| Konu: | (10/276, 277, 278, 279) No.lu Fethullahçı Terör Örgütünün (FETÖ/PDY) 15 Temmuz 2016 Tarihli Darbe Girişimi ile Bu Terör Örgütünün Faaliyetlerinin Tüm Yönleriyle Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin ön görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 118 |
| Tarih: | 26.07.2016 |
CHP GRUBU ADINA ENGİN ALTAY (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Doğrudur, benim de dikkatimi çekti otururken, sizin yüzünüzdeydi, şimdi Hükûmet sıralarında, biraz sonra da milletin kürsüsünde o ışığı göreceğiz. Bu aslında demokrasinin ışığıdır. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu Gazi Meclise o kırık camdan yansıyan ışık bizim geleceğimizi artıran bir ışıktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. 15 Temmuz gecesinde fiilen burada olan, kalbi burada olan bütün milletvekillerini kutluyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsında milletimize geçmiş olsun diyorum ve artık bu son olsun diyorum ve ben bunun son olduğuna yürekten inanıyorum.
Sayın milletvekilleri, 1950 yılında, savaş sonrası kurulan cumhuriyet demokrasiyle tanıştırıldı. Aradan geçen altmış altı yıllık süre içerisinde cumhuriyetimiz, onun demokratik niteliği 6 müdahaleyle karşı karşıya kaldı. Bütün siyasi hayatım boyunca ben ve partim nereden, kimden, hangi gerekçeyle gelirse gelsin demokrasi dışı müdahalelerin tümüne karşı tavır aldık. Türkiye'de yaşanmaması gereken çokça olay yaşandı ve 1960, 1971, 1980, 1997, hatta 2007 ve 2016 darbelerinin, müdahalelerinin -elektronik ya da postallı, tanklı ya da muhtıralı- tümünü lanetliyorum. Bundan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsında, bu millete kalkacak kafa tanımıyoruz. (CHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bu anlayışla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, millî iradenin tayin ve tespit ettiği formatla yoluna devam etmesinin büyük bir zaruret olduğunu da görüyoruz. Sayın Başbakan da söyledi, ben de söylemiştim: Bir musibet bin nasihatten iyidir. Bu 15 Temmuzun başta iktidar partisi olmak üzere bütün siyaset kurumuna çok şey öğrettiğini ama ötesinde demokrasimizi çok güçlendirdiğini, demokrasimizin faziletini, erdemini, nimetini 78 milyonun anladığını, içselleştirdiğini ve benimsediğini bize yaşatan, bize gösteren iki gün geçirdik.
Şimdi, siyasi partilerin grup önerileri elimde. İktidar partisi: "...böyle bir sürecin bir daha yaşanmaması için alınması gereken tedbirlerin araştırılması..." Milliyetçi Hareket Partisi: "...sebep ve sonuçlarıyla birlikte araştırılarak alınması gereken tedbirleri tespit etmek üzere..." Bizim parti: "...demokrasimizin nasıl onarılması gerektiğinin araştırılarak, demokrasimize yönelik tehditlerin belirlenmesi ve alınması gereken önlemlerin tespiti..." HDP, aynı şekilde: "...tüm boyutları ile araştırılması ve böylesi girişimlerin bir daha yaşanmaması için alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla..." Türkiye Büyük Millet Meclisinde, inşallah, 4 siyasi partinin oy birliğiyle bir komisyon kurulacak. Komisyonun kuruluş amacı; Türkiye'yi demokrasimize artık müdahale edilmeyecek bir hâle sokmak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin üstünde hiçbir gücün olmadığını, egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğunu tescillemek. Bu komisyon böyle bir çalışma yürütecek ve sonuçlarını kamuoyuyla paylaşacak. (CHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Türkiye Büyük Millet Meclisinin temel görevlerinden biri de, birçok görevi var ama önemli görevlerinden biri de yürütme organını denetlemektir. Bu çerçevede, bu yapılacak çalışmalar ışığında da yürütme organına düşen çok büyük ve önemli görevler var.
Sayın milletvekilleri, bu darbeyi 3 şey püskürtmüştür, 3M püskürttü diyorum ben, o da biraz önce aklıma geldi: Millet, Meclis, medya. 3M, tankları püskürttü, demokrasi kazandı, demokrasi galip geldi.
Sayın milletvekilleri, şimdi bu aşamadan sonra yapılması lazım gelen üç şey var, kaçınılması lazım gelen de üç şey var. Eğer bu üç şeyi yapabilirsek, Hükûmet ve Meclisimiz, bütün siyaset kurumu, partiler, sivil toplum kuruluşları, herkes, toplumun bütün katmanlarıyla bu üç hususta mutabakat sağlanırsa ve biraz sonra söyleyeceğim üç husustan hepimiz ayrı ayrı sakınırsak Türkiye'yi, işte o zaman altmış altı yıl önce tanıştığı demokrasiyle cumhuriyeti taçlandırmak mümkündür. Türkiye'de hâlâ tam demokrasiden, özgürlükçü demokrasiden bahsetmek imkânı da yoktur. Demokrasi, sadece Meclisin açık olması, Meclis kürsüsünden milletin vekillerinin millet adına söz söylemesinden ibaret değildir. Demokrasi, aynı zamanda, hukukun üstünlüğü, medyanın özgürlüğüdür, kanunların herkes için eşit olması, herkesin kanunlar önünde eşit olmasıdır yani hukuktur, adalettir, haktır. Bunların tesisi hepimizin görevidir.
Böyle baktığımız zaman, üç şeyi süratle yapmamız lazım. Hiç şüphesiz hepimizin mutabık kaldığı birinci husus, darbecilerden keskin bir şekilde hesap sormak, hesaplaşmak ve onların hak ettiği cezayı maksimum düzeyde almasını tayin ve tespittir. Bunu sağlamamız lazım. (CHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yani kimsenin yaptığı yanına kâr kalmamalıdır. Kimsenin artık devlete ve millete kafa kaldırmayı aklından bile geçirmeyeceği kadar şiddetli bir hesaplaşmaya ihtiyaç var. Bunun iki ayağı var; bir, yasama ayağı var yani Parlamentomuzca yapılması lazım gelen işler var, bir de tabii yargı tarafından yapılacak işler var; bununla beraber, yürütme organının yapması gereken işler var.
Bunu yaparken, bu hesaplaşmayı süratle ve şiddetle yaparken öncelikle Hükûmete, iktidara düşen önemli bir iş de toplumsal normalleşmenin süratle ikmalinin tamamlanması için de -hepimizin- azami gayreti göstermesi lazım. Toplumsal normalleşmenin sağlanmaması hâlinde, ben, Türkiye'nin önünün, demokrasimizin önünün tümüyle açıldığına çok inanamam. Üçüncü olarak da, bununla birlikte, demokrasimizin sözde değil, gerçek anlamda güçlenmesi için de bütün ideolojik kaygıları, siyasi konsolidasyon hesaplarını bir tarafa bırakarak demokrasinin güçlenmesi için gerekenleri de bu Meclisin süratli bir şekilde yapması lazım.
Bunları yaparken üç şeyden de Meclisin ve siyaset kurumunun sakınması lazım. Bu üç husus da şudur: Bir kere, her şeyden önce ve önemlisi, siyaset tarzında, Türkiye'de siyasete bakış tarzında, siyasette iş tutuş tarzında, siyasette, sahada, Anadolu'da, alanlarda toplumla diyalogdaki bazı hususlardan kaçınmak, kimi istismarlardan uzak durmak da zorundayız. Bunlar şudur sayın milletvekilleri: Bir partiyi hedef alarak söylüyor değilim, söylediğim 4 siyasi parti grubu için de geçerlidir. Yaşam tarzı üzerinden bu ülkede siyaset yapmamalıyız. Siyasete yaşam tarzı üzerinden yeni boyutlar, pencereler açmamalıyız. Aynı şekilde, inanç aidiyeti üzerinden, inanç ekseni üzerinden siyaset yapmamalı, uzak durmalı, bu iki şeyi birbirinden çok ama çok ayrı görmeli ve ayrı tutmalıyız. Ve üçüncü olarak, etnik aidiyet üzerinden, ırk aidiyeti üzerinden siyaset yapma şekline de, tarzına da, anlayışına da, yaklaşımına da son vermek zorundayız.
Samimiyetle ve inanarak söyleyeyim ki, siyaset kurumu, yani bu siyasi partiler, bizler bu üç husustan sakınırsak Türkiye'nin ve demokrasimizin önünün çok açık olduğunu ben buradan görüyorum.
Sizin hedefiniz 2023'tür, şudur budur. Bizim hedefimiz, bize kurucu iradeden kalan, sırtımızda şerefle taşıdığımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün muasır medeniyet hedefidir. Diğer siyasi partilerin hedeflerinin hepsi de Türkiye için, vatandaşlarımız için müspettir, olumludur ama bu hedeflere ulaşmanın başka bir çaresi de yoktur. Toplumu kamplaştırmayacağız, toplumu kutuplaştırmayacağız, insanları ayrıştırmayacağız. İnsanları "Alevi-Sünni", "laik-antilaik", "Türk-Kürt" diye ayrıştırarak; işte, "kısa giyiyor-uzun giyiyor", "başı açık-başı kapalı" diye ayrıştırarak yapılan siyaset, bu millete ve bu ülkeye 15 Temmuz darbecilerinin yaptığı ihanetle aynı şeydir, aynı şeydir. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Buna dikkat etmemiz, bundan sakınmamız lazım. Bu millet bizim milletimiz, biz bu milletin bağrından çıktık, bu topraklar bizim ecdat topraklarımız, ata topraklarımız; bu topraklarda doğduk, bu topraklarda öleceğiz. Bu bayrağı gören hepimiz aynı hisse kapılıyoruz. Bu bayrağın değeri ve önemi sizin için neyse bizim için de odur. Hepimiz bu bayrağın altında yaşamaktan iftihar ediyoruz. Bir millî maçta millî marşımız çalındığı zaman, bir başarı elde edildiği zaman benim tüylerim de diken diken oluyor, AK PARTİ'li milletvekilininki de, Milliyetçi Hareket Partilininki de, HDP'lininki de böyle oluyorsa anlamsız ayrışmalarla siyasette biraz daha fazla oy alacağım diye kimi hassasiyetleri kaşıyarak siyaset yapmak bize ama özünde bu millete ve bu ülkeye zarar veriyor.
Bu darbede bir şey daha görüldü. Çok can kayıplarımız var. Tabii, unutmadım, hiç aklımdan çıkmıyor ama 15 Temmuz gecesi kaybettiğimiz demokrasi şehitlerimizi rahmetle, minnetle anıyoruz. Allah'ım cennetini onlara zaten nasip etmiştir, bir tereddüdüm yok. Geride kalanlara Meclisimizin de, devletimizin de, Hükûmetimizin de sahip çıkacağına dair bir tereddüdüm de yok ve bu şekilde dün Bakanlar Kurulunda alınan kararları da uygun buluyoruz şüphesiz ama bu olay, bu musibet bazı kazanımları da beraberinde getirdi. Bakın, dikkat ettiyseniz, özellikle o tarihten sonra polemik yapmamaya özen gösteriyoruz. Bu konuların polemik yapılması, bu konular üzerinden siyasette bir şeyler kazanmaya çalışmak hainliktir, şerefsizliktir; yapmamaya parti olarak da özen gösteriyoruz.
Kazanım şu: Biz, hep "Demokrasi tepki ve protesto rejimidir." dedik, "Meydanlar ve sokaklar demokrasinin mabedidir." dedik. Ve zaman zaman kimi Hükûmet yetkililerince bu tepki ve protesto hakkını kullanmak isteyen yurttaşlarımız, molotof şişesiyle değil, sopayla değil, silahla değil, tamamen barışçıl olmak kaydıyla toplanan insanlar bazen "terörist" diye itham edildi, bazen "bölücü" diye itham edildi, şu oldu bu oldu. Ama demokrasiye yönelik, devletimize, milletimize yönelik bir kalkışmadan çıkmanın tek yolunun meydanlar olduğunu, sokaklar olduğunu da Sayın Cumhurbaşkanı o gece adres olarak gösterdi. Bunu bir kazanım olarak görüyorum, eleştirel söylemiyorum, olması gereken oldu. Millet meydana inerek, millet sokağa çıkarak Türkiye Büyük Millet Meclisine ve onun üzerinden demokrasiye sahip çıktı. Bu, 78 milyon için bir büyük mutluluktur, bana göre cumhuriyet tarihimizin en önemli anlarından birisidir. Az önce söylediğim gibi, hep söylediğim gibi, bu millet demokrasiyi özümsemiştir, benimsemiştir ve içselleştirmiştir.
Onun için -bazen arkadaşlarla da tartışırız- Türkiye'nin geleceğinden hiç kaygı duymadım ben, duymuyorum da, milletin doksan yıllık bu tecrübeyle, altmış altı yıllık demokrasi tecrübesiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisine de iradesine de her hâl ve şart altında sahip çıkacağıyla ilgili bir tereddüt bende var değil.
Hiç şüphesiz, darbeler her ne kadar iktidara yapılıyor gibi algılansa da darbe buraya yapılır, çünkü burası içinden iktidarı çıkaran yerdir. Dolayısıyla, "Efendim, biz bu darbeyi şuna yapıyoruz, buna yapıyoruz." Yok öyle şey. O "şu" dediğin millî iradenin içinden çıkan yürütme organıdır. (CHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ve ona yönelik her türlü tankın, topun karşısında, Cumhuriyet Halk Partisi, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da göğsünü siper edecektir, bunda kimsenin tereddüdü olmasın.
Bununla beraber, bu vesileyle bir güzellik, direnme hakkının tescillenmesi oldu. Bunu demokrasimiz adına büyük bir kazanç sayıyorum, ancak tabii ki direnme hakkı derken, orta yerde bir anayasa, yürürlükteki kanunlar çerçevesinde bir direnme hakkından tabii ki bahsediyorum.
Gene aynı şekilde, aslında, bu dört partinin verdiği önergelerde bahsedilen, dördünde de kullanılan, alınması gereken tedbirlerin başında... Şimdi, tabii, sayın bakanlar da onu bire bir konuştuğumuzda söylüyor: Devlette ehliyet ve liyakat unutulmuş idi ya da çok bakılmıyordu. Ne söylersek söyleyelim, artık geriyi konuşmanın bir alemi yok. Yeni dönemde, devletin yeniden inşa edileceği bu dönemde devlette ehliyet ve liyakatin her şeyin üstünde tutulmasının o devleti idare edenlere sadece başarı sağlayacağının bilinmesi ve anlaşılmış olması gerekir. Devlette ehliyet ve liyakat esas alındığında, hükûmette kim olursa olsun o hükûmetin başarılı olmaması diye, dolayısıyla o hükûmetin içinden çıktığı partinin seçim meydanlarında başarılı olmaması diye bir şey söz konusu değil. Millet sandığa giderken seçtiği iktidar partisine devleti yönetsin diye oy veriyor; ideolojik saiklerle, inanç aidiyetleriyle ya da değişik siyasi sebeplerle, siyasi ilişkilerle devlette kadrolaşsın, devleti kuşatsın diye değil. Bunun da bu vesileyle çok iyi anlaşıldığını umuyorum ve görüyorum da, onu da söyleyeyim.
Bununla beraber, kamu vicdanını kanatan bir sorunla da karşı karşıyayız. Elbette bu hesaplaşmanın kolay olmadığını... Hani bir atasözü var: "Kurunun yanında yaş da yanar." derler; bizim Sinop'ta da, her yerde de derler. Bu tür yol kazalarının, hak ihlallerinin olacağı muhakkak ama bu konuda Hükûmetin, devlet yetkililerinin maksimum hassasiyeti göstermeleri de bir zorunluluk. Bir masum haksız yere bir gün hapiste ya da karakolda yatacaksa bin suçlu, şüpheli sokakta gezsin. Devlet er geç onu bulur tepesine biner. Bu anlayışla da meseleye bakılabilmesi lazım. Yani, medyada ve kamuoyunda çok konuşulduğu şekliyle söyleyeyim: Bu hesaplaşmayı -konuşmamın başında söylediğim- şiddetle ve süratle yapılması lazım gelen bu hesaplaşmayı yaparken bunu bir kin ve intikam sürecine, projeksiyonuna çevirmemek gibi bir hassasiyeti iktidar partisinin içinden çıkan bu Hükûmetten de beklemek bizim muhalefet olarak görevimiz. Sizin de bizim de mağdur, mazlum kim varsa sahip çıkmak asli görevimiz; milletin incinmemesi asli görevimiz; insanların çalışma haklarına, temel hak ve özgürlüklerine gereksiz yere el konulmasına karşı çıkmak hepimizin asli görevi. Böyle bakıldığı zaman, sayın milletvekilleri, şüphesiz, özel bir art niyet yoktur belki; bir yüksek hassasiyetten kaynaklı olarak, kamu yöneticilerinin, görevlilerin yüksek hassasiyetinden kaynaklı olarak, yapılan darbe girişiminin vahametinden, aşağılık ve haince şeklinden doğan bir refleksten kaynaklanarak bir yüksek hassasiyet gösteriliyor olabilir. Bunu bir yere kadar anlayışla karşılamak da mümkündür ama gelin siz de Hükûmeti uyarın. Bu konuda kamu yöneticilerini, görevlilerini daha titiz davranmak konusunda sadece biz muhalefetin değil sizin de uyarmanız insani bir sorumluluktur. Burada hepimiz bunun için varız. Birinin burnu kanasa biz bu Meclis olarak bundan sorumluyuz. Bu anlayışla bakabilmenizin meseleyi daha kolaylaştıracağını öngörüyoruz.
Bir boyutu da, değerli milletvekilleri, medya mensuplarına, basın mensuplarına yönelik kimi gözaltılar ve operasyonlar. Demin söyledim, 3M bu darbeyi püskürttü dedim: "Millet" dedim, "Meclis" dedim, 3'üncü sıraya "medya"yı koydum. Gerçekten, özel kanalların tutumu takdire şayandır, eğri oturup doğru konuşalım. Bu noktada, medya mensuplarına yönelik bu tür tutuklama, gözaltı süreçlerinde de çok yüksek hassasiyete ihtiyaç var. Haber yaptı diye, yorum yaptı diye gazetecilerin tutuklanmaması gerekir. Bulaşmışsa, FETÖ'yle bir ilişki varsa gelin ben de sizinle bir tutayım onun ensesinden ama haber yaptı, yorum yaptı diye gazeteci tutuklamak bu terör örgütüyle mücadeleye zarar verir. Bunun da altını çizmek istiyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde söylenecek çok şey var ama Başkan ek süre vermeyecek, öyle anlaşılıyor.
Bir endişem şudur: Kaos ortamı oluşturmaya yönelik kimi saldırılar ve etkinlikler, eylemler olabilir, ben bundan korkuyorum. Hepimizin de bu dikkat ve endişe içinde ve bu sorumlulukla hareket etmesi gereğinin altını çizerek Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum efendim. (CHP sıralarından alkışlar)