açılış gününde savaş tezkeresini onaylamış olmak ve OHAL'le yönetime devam kararıyla çalışmalara başlamış olmak, umut beklentisi içinde, gözü bu Mecliste olan milyonları daha çok tedirgin etmiştir. Oysa, halklara söylenecek en güzel söz, esasen -Meclis açıldıysa- korkunç bir hukuksuzlukla uygulanmaya devam edilen OHAL rejiminin son bulduğunu söylemek olurdu, yapılan haksızlıkları giderecek düzenlemelerin yapılacağına dair sözleri sarf etmek olurdu; mevcut Hükûmetten güzel gelecek beklentisi ancak böylesi adımlarla karşılanabilirdi. Ne yazık ki yapılan uygulamalardan ve verilen kararlardan anlıyoruz ki o beklentiyi karşılama sorumluluğunu üstlenecek bir Hükûmet ve bir yönetim şu an için yoktur.

Sayın milletvekilleri, 20 Temmuz 2016'da üç ay süreyle uygulanacağına dair ilanı yapılan ve dediğim gibi, ne yazık ki üç ay daha uzatılarak uygulanmaya devam edilecek olan OHAL, darbeyi önlemeyi değil, fiilî diktatörlük sistemini Türkiye kamuoyuna kanıksatmaya yönelik atılan bir adımdır. Bugün karşı karşıya kaldığımız durumu özetleyecek olursak bastırılmış darbe girişiminden beş gün sonra OHAL ilan ederek mevcut Anayasa'nın OHAL'le ilgili maddelerine ve 15'inci maddesine, AİHS'in 15'inci ve Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'nin 4'üncü maddesine aykırı olacak şekilde kanun hükmünde kararnamelerle tamamen otoriter bir rejim inşa edilmiştir. Kanun hükmünde kararnamelerin artık iktidarın uygulamalarına, haksızlıklara karşı çıkan, ablukaları protesto eden, Ankara katliamını protesto eden, "Çocuklar ölmesin." diyen, barış isteyen herkesi tasfiye etmeye yönelik olduğu açıkça ortaya çıkmış oldu. Onlarca yıl mücadele ve direnişle, dişleriyle tırnaklarıyla hak elde eden örgütlü, demokratik kamu görevlileri hedef alınmış hâldedir.

Bildiğiniz gibi, kamu personel rejimi Türkiye'de örnek gösterebilecek, iyi uygulamalardan biridir. Bunu sağlayan ise sendikacılık faaliyetleridir ve bugün sendikalaşma oranı Türkiye'de yüzde 71,3'e ulaşmıştır. Ancak, son kanun hükmünde kararnameyle 11.301 öğretmen açığa alındı. Onların açığa alınmaları durumuna baktığımızda ve açığa alınan öğretmenlerin özelliklerine bakınca hemen, esasen, Hükûmetin esas niyeti ortaya çıkıyor. Neredeyse tamamı Kürt illerindeki öğretmenler, batıdakiler ise önceden Kürt illerinden atanan yine Kürt öğretmenler, yüzde 90'ı EĞİTİM SEN'li öğretmenler. Yine, diğer özelliklerine bakacak olursak, ya Ankara katliamının protestosuna katılmış ya da iktidarın yaptıklarını sosyal medya hesaplarından protesto etmiş ve en son olarak, KESK'in aldığı 29 Aralıktaki bir günlük grev kararına uymuş ve o karar gerekçe gösterilerek açığa alınmıştır. Hani şu, KESK'in 29 Aralıkta aldığı iş bırakma eylemi var ya, işte o eylem "Çocuklar ölmesin, okula gelsin." gerekçesiyle ve niyetiyle alınmış bir karardı. Fakat sizler Şırnak'ta bir yıldır okulların olmadığını biliyorsunuz ve Sur'da, Cizre'de, Silopi'de, İdil'de, Nusaybin'de öğretmenlere mesaj atarak o kentleri boşaltmalarını istediniz ve sizler öğretmenlere işi bıraktırdınız. Hangi gerekçeyle? Daha sonra ablukalara alınan kentler yerle bir edildi, çocuklar öldürüldü ve biz defalarca sorduk cevap vermediniz. Orada öğretmenlere iş bıraktırarak, ablukalarla tüm halka işkence uygulayarak, okulları kışlalara çevirerek çocukların, kadınların öldürülmesine seyirci oldunuz, öldürenlerle suç ortağı oldunuz. "Öğretmenler gidecek." dediniz çünkü orada ölme ve öldürme eylemleri olacak demiş oldunuz ve orada ölme ve öldürme eylemleri oldu. Peki, bir yıldır ölme ve öldürme üzerine bir gerekçeyle öğretmenlere iş bıraktıranlara bir ceza, bir yaptırım uyguladınız mı, buna dair tek bir soru sordunuz mu? Tek bir kanun hükmünde kararname var mı? Hayır, yok. Herhangi bir soruşturma olmadığı gibi herhangi bir soru da yok. O grev kararından tam dokuz ay sonra, OHAL bahanesiyle ve fırsatçılığıyla, gecenin yarısı kanun hükmünde kararname çıkararak o öğretmenleri tasfiye ettiniz; KESK'li, EĞİTİM SEN'li Kürt illerinde çalışan Kürt öğretmenleri tasfiye ettiniz bu fırsatçılıkla.

Evet, ülkeler OHAL ilan edebilir, sıkıyönetim de ilan edebilir. Eğer ciddi tehlikeler var ise, temel kıstası kendi ülkesinin vatandaşının can güvenliğini ve geleceğini korumak ise elbette bütün bu uygulama ve kararlar alınabilir. OHAL ilanı gerekçeleri ve alınması gereken tedbirler elbette anlaşılabilir durumdadır. 15 Temmuz darbe girişimi gecesi yine halkını korumak için var olan askerin 225 civarında yurttaşı öldürmesi, yüzlercesini yaralaması, Meclisi dahi bombalaması pek tabii ki acilen düzenleme yapmayı gerektirmiştir. Belki de hiçbir yerde benzeriyle karşılaşmadığımız bir girişimle karşı karşıya kaldık. Fakat, OHAL şartları altında dahi korunması gereken temel değerler vardır ki bu değerlerin en başında da hukukun üstünlüğü gelir. Nitekim, yine hak ve hukuk en zor zamanlarda dahi uyulması zorunlu kurallarla yaşama bir yön verme kudretini barındırıyor. Yönü şaşırmamak için herkesin dönüp bakması gereken bir kutup yıldızıdır hukuk kuralları ve gerek Anayasa'da gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde ve uluslararası temel prensiplere göre de olağanüstü hâllerde sadece olağan yollarla bertaraf edemeyeceğiniz tehlikeleri önleyecek acil önlemleri alabileceğiniz belirtilmiştir. Bu sınırı aşarsanız ortada artık hukuk kalmaz, ortada hukuk devleti ilkesi kalmaz ve asıl tehlike de işte bu hukuktan ayrılma sürecidir. Darbeci demek, hukuk ve sınır tanımazlık demektir. Öyleyse, darbeci ya da darbe karşıtlığı ne olursa olsun hukukun üstünlüğünü savunmayı gerektirir.

Gazeteleri ve televizyonları kapatmak, gözaltı süresini otuz güne çıkarmak ya da işkence iddialarını soruşturmamak değil; aksine, hak ve özgürlükleri genişletmek, darbe tehdidini ortadan kaldırabilir, darbecilerin kendilerine hazırladıkları zemini yerle bir eder.

Türkiye halkları OHAL ve benzeri uygulamalara yabancı değildir. Kasım 1978'de ilan edilen sıkıyönetim 12 Eylül darbesiyle kalıcılaşmış ve en son 2002 yılında sona ermişti. Bunu yine bu Hükûmet sona erdirmişti ama tekrar gündeme getirerek ve bütün temel hak ve özgürlükleri kısıtlayarak o dönemi aratmayacak, o dönemi aşan uygulamalarla bir yere varamayacaksınız. Unutmayın, o dönemlerde hükûmet eden ve yöneten hükûmetlerin, kişilerin, aktörlerin şu an esamesi dahi okunmuyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cizre'de 3 vahşet bodrumunda katledilen 200'den fazla insanımız için Birleşmiş Milletler Türkiye'den yanıt beklemektedir. Darbe girişimi için binlerce askeri ve yargı üyesini görevden almaktan imtina etmeyen Hükûmet, bu ablukalar süresince katledilen insanların akıbetini sorma yükümlülüğünü taşımaktadır. Bu sorumluluğunu tekrar hatırlatmak istiyoruz.

Belirttiğimiz gibi, OHAL'lerde bile uygulanacak sınır konusunda Anayasa Mahkemesi tam yirmi beş yıl önce bir yaklaşım ortaya koymuştur ve mahkemeye göre olağan kanun hükmünde kararnameler ile olağanüstü kanun hükmünde kararnameler arasındaki fark ve sonuçlar kısaca şöyledir: OHAL'lerde Anayasa'nın 121'inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre çıkarılabilecek kanun hükmünde kararnamelerde konu sınırlaması yoktur ancak bu olağanüstü kanun hükmünde kararnamelerin düzenleme alanının sınırsız olduğu anlamında değildir. Bu tür kanun hükmünde kararnamelerin düzenleme alanları Anayasa'da açıkça düzenlenmiş, "Olağanüstü hâlin veya sıkıyönetim hâlinin gerekli kıldığı konularla sınırlıdır." denmiştir. Sizlerin bu sebeple Anayasa'ya aykırı bir şekilde -Adalet Bakanlığının da açıkça belirttiği gibi- kanun hükmünde kararname çıkarma lüksünüz yoktur. Bunu bilmiyorsa Adalet Bakanına tekrar hatırlatalım. Olağanüstü hâllerde bile Anayasa'ya aykırı kanun hükmünde kararnameler çıkarılamaz. Amacı ve sınırı kanunlarla belirtilmiş olan düzenlemelere herkesin uyma yükümlülüğü ve sorumluluğu vardır.

Değerli arkadaşlar, sözlerime son verirken Meclis denetiminden geçmesi gereken kanun hükmünde kararnamelerin Anayasa'ya uygunlukları ve Anayasa Mahkemesi tarafından da denetlenmesi gereğini hepinizin bilgisine sunuyorum.

Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)