GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/276, 277, 278, 279) No.lu Fethullahçı Terör Örgütünün (FETÖ/PDY) 15 Temmuz 2016 Tarihli Darbe Girişimi ile Bu Terör Örgütünün Faaliyetlerinin Tüm Yönleriyle Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin ön görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:118
Tarih:26.07.2016

CELAL DOĞAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk siyasi tarihinin en kötü günlerinden çıkarak bir komisyon kurulması konusunda yapılan bir Meclis toplantısında konuşma sırası bana geldi ve en son konuşmacıyım galiba ben de. Bu nedenle, mümkün olduğu kadar çizdiğiniz tablo ve tesanüte riayet ederek konuşmama dikkat edeceğim. Ancak, biraz önce Sayın Bakan da saydı, diğer konuşmacılar da belirttiler, bir insan ömrünün elli yıllık süresinde, sayacağım bu isimler hep darbelerin isimleridir. 1960 ihtilali, 12 Mart 1971, 12 Eylül, 28 Şubat, 28 Nisan, arkasından Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz, Eldiven -tırnak içinde- Balyoz, Ergenekon, casusluk ve en son 15 Temmuz Fethullahçı örgütün müdahalesi, daha doğrusu akim kalan teşebbüsü.

Elli yıla sığmış bir darbeler tarihini göz önüne aldığımızda, demokratik bir cumhuriyette mi yoksa bir kabile devletinde mi olduğumuzun gözden geçirilmesi gerekir. Kısacası, cumhuriyetimiz, demokrasi konusunda maalesef iyi imtihan vermemiştir. Onun için yapılması gereken, herkesin şu günlerde diline pelesenk ettiği: Bilahare nasıl darbeler olmamalıdır, darbelerin kaynağı nasıl kurutulmalıdır?

Bu nedenle, bugüne kadar, özellikle 1960'tan sonra yapılan tüm müdahalelere hiçbir şekilde Parlamento ve yüce Meclisler bir neşter vuramamışlardır. Bu neşteri vuramama sonucu 15 Temmuzun tezahürü, açıkça bunun sonucudur. Bu darbenin de... Yekdiğerlerinden çok farkları olan darbe teşebbüsüyle karşı karşıyayız. Diğer darbelere baktığınızda bir ekonomik nedeni var, bir siyasi nedeni var, bir dayandığı kitle var, bir süresi var en azından. Gördüğüm kadarıyla, bu darbenin belki çözülmesi gereken en büyük şifresi, amacının ve süresinin ne olduğu konusunda ciddi olarak araştırmalar yapılması gerekir. Belki de komisyonun çözmesi gereken en büyük şifre, bu darbenin amacının ne olduğu ve hangi süreler için buraya geldiği veyahut da devleti işgaldeki niyetin kalıcı mı olduğunun net ortaya çıkarılması gerekir ki belki bu darbeye bir teşhis koyma şansı elde edebiliriz. Bu nedenle, gördüğüm kadarıyla, partilerde konsensüs var, bu sevindiricidir. Diğer darbelerin her birisi, aslında, keşke vaktiniz olsa, birer gündem maddesi yapılsa ve her hafta bir darbe tartışılsa gerçekten yakın tarihe ışık tutacak nice belgelerle karşılaşırız ve bu darbeleri yapanların hepsi de yüce ufuklar, yüce emeller, yüce ideallerle ortaya çıkmışlardır, hepsi de demokrasiyi ve ülkeyi kurtarmak iddiasıyla ortaya çıkmışlardır. Tıpkı Tarzan filmlerindeki gibi, Tarzan'ın kızı kurtarması gibi kendilerini kurtarma çabasının dışında hiçbir şey yapmamışlardır. Yaptıklarının sonucu şudur: Tamamen kendi hukuklarını yaratmışlardır. Bana 60 ihtilalinin, 12 Eylülün, 12 Martın yarattığı bir demokratik hukuktan bahsedebilir misiniz? Kendi hukuklarıyla da yaptıkları kabahat ve suçları örtbas etmek, kendilerini teminat altına alma hukukunu yaratmışlardır. Örneğin, 60 ihtilalindeki tabii senatörlük müessesesine baktığınızda, futbol takımlarındaki Cumhurbaşkanlığı yedek kulübesi gibidir ve ilanihaye senatördür. Kaldı ki, 12 Eylül 1980'e baktığınızda, sıkıyönetim komutanları hakkında dava açılmaması Anayasa hükmüne bağlanmıştır. Bu teşebbüsün akim kalması bence sevindiricidir, en azından kendi hukuklarını yaratmamışlardır ama yaptıkları tahribat tümünden çok daha yüksektir çünkü sadece ordu içindeki bir mesele değildir, ona münhasır bir olay değildir. Yaratılan siyasi iklimin... Şahıslar üzerinde laflar söyleyerek kimsenin yüzüne bir şey vurmak niyetinde değilim, öyle bir tarzım da zaten yok. Siyasi iklim... Palazlanan bu hareketin sirayet ettiği Türkiye'nin kılcal damarlarından temizlenme şansı çok zordur, çok zordur, belki de tıpkı kanser hastası gibi metastaz olan bir hastalıktır, bir noktaya gelmiştir, mikrop her tarafa sirayet etmiştir, her tarafında, açıkçası kalpte görülen rahatsızlık beyne sıçramıştır. Eğitimdir, sağlıktır, sivil toplum örgütleridir, sermayedir, bankalardır, ciheti askeriyedir ama ciheti askeriyedeki gerçekten calibidikkattir. Ciheti askeriyedeki sıçrama tahtasına baktığınızda, özellikle 2006'dan sonraki aldıkları mesafe çok ciddi boyutlardadır. Eğer yanılmıyorsam, verilen bilgiler -ki doğrudur- iyi ki derim, hiç olmazsa ellerini yanlışlıkla çabuk tutmuş olmaları... Eğer dört yıl daha bu devam edebilseydi, komuta heyetinde bir tek paralelci olmayan orgeneral dahi olmayacaktı, tüm kuvvet komutanları paralelci olacaklardı. O nedenle, askeriyenin sevk ve idaresi kendiliğinden hiyerarşik nizam olarak paralelin eline geçmiş olacaktı. Bu nedenle, komuta heyetinin başında kim var? Genelkurmay Başkanı var. Genelkurmay Başkanını, enteresandır, MİT Müsteşarı saat dörtte gönderiyor muavinini, yetmiyor, kendisi gidiyor, uyarıyor. Nasıl becerdin Genelkurmay Başkanı olarak ihtilal haberini almana rağmen kendini esir düşürmeyi? Nasıl kendini esir düşürebildin? Bunu kimse beceremez, yoktur siyasi tarihimizde. İki: Birisi düğüne gidiyor, bir başka kuvvet komutanı ihtilal haberine rağmen, teşebbüsüne rağmen düğüne gidiyor.

Şimdi, tarihe baktığınızda enteresan şeylerle karşılaşıyoruz. Örneğin, bizim kuvvet komutanlarının birisi de Jandarma Genel Komutanı, ismini şu anda tam telaffuz edemeyeceğim, sekiz yıllık yaverine diyor ki: "Yunan askeri bana bunu yapmazdı." Yunan askerleriyle biz savaşmayalı seksen yıl oldu. Belli ki Türkiye'den kopmuş, Türkiye'deki sorguların nasıl olduğunu bile bilmiyor yani Filistin askısını bilmiyor, Çin işkencesini bilmiyor, nasıl elektrik verilir bilmiyor; kopmuş Türkiye'den, alakası yok. Ama, sekiz yıldır yanında taşıdığı adamı bir türlü tanıyamamış. Peki, bu komutan, başka komutanlar da var... Bir de Genelkurmay Başkanını kendi yaveri kemeriyle bağlıyor.

Şimdi, size bir şey hatırlatacağım, Reşat Çiğiltepe'yi hatırlatacağım. Reşat Çiğiltepe kimdir? Anafartalar'da bir komutandır, Mustafa Kemal'in verdiği emri bir saat geç icra ettiği için intihar etmiş bir asker, bir paşadır veyahut da bir albaydır. O paşaydı, intihar edecek adam seçebiliyordu yanına; bunlar kendisini bağlayacak arkadaşlar seçebiliyorlar. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)

Bu nedenle, Sayın Başbakanımızdan ricam var, o da şu: Çok kısa sürede gideceğiniz Askerî Şûra'ya lütfen bu komuta heyetiyle gitmeyiniz, lütfen bu kesimle gitmeyiniz. İnşa edeceğiniz komuta heyetinin veya terfilerin bundan iyi olma şansı yok. Hiçbirinin şahsıyla bir alacağım vereceğim yok. Sayısız general dostum var; hepsi jantidir, gerçekten centilmen insanlardır ama bu sevk ve idaredeki anlayışın Türkiye ordusunu dizayn etme hakkı yoktur.

Belki ileride komisyonlarda konuşacağız, bunların derdini, çaresini nasıl buluruz diye konuşacağız. Konuşmamız gereken, asıl kaynağında kurutulması gereken meselelerdir, bir. Ama beş dakika daha... Son dakika konuşuyorsunuz, bir dakikanız kalıyor, bitirmek durumunda kalıyorsunuz.

Bir şey daha söyleyeceğim: Toplumsal birlikten bahsediyorsun, çok doğrudur; toplumsal barıştan bahsediyorsun, çok güzeldir. Değerli, eskimeyen dostlarımın olduğu Halk Partisinin mitingini tebrik ediyorum ama bir tek şu serzenişim var: O manifestoda bir tek cümle keşke "toplumsal barışlar" olabilseydi.

Bir başka şey söylemek istiyorum: Halkların Demokratik Partisini şeytanlaştırmaya devam etmenizde bir fayda yoktur, Türkiye'ye de bir faydası yoktur. Bütün siyasi partilerin genel başkanlarını Cumhurbaşkanı çağırdı. Halkların Demokratik Partisi, çok iyi biliyorum, saat on buçuktan itibaren dimdik darbenin karşısında durdular ve Parlamentodaki bildiriyi de imzaladılar.

Şimdi, duvarların dili olsa, dağların dili olsa, mitinglerin dili olsa... İki genel başkan Sayın Cumhurbaşkanına gitti. Ne iki genel başkanın kendisine sarf etmediği bir laf kaldı ne Cumhurbaşkanının onlara sarf etmediği bir laf kaldı. Ben yüzlerine ne dedikleri konusunu da tartışmıyorum. Hiç olmazsa bundan sonra -Anadolu'da bir laf vardır, "Lütfen bir merhabanın yerini bırakın." derler- birbirinize merhaba edecek düzende siyaset yapmaya devam edin çünkü siyasette kullandığımız dilin, vardığımız noktanın bir kısmında etkisinin bu olduğunu da biliyorum.

Kısacası, değerli arkadaşlarım, söylemek istediğim şu: Manzara çok kötü; asker, askere kurşun sıkıyor. Siz şimdi ona "eşkıya" diyebilirsiniz, dün o askerdi, dün o komutandı ama bugün eşkıya. Adliye paramparça olmuş, bürokraside gerçekten on binlerce tasfiye söz konusu. Yargıda güveneceğimiz mercinin neresi olduğunu bilmiyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CELAL DOĞAN (Devamla) - Kim kendisini nereye emanet edeceğini bilmiyor. Bu geldiğimiz noktada bir restorasyon dönemine geçilecektir yani cumhuriyeti yeniden inşa eder gibi sıfırdan kuracaksınız.

BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Doğan.

CELAL DOĞAN (Devamla) - Tamamlayayım Sayın Başkan.

Yeniden inşa edilen cumhuriyetin 1921 felsefesine uygun olması gerekir yani Türkiye'deki bütün kesimlerin, bütün halkların ve bütün katmanların birlikte paylaştığı çağdaş bir anayasa için söylüyorum.

Bir cümle şunu söyleyeceğim: Gazi Meclisin bize eseri bir cumhuriyet ve bir devlettir. Bu Gazi Meclis çok güzel direndi, saygıyla karşılıyorum, önünde şapka çıkartıyorum ama gerçek bir sivil demokrasiye bizi ulaştıracak bir anayasa yapmazsa sadece anılarda kalır.

Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)