| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 122 |
| Tarih: | 03.08.2016 |
FATMA BENLİ (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan.
HDP'nin grup önerisiyle ilgili olarak söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle altını çizmek istediğim üzere gerek HDP'nin önergesinde gerek Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Müdürlüğüne yapılan başvurularda gerek Meclis bünyesinde olan İnsan Haklarını İnceleme Komisyonuna ya da onun alt komisyonu olan Hükümlü ve Tutuklu Hakları Alt Komisyonuna yapılan 146 başvuru arasında olağanüstü hâl dönemine ilişkin olarak ceza infaz kurumlarında işkence, darp, kötü muamele iddiası söz konusu değil. Buna ilişkin nakiller ya da tutukluların avukatlarla yapılan görüşmelerinin kısıtlanması, tutukluların yakınlarıyla olan görüşmelerinin kısıtlanması, nakle ilişkin iddialar söz konusu. Ama ister olağan dönemde olalım ister olağanüstü dönemde olalım hiç fark etmez, cezaevlerinde işkencenin, kötü muamelenin, zalimane muamelenin asla ve katiyen kabul edilemeyeceğine dair kesin kuralımızı tekrarlamak istiyorum. Burada Türkiye'nin içerisinde bulunduğu şartlarla değişebilecek, esnetilebilecek, biraz daha farklı muamele yapılabilecek bir durum söz konusu değil. Bizim temel ilkemiz insan olma onuruna saygıdır, bizim temel ilkemiz insanların ceza infaz kurumunda bulunmasının ek bir ceza hâline getirilmemesidir.
Bu noktada, özellikle ifade etmek istedim, bunun ötesinde Meclis araştırma komisyonu kurulmasının istenmesinin asıl sebebi, olağanüstü hâl kapsamında çıkartılan kanun hükmünde kararnamelerle tutukluların avukatlarıyla yapılan görüşmelerinin sınırlandırılması, savcı kararlarıyla beraber, savcının karar alması üzerine tutuklu ile avukat arasında yapılan görüşmelerin kayda alınması, evrakların fotokopisinin çekilmesi -gerekiyorsa müşahit istenebilir- yanında müşahit bulunması, avukatın 3'le sınırlandırılması ve hâlihazırda mevcut olan üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri hısımlarla görüşme hakkının ikinci dereceye kadar kan ve birinci dereceye kadar sıhri hısımlarla yani anne, baba, eş, çocuk, kardeş, kayınvalide, kayınpederle sınırlandırılması.
Aslında bu iddialar, bazı gazete ve televizyonların ya da bazı yayınların yasaklanması doğru değil. Sadece, haftada bir olan telefonla görüşme hakkının on beş günde bir olmasına ilişkin kanun hükmünde kararnamede düzenlemeler var. Bununla ilgili görüşlerimi ifade edeceğim ama önce şunu kabul etmemiz gerekiyor. Olağanüstü dönemde çıkarılmış bir kanun hükmünde kararname söz konusu çünkü olağan bir dönemde değiliz. Bu yüzden, Meclisimiz 21 Temmuzda olağanüstü hâl kararı aldı çünkü Meclis, düşman işgali altındayken bile yaşamadığı bir zillet yaşadı. Olağan bir hâlde olmadığımız için bu Meclis 9 kere bombalandı, helikopterlerle tarandı. Bu Meclisi koruyan polislerin şu an kollarında helikopterlerden atılan kurşunlar var ve bir milletvekilimizin kolunda helikopterden atılan tam 4 tane kurşun yarası var. Biz olağan bir zaman yaşamadığımız için, dün benim ziyaret ettiğim 81 yaşındaki Esme teyzeye, sırtından vurulan oğlu için, kendisini sırtında taşıyan oğlunun aslında onun zannettiği gibi Rusya'da olmadığını söyleyemedim. Biz olağan bir zamanda yaşamadığımız için, yaralıları ziyaret ettiğimizde "Yanımdaki insan düştü, yaralandı, ben onu alırken yaralandım." diyen insanlara verecek herhangi bir cevabımız yok. O yüzden, 15 yaşındaki Halil İbrahim'in annesiyle, babasıyla konuşmak zorunda kalıyoruz. Ki, sizlerin çok daha fazla örnekleri vardır eminim çünkü 238 şehit verdik, 2.191 yaralımız var bizim ve bunlar sadece o gün sokaklarda olan 246 tankın yaptığı ya da 35 tane uçağın, 37 tane helikopterin -onlara bu emri veren amirlerinin- verdiği hasar değil. Biliyoruz ki, Fethullahçı terör örgütü tam bir mekanizma ve bu mekanizma içerisinde organik bağı olan herkese bu örgüt istediklerini yaptırabiliyor. Bu nedenle olağanüstü bir durumla karşı karşıyayız ve olağanüstü hâl söz konusu olduğu için de tutuklularla yapılan görüşmelerin kayıt altına alınmaları... Ki, hâlihazırda da Ceza İnfaz Kanunu'nda mevcut olan, tutuklular ile avukatların görüşmesinde, eğer bu kişilerin örgüte talimat verme, onlara şifre verme durumu söz konusuysa görüşlerinin kayda alınmasının ceza infaz savcıları tarafından karar altına alınması durumun şartlarından kaynaklanıyor. Biliyoruz ki, normalde tutukluların üçüncü dereceye kadar kan ve sıhri hısımlarla görüşme şansı var ama bunu saydığınız zaman baldızınızla, kaynınızla da görüşme şansınız var, artı 3 kişiyle görüşme şansınız var; nereden baksanız 50 kişiye tekabül ediyor. Şu anki fiilî durumda tutukluların bu kadar çok kişiyle görüşmesini sağlama şansımız yok çünkü zaten cezaevlerinde 293 bin mahpusumuz var bizim, bunun 23 bini tutuklu ve bu tutukluların her dakika normal şartlarda avukatlarıyla görüşme hakları var, onların mahkemeye gitme, kendisini savunma hakkı var.
23 bin tutuklusu olan bir ülkede yaşadığımız olağanüstü hâl gereği gerçekleştirilen tutuklamalarla beraber 13.500 tutuklu eklendi. İki haftada 13.500 tutuklu eklendiğinde, onlara sınırsız avukatla görüştürme yaptığınızda, 50 kişiye kadar üçüncü derece sıhri ve kan hısımlarıyla görüşmeyi sağladığınızda hâlen cezaevinde olan insanlarla bu görüşmeyi sağlayamazsınız, sonuçta gün yirmi dört saat. Eğer biz cezaevlerinde nakilleri gerçekleştirmezsek, sevkleri gerçekleştirip de en azından cezaevlerindeki doluluğu orantılayamazsak mevcut olan cezaevlerinin çok daha fazla artması sorunuyla karşı karşıya kalmak durumundayız. Kanun hükmünde kararnamede alınan, tutukluların avukatlarıyla yapılan görüşmelerinin kayda alınması, tamamıyla, alınan emir ve talimatlar gereği yeniden şifrelemeyle yeniden suçların oluşmasını engellemeye yönelik ve bunlar cezaevi yönetimi tarafından gerçekleştirilmiyor. Bu, Adalet Bakanlığının yetkisi altında olan bir durum değil; bu, savcıların aldığı bir karar. Kaldı ki kanun hükmünde kararnamede tutukluların avukatlarıyla görüşmelerinin yasaklanabileceğine, sulh ceza hâkimleri tarafından yasaklanabileceğine ilişkin bir düzenleme var ama ben özellikle sordurdum, sulh ceza hâkimlerinin bu tarz aldığı bir yasaklama kararı söz konusu değil. Sadece darbe girişimi olduğunun ertesi haftası çok fazla tutuklu olduğu için, bir cezaevine 2 bin tutuklunun birden gelmesi nedeniyle yapılan bir düzensizlik söz konusu ama şu an görüşmelerde de tespit edilebileceği üzere avukatlarla görüşme noktasında sıkıntı yok. Sınırlanmasının sebebi, cezaevlerine birdenbire gelen 13.500 tutuklunun birdenbire sayıyı artırmasından kaynaklanıyor.
Telefon görüşmesi de aynı şekilde. Eğer biz şu an her tutukluya geçmişte olduğu üzere haftada bir görüşme imkânı sağlarsak, bu takdirde de cezaevinde bulunan diğer mahpuslara o hakkını kullandırmamış oluruz. Bizim bir dengeyi sağlamamız gerekiyor çünkü asgari yaşam şartlarını hâlihazırda herkese sağlamak zorundayız, devlet olarak bu görevimiz; baştan altını çizdim. Bizim olağan zamanda olmamız ya da olağanüstü zaman içerisinde olmamız cezaevlerindeki şartları zorlaştırmamızı gerektirmiyor. Telefonların kısıtlanmasında -dediğim gibi- böyle bir sıkıntı var, sadece on beş günde 1'e indirilmesiyle alakalı şartların gerektirdiği bir zorunluluk var ama haberleşmenin kısıtlanması, mektubun yasaklanmasına ilişkin bir engelleme söz konusu değil. 15 Temmuzdan sonra sadece Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun altındaki Cezaevi Alt Komisyonuna 146 başvurunun yapılabilmesi, genellikle başvurularının tekrar incelenmesi, itirazlarının kabul edilmesine yönelik bu başvuruların bize gönderilebilmesi, resmî makamlara gönderilebilmesi bile onların haberleşme hürriyetlerinin kısıtlanmadığını gösteriyor. Televizyonların kısıtlanmasının, gazetelerin kısıtlanmasının söz konusu olmadığı da ifade ediliyor.
Eğer cezaevlerinde, ceza infaz kurumlarında fiilî olarak engellemeler söz konusuysa, genelgeçer kuralların dışında o cezaevine has olarak cezaevi yönetiminin gerçekleştirdiği keyfî bir muamele söz konusuysa bunu araştırmak zaten devletin görevi.
Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Komitesi zaten cezaevlerinde sürekli denetimler yapıyor, cezaevi infaz kurumları zaten denetimler yapıyor, Adalet Bakanlığı denetimler yapıyor. Bunların yeterli olmadığı kanaatindeysek, bunların rutin olduğu, her türlü hak ihlallerini dikkate almadığı kanaatindeysek o zaman zaten, Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun içerisinde mahkûm ve tutuklu haklarının incelenmesine dair alt komisyonumuz söz konusu -bütün partilerin katılımıyla gerçekleştirilen alt komisyon sürekli cezaevi denetimleri gerçekleştiriyor- bu komisyon vasıtasıyla da bizim cezaevlerinde gerçekleştirildiği iddia edilen hak ihlallerini değerlendirmemiz mümkün.
Bu noktada, Meclis araştırması yapılması gerektiği kanaatinde değilim çünkü şu an olağan bir dönem yaşıyor olsaydık 8 yaşındaki Görkem Atalay sadece tankları çizgi filmlerde televizyonlardan görecekti. Ama bugün bizim arabası tankın altında ezildiği için hâlen hastanelerde kalan çocuklarımız var. Olağanüstü bir durum söz konusu ve bu olağanüstü hâlin bitmesinin tek çaresi bütün herkesin oy birliğiyle, hep beraber bir şekilde Türkiye'nin içinde bulunduğu bu zor durumdan beraberce çıkabilmesi.
Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)