GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:124
Tarih:10.08.2016

OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; HDP'nin araştırmasıyla ilgili söz almış bulunuyorum.

Şehitlerimiz var, başsağlığı diliyorum tüm milletimize. Aynı zamanda bugün Anafartalar Zaferi'nin 101'inci yıl dönümü. Emperyalizme karşı kendi ülkesini savunan Osmanlı'nın bütün topraklarının her tarafından gelmiş askerlerimizin şehit olduğu ama vatan toprağını terk etmediği bir dönemi yaşadık yüz bir sene önce. Bunu da tekrardan anmış olalım isterim.

Değerli arkadaşlar, Adalet ve Kalkınma Partisinin on dört yıllık iktidarı boyunca en büyük sorun yaşadığımız yerlerden bir tanesidir dış politika. Dış politikada farklı kavramlarla beraber başladı Adalet ve Kalkınma Partisi. Öncelikle "Komşularla sıfır sorun" diyerek başladı ki Sayın İsmail Cem'in döneminde temelleri atılmış bir siyasetti, doğru bir siyasetti. Adalet ve Kalkınma Partisinin bunu ilk başlarda takip ediyor olması, devam ettiriyor olması da olumlu bir gelişmeydi fakat bu çok hızlı bir şekilde "Lider ülke Türkiye"ye döndü, "Türkiye her şeye kadir. Orta Doğu'da Türkiye'nin dışında hesap yapılamaz. Dolayısıyla Türkiye, Orta Doğu'da ve kendi coğrafyasında her şeyi belirleyen ülkedir." noktasına doğru bir dönüş gerçekleşti. Fiyaskoyla sonuçlandı. Döndük, elimizdeki fiyaskoyu "Değerli yalnızlık" adı altında ulvileştirdik. "Aslında biz çok ilkeli bir siyaset izledik ama dünya bizi anlamadı, dolayısıyla yalnız kaldık." siyasetine döndük. Ondan sonra, şu anda da tekrardan olumlu bir noktaya doğru en azından teorik olarak bir gidişat var. Ne diyor Sayın Başbakan? Diyor ki: "Dostlarımızı artıracağız, düşmanlarımızı azaltacağız." Birazdan, konuşmanın sonlarına doğru, geçen hafta Amerika'daydık Dışişleri Komisyonu Heyeti olarak, onunla ilgili de bazı bilgiler veririm. Ama şunu da görmek lazım: "Dostlarımızı artıracağız, düşmanlarımızı azaltacağız." demeniz için zaten düşmanlarımızın sayısının çok fazla yükselmiş olması lazım mantıken, doğrusu da o. Şöyle bir bakarsanız dünyadaki genel gidişata, bir yandan Türkiye sürekli Amerika'yla bir gerilim siyaseti izliyor bir süredir; Suriye'de çıkarlarımız çakışıyor, bazı yerlerde örtüşüyor, bazı yerlerde örtüşmüyor. Rusya'yla şu anda -Cumhurbaşkanı da Rusya'daydı- bazı ilerlemeler kaydedildi politik konularda. Şimdi, biz bu noktaya niye geldik? Bir sene önce Rusya'yla biz zaten dosttuk, ne değişti de biz Rusya'yla kavga ettik ve daha sonra bu noktaya gelip kaybettiğimizi tekrardan bulmaya sevinir hâle geldik?

Başka bir durum: İsrail bizim Orta Doğu'da eskiden beri köklü ilişkilerimiz olan bir ülkeydi ama siyasi olarak zaten reddettiği, ilişki kurmak istemediği bir siyasi çizgiden geliyor Adalet ve Kalkınma Partisi. Döndük hızlı bir şekilde altı senede ilişkilerimizi dibe vurdurduk, ondan sonra aynı ilişkiyi tekrardan kurabilmek için de müthiş bir çaba gösterdik.

Benzer durumu biz Avrupa Birliğiyle ilgili yaşıyoruz. Bir vize muafiyeti meselesi gündeme geldi, bütün komisyonlarımız çalıştı, biz Dışişleri Komisyonu olarak ciddi mesai yaptık bu 72 kriter gerçekleşsin diye ama ortaya çıkan sonuç, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle vize muafiyeti meselesi sırf önceki Başbakan Davutoğlu bu konuyu istedi ve bu konudan prim yapacak diye rafa kaldırıldı. Yani, biz döndük Türkiye'nin dış politikasıyla ilgili birçok meseleyi kendi ülkemizin iç politikasına alet ettik, dışarıdaki liderlere kendi meydanlarımızda siyasi parti liderleri olarak salvo yaptık; hatta daha ileriye gittik, bazı konularda, özellikle Avrupa Birliği vize muafiyeti konusunda meseleyi aldık, Türkiye'nin iç malzemesi hâline getirmenin ötesine geçtik, Adalet ve Kalkınma Partisinin kendi iç meselesi hâline getirdik yani çağ atladık aslında bu konuda.

Şimdi, arkadaşlar, dünyanın genel gidişatına, Türkiye'nin dış politikasına baktığımız zaman -on dört yıllık iktidarı boyunca Adalet ve Kalkınma Partisinin- toplamına baktığımızda açıkçası hiç kimse bir başarıdan, müthiş bir gelişmeden bahsedemez. Aşama aşama iyi yapılmış şeyler var, tabii ki var, onun için teşekkür ediyoruz. Biz, yapılamayan işler için eleştiriyoruz ve diğer muhalefet partileri de dâhil olmak üzere ama özellikle Cumhuriyet Halk Partisi bütün bu yanlışları dile getiriyor olmasına rağmen şimdiye kadar bunlar kale alınmadı ve Türkiye gerek ekonomik açıdan sıkıntı yaşadı... Bilirsiniz, neredeyse son bir buçuk yıldan beri ihracatımız istikrarlı bir şekilde düşüyor. Suriye'de yaşamış olduğumuz bu sorunun, Irak'ta yaşamış olduğumuz problemlerin Rusya'yla, İsrail'le, Avrupa Birliği'yle, Amerika'yla, birçok ülkeyle yaşamış olduğumuz gerilimlerin sonucunda dış politika bizim ekonomimize zarar verir hâle geldi. Normalde dış politika, bizim ekonomimizde dış ticaretimizi genişleten bir süreç izlemesi gerekirken, böyle bir katkı sunması gerekirken tam tersi bir durum izlemeye başladı.

Bir başka nokta: Bizim Kilis ilimiz, Suriye'de izlemiş olduğumuz yanlış politikanın sonucunda cumhuriyet tarihi boyunca ilk defa füzelerle vuruldu arkadaşlar. Bizim bir ilimiz sürekli füzelerle vurulan bir yere dönüştü. "Emevi Camisi'nde namaz kılacağız." diye yola çıkan bir siyaset izlendi, Kilis'te Ulu Cami'de namaz kılamaz hâle geldik, başımıza sürekli füzeler yağıyordu. Şimdi, böyle bir siyaseti devam ettirebilmek, böyle bir siyaseti başarı diye sunmak, böyle bir siyaseti hiçbir şey olmamış gibi inatla, muhalefetin sözünü dinlemeden, muhalefetin eleştirilerine kulak asmadan devam ettirmek, Türkiye'nin gelecekte, önümüzdeki yıllarda da, bugün de içinde bulunduğu duruma hiçbir katkı sağlamaz.

Suriye'yle ilgili, örneğin, resmen bazı çetelere lojistik destek verdik, bazı örgütlere destekler verdik. O örgütlerin kimler olduğu... İsim değiştiriyorlar, tavır değiştiriyorlar, liderlik değiştiriyorlar, kendi aralarındaki ittifakları değiştiriyorlar ve bir süre sonra kimin ılımlı kimin değil, kimin muhalif kimin aslında rejimle iş birliği yapan olduğunun günlük olarak değiştiği bir Suriye'de Türkiye tam anlamıyla sınıfta kalan bir siyaset izlemiş oldu.

Sınırlarımızı biz militan geçişine çok açık bir hâle getirdik özellikle Suriye'de. Kürt sorunu, Türkiye'nin kendi içinde barışla, görüşmelerle çözülmesi gereken bir meseleyken Suriye'de izlemiş olduğumuz yanlış politikanın sonucunda artık Suriye'deki sorunun bir parçası hâline geldi, aslında bir tür bölgeselleşti ve belki uluslararasılaşma yönünde bir mesafe almaya başladık.

Suriye'nin iç savaş çıktığında nüfusu 20 milyonun biraz üzerindeydi. Biz 3 milyon Suriyeli mülteciyi ağırlıyoruz yine Suriye'de izlemiş olduğumuz yanlış politikanın sonucunda. Yani, Suriye nüfusunun yüzde 15'i Türkiye'de arkadaşlar. Bunu bir misafirperverlik olarak sundu Adalet ve Kalkınma Partisi. E, tabii ki, biz, kökleri, gelenekleri itibarıyla misafirperver bir milletiz ama "3 milyon kişi bize misafirliğe niye geldi?" diye sorma hakkımızı kullanmadık. Bunu söylediğimiz zaman, bunu eleştirdiğimiz zaman iktidar partisinden arkadaşların çok da bu işe kulak asmadığını gördük.

Türkiye'de dış politika kaynaklı iç sorunlardan dolayı ilk defa 2014 yılında Türkiye'de yerleşik kurulu firmalar 6,5 milyar dolar götürüp yurt dışında yatırım yaptı arkadaşlar. Biz, dış sermayeye ihtiyaç duyan bir ülkeyiz, bizim yerleşik firmalarımız 6,5 milyar dolar yurt dışına yatırım yaptı. Her şey güllük gülistanlık, Türkiye'de ekonomi iyi gidiyor, dış politika iyi gidiyor da bu 6,5 milyarla niye Türkiye'de yatırım yapmadı da gidip yurt dışında yatırım yaptı? Bu da bizim izlemiş olduğumuz yanlış dış politikaların sonu.

IŞİD terörü doğrudan Türkiye'yi hedef aldı, canlı bomba saldırılarına muhatap oldu insanımız, turizmimiz etkilendi, insanlarımız hayatını kaybetti ve Türkiye'de iç çatışma riski daha ileri bir noktaya doğru gitti.

Değerli arkadaşlar, bu Rus uçağının düşürülmesi meselesiyle ilgili de bir iki şey söyleyeyim Rusya gündemde olduğu için. Şimdi, öyle bir dış politika izliyorsunuz ki, bir hata yapıldı diyelim, o hatayı o kadar büyük bir heyecanla sahipleniyorsunuz ve ondan sonra da "Ya, bizim aslında bununla hiç alakamız yoktu, bak, bu işi de FETÖ'cüler yaptı." noktasına geliyor. Hatırlayın, kasım ayıydı, Rus uçağı düşürüldü, herkes şokta. Başbakan ile Sayın Cumhurbaşkanı yani Davutoğlu ile Tayyip Erdoğan "Talimatı kim verdi?" yarışına girdi. Şimdi, madem bu işin arkasında bir bityeniği vardı, bir şüpheniz vardı, bunu neden soruşturma yoluna gitmediniz de doğrudan sahiplendiniz?

İki cümle de Amerika'daki temaslarla ilgili söyleyeyim. 15 Temmuz gecesi Türkiye Cumhuriyeti'nde bütün siyasi partiler, ordumuzun büyük bir kısmı ve halkımız darbeye karşı müthiş bir mücadele verdi. Bundan dolayı bizim Batılı demokrasilerden bir teşekkürü hak ediyor olmamız gerekirdi. "Türkiye'de demokrasiyi korudunuz, kolladınız." denmesini bekledik, duygusal bir tavır bekledik ama...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Salıcı, lütfen tamamlayınız.

OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Teşekkür ederim Başkanım.

Şu yaşamış olduğumuz on dört yıllık zikzaklar sonucunda, dış politikada yaşamış olduğumuz sorunlar sonucunda çok haklı olduğumuz darbeye karşı ortak çıkışımızı bile yurt dışında anlatırken zorlanıyoruz arkadaşlar.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım. (CHP sıralarından alkışlar)