| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti ile İsrail Devleti Arasında Tazminata İlişkin Usul Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 128 |
| Tarih: | 19.08.2016 |
HDP GRUBU ADINA MİTHAT SANCAR (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet, Türkiye-İsrail Anlaşması üzerine aslında pek çok şey söylendi. Bu gibi durumlarda aklıma bir yazarın sözü geliyor, diyor ki: "Aslında her şey söylendi ama herkes tarafından değil." bir de ben söyleyeyim. Yeni bir şey söylemeyeceğim, biliyorum ama bazı konulara biraz vurgu yapmak gereği hissettiğim için bu süreyi kullanmak istedim.
Türkiye'nin bugün dış politikada pek çok konuda değişikliğe, bir dönüşüme gitmek istediği ortada. Bu olabilir, bizden önce konuşan arkadaşların bir kısmı da bunu belirttiler. Dış politikada da, iç politikada da değişiklikler yapma ihtiyacı ortaya çıkabilir. Daha önce çatışma yaşanan ülkelerle, devletlerle anlaşma yolu seçilebilir, bunda yadırganacak bir şey yoktur. Dış politika, biliyoruz ki sadece idealler ve iddialar üzerinden yürümüyor. Keşke idealler üzerinden yürüyen bir dünya sistemi içinde yaşıyor olsaydık, değerler ve ilkeler reel politiğin önüne geçebilseydi. Ama öyle olmadığını biliyoruz. Reel politiği yok sayarak dış politika yürütmenin mümkün olmadığını da biliyoruz. Ancak reel politiğin de bir sınırının olması gerekiyor. Bu konuda eskiden beri ya da modern dünya sisteminin kuruluşundan beri yarışan iki ana akım var. Bunları kısaca yani belki birer cümleyle hatırlatmak gerekirse: Bunlardan biri, dış politikayı tamamen menfaat çatışmalarının alanı olarak görür ve devletlerin tek belirleyici düsturunun, saikinin kendi menfaatlerini korumak olduğunu belirtir. Bunu da onaylar yani böyledir, böyle de olmalıdır. Bir diğer görüş ise dış politikada da diğer alanlarda olduğu gibi ilkelere ve değerlere öncelik verilmesi gerektiğini belirtir. Ancak bu iki görüşün de saf hâliyle her zaman uygulanmadığını söyleyebiliriz. İdeal olan şu sentez belki olabilir: Evet, dış politikada reel dengeleri gözetirsiniz, zamanı gelir daha önce izlediğiniz politikada değişiklikler yaparsınız ama değerleri ve ilkeleri de asla sıfırlamazsınız, yani onlar hiç yokmuş gibi davranmazsınız, onlar hiç yokmuş gibi hareket etmezsiniz.
Şimdi, son zamanlarda gördüğümüz dış politika değiştirme manevralarında, maalesef, reel politiğe çok büyük bir öncelik verildiğini belirtebiliriz. Başta, Rusya'yla ilişkiler, İsrail'le Mavi Marmara, hatta ondan önce "...",(x) Davos Zirvesi'nde ortaya çıkan o gerilim, Suriye'yle şimdi yeni bir ilişki arayışı ve Mısır'la ilişkileri düzeltme çabaları. Şimdi burada asıl sorun, bütün bu saydığım devletlerle krizler ortaya çıktığında çok sert, çok katı ve çok yüksek iddiaları olan bir tavır takınmış olmasıdır Hükûmetin.
İsrail'le başlayalım: Demin arkadaşlarımız da saydılar, sürekli terör devletinden söz edildi. Mesela Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan "Asla İsrail'le ben var olduğum sürece iyi bir şey olmayacaktır." dedi ve bunlar ayrıca, bu sözler, Hükûmete yakın gazetelerde, televizyonlarda günlerce, haftalarca hatta yıllarca bu hamaset tarzında işlendi. Yine, diğer arkadaşlarım da belirttiler, iç politikada da maalesef çok yoğun bir şekilde malzeme olarak kullanıldı.
Rusya'yla yaşanan krizde de, uçak düşürme olayından sonra yaşanan krizde de aynı şeyler oldu. "Bugün olsa yine vururuz." diyenler çıktı, "Ben arkasındayım." diyen başbakanları duyduk, dinledik. Şimdi, bu da iç politikada hamaset yüklü bir üslupla sürekli olarak kullanıldı.
Suriye için söyleyebileceklerimiz çok daha vahim tabii. Yani, Suriye'de Esad yönetimine bu Hükûmetin, AKP hükûmetlerinin yetkililerinin yönelttiği eleştiriler, eleştiriler değil, ithamlar, hakaretler o kadar çok fazla ki. Şimdi, bütün bunları sanki hiç olmamış gibi varsayarak yeni bir yol aramaya kalkıştığınızda da elbette haklı olarak şu soru soruluyor: Değerler nerede? Politika sadece reel dengeler ve çıkarlar üzerinden yürüyen bir faaliyet midir? Hiç mi ilkelerin, değerin önemi yoktur?
Mısır meselesi, ayrıca, AKP'nin seçim meydanlarında kullandığı bir işaretin de ilham kaynağı ve örneği olarak değerlendirildi, Rabia işaretini biliyorsunuz. Orada da yine askerî darbe, ki zaten mahkûm edilmesi gereken bir şeydi, onun ötesine geçen çok daha ağır iddialar, laflar, değerlendirmeler yapıldı. Şimdi ilişkileri düzeltme yolu aranıyor.
Temel sorun, dediğim gibi değerli arkadaşlar, burada ilkelerden bu kadar kolay vazgeçmenin kabul edilebilir bir şey olup olmadığını sormaktır. Bunu kendinize de sormanız gerekiyor, kamuoyunun da bunu sorduğunu biliyoruz, sesleri çok fazla duyulabilir, duyulamayabilir ama bu manevraları haklılaştırmak için ileri sürdüğünüz gerekçeler inandırıcı değil.
Biraz önce AKP Grubu adına konuşan sayın hatip, bu anlaşmada herhangi bir hakkaniyetsizlik olmadığını belirtti. Oysa hepimiz biliyoruz ki, Mavi Marmara'nın yola çıkış nedeni oraya sadece yardım götürmek değildi. Bir önemli nokta var ki, o atlanıyor, İsrail devletinden izin almadan yardım götürmek iddiasıyla yola çıkmıştı Mavi Marmara çünkü zaten Aşdod Limanı'na kadar yardım malzemelerini göndermek mümkün idi, o zaman da, şimdi de ve İsrail'in izin verdiği malzemeler ancak Gazze'ye alınabiliyordu.
Yine hatırlatayım, tabii, her şey o kadar fazla birbirine giriyor ki, şimdi, o dönem Mavi Marmara baskını yaşandıktan sonra Fethullah Gülen'in bir açıklaması vardı, hatırlarsınız, demişti ki: "Yardımları otoriteden izin alarak götürmek gerekir." ve o zaman, tabii, çok büyük bir tepki görmüştü çünkü Mavi Marmara hareketini, Mavi Marmara'nın yola çıkış sebeplerini, gerekçelerini mahkûm etmişti. Şimdi, geldiğiniz nokta, "FETÖ" diye nitelenen, nitelediğiniz ve "en büyük teröristbaşı", "cani" dediğiniz adamın sözüyle aynı nokta.
Bu anlaşmadan sonra yapılacak olan şey bellidir arkadaşlar: Yardım malzemeleri götürülecek, götürülmeli, mutlaka oradaki insanlara yardım edilmeli, bunun yolları mutlaka bulunmalı ama şimdi, sizin iddia ettiğiniz gibi, bu anlaşma bunu bir başarı olarak sağlamıyor, olan şeyi yapıyor. En azından bu gerçeği kabul edin ve bu gerçekle yüzleştikten sonra da samimi bir öz eleştiri yapın, "Yanlış yaptık." deyin, "Yanlış yaptık." demenin yeterli olmadığını da belirtelim arkadaşlar. "Yanlış yaptık." dedikten sonra yapılması gereken bir şey daha var: Bu yanlışı tekrar etmemek. Eğer samimi bir hesaplaşma yapacaksanız, eğer bir hatanızı kabul edecekseniz özür ancak aynı hatayı tekrar etmemek şartıyla makbuldür, geçerlidir.
Şimdi, Hükûmet Sözcüsü Sayın Kurtulmuş da açıklama yaptı, "Türkiye'nin başına gelen pek çok sorun, Suriye politikasındaki hatalardan dolayıdır." demişti. Güzel, demek ki bizlerin de pek çok başka insanın da söylediği, çevrenin de söylediği noktaya geldiniz. Peki, bunu değiştirin, o hataları değiştirin. Hatayı kabul ettikten sonra aynı yolda ilerlerseniz o zaman, gerçekten, "Ortada bir ilke var mı, bir değer var mı? Politikalarınızın temelinde hangi ilkeler, hangi değerler yatıyor?" sorusunu kamuoyu haklı olarak sorar. Sizler de buna doyurucu cevaplar vermek zorundasınız.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)