| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 110 |
| Tarih: | 30.06.2016 |
ZEYNEP ALTIOK (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sivas katliamının 23'üncü yıl dönümünde bir katliamın acısını anmak için ve Madımak Oteli'nde yaşanan katliamın ardından yaşananların bütün gerçekliğiyle açığa çıkarılması için HDP Grubu tarafından verilen önerge lehinde söz almış bulunmaktayız.
Az önceki konuşmacıya yanıt vermek adına değil ama bu öneriyi getirenlerin de, lehte ya da aleyhte konuşanların da ölümleri yarıştırmak, katliamları birbirinin önüne çıkarmak gibi bir amacı olmaması gerektiğini belirtmek isterim. Başbağlar da elbette ki bizim insanlarımızın öldürüldüğü, bu ülkenin geçmişinde ve geleneğinde mevcut olan kanlı katliamlardan bir diğeridir. Ben, tüm demokrasi şehitlerini, tüm yitirdiğimiz canlarımızı burada saygıyla anıyorum.
"Ömrümce kendimi hep sözde buldum;
Söz cehennemdi yanıp kavruldum.
Yeniden doğdum kendi külümden,
Ben Anka'ydım konuşuldum."
Onlar ki tek tek katliamlarda yok edilen tüm canların her biri birer Anka, hepsinin önünde saygıyla eğiliyorum. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)
"Ülkemizin geçmişinde diri diri insan yakmak yok."muş, bunu söyleyen bu ülkenin Adalet Bakanı. Yirmi üç yıllık hukuksuzluğun ardından hem de katliamın yıl dönümüne günler kala bu sözleri en ufak bir vicdani rahatsızlık duymadan söyleyebilen bu bakan, insanlık suçlarının zaman aşımına uğrayışını "Hayırlı olsun." diyerek katillere müjdeleyen dönemin Başbakanı, bugünün Cumhurbaşkanının pusulasında kindar ve dindar nesil şiarıyla inşa edilen yeni Türkiye'nin Adalet Bakanı.
Dün Sivas'ta tekbir sesleriyle "Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak.", "Kahrolsun laiklik.", "Şeriat istiyoruz.", "Müslüman Türkiye." çığlıklarıyla insanları diri diri ateşe atan zihniyet, bugün yanı başımızda kafa kesiyor, insan ciğeri yiyor. O gün kinle Pir Sultan Abdal'ın heykelini parçalayan, dişleyenler bugün insan ciğeri yemeye devam ediyorlar. İBDA-C, Hizbullah gibi örgütler eliyle yapılan katliamın arkasındaki radikal İslam ideolojisi, bugün El Nusra, El Kaide ve IŞİD gibi örgütler eliyle tıpkı o günkü gibi tekbirle can almaya devam ediyor. MİT tırlarıyla ilaçların altında silah desteği verilen o örgüt, Suruç'ta, Ankara'da, Kilis'te, Atatürk Havalimanı'nda ülkemizi hedef alıyor, insanlarımızı katlediyor. Daha kaç insanımızı teslim edeceğiz, daha kaç canımızın gözler önünde patlamalarda şehit gitmesine seyirci kalacağız?
İnsanların canı üzerinden dış politika skoru güden bir anlayışla karşı karşıyayız. Patlamadan dakikalar sonra, henüz etkisi, sonucu netleşmemişken, acıları paylaşmak, başsağlığı dilemek yerine diplomatik galibiyet peşinde koşanlarla karşı karşıyayız. Bu galibiyetten söz ederek, ölümlerden siyasi malzeme çıkaranlar arsızca "Yılmayacağız." dediler.
28 Haziran günü Sivas katliamının firari sanıklar üzerinden devam eden davasındaydık. Zaman aşımı kararının kaderini belirleyecek olan üst mahkeme heyetinde Sivas katliamı sanık avukatlarından biri var. Tüm sanık avukatları gibi iktidar partisinin ve Hükûmetin tüm üst düzey kadrolarında bu insanlar yer alıyor. Hiç bir şey tesadüf değil. Katliamın hemen ardından usulsüzce sanık avukatlığını üstlenen bir milletvekili ve dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan'dan bugünün "Geçmişimizde diri diri insan yakmak yok." diyen Adalet Bakanına planlı bir hukuk dönüşümü içerisindeyiz. Ekseni siyasal İslam olan bir rejimin inşası için, yirmi üç yıl önce Sivas'ta hiçbir zaman açığa çıkarılmayan karanlık güçler tarafından atılan temel, son on dört yılın iktidarında eğitimden hukuka sistemli bir kadrolaşmayla tek adamın şiddet rejimine ve onun kefen giymiş dindar ve kindarlarına harç sağlamlaştırmaktadır. Sorgulamayan, insani duygularını yitirmiş çıkar odaklarının elinde biat eden toplumun tam kontrolü ancak hukukun tam anlamıyla güce hizmet etmesiyle mümkün. O nedenledir ki insanlarımızın cesetleri yerdeyken burada yangından mal kaçırırcasına sabaha kadar kaç madde geçiririz diye uğraşıyorsunuz.
Ülkemiz tam bir kopuşun ve yarılmanın eşiğinde. Artık her biri birer rakam olarak algılatılmak istenen ve cenazeleri de siyasete malzeme olan, kullanılan şehitlerimiz, her gün ölen bebeklerimiz, insanlarımız, acılarımız bir yanda; diğer yanda "Bana, hep bana." diyenler, derelerimizden, nefeslerimizden bile rant çıkaran, geleceğimizi tüketen, şiddete doymayan, kandan beslenen bir karanlık.
"Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın." diyor Albert Camus. Ben bu ülkeye baktığımda, maalesef cinayetler, toplumu aydınlattığı, düşündüğü, sorguladığı için öldürülen, katledilen, kaybedilen insanlar görüyorum.
Unutmayın ki devletin devamlılığı vardır, "O zaman ben iktidarda değildim." diyerek bu ülkenin geçmişinden kaçamazsınız. Onca ölüm varken sadece 28 Şubat ve İslamofobi için insan hakkı peşinde koşamazsınız. Açlık, yoksulluk varken saraylarda düğün yapamazsınız. Adliye saraylarını sözde hakaret davalarıyla kilitleyemezsiniz. Faili meçhullere kulak tıkayamazsınız. "Emri ben verdim." diye böbürlendiğiniz çocukların davalarını, Roboski'yi, Suruç'u, Reyhanlı'yı, Ankara'yı, Atatürk Havalimanı'nı zaman aşımına terk edemezsiniz. Bu davaların da zaman aşımını bekletemezsiniz. "Bu ülkenin geçmişinde insan yakmak yoktur." diyerek kanlı geçmişinizden kaçamazsınız. Sorarlar size: 6-7 Eylülü, 2 Temmuz 1993'ü, 19 Aralık 2000 Hayata Dönüş Operasyonu'nu, hazmedemediğiniz 7 Haziran seçimi sürecinde tutuşturulan seçim otobüslerini, seçim bürolarını, Gül Kitabevi'ni. Bir düğmeye basılmışçasına şiddete teslim edilen kentleri, sivillerin yaşadığı sokakları sorarlar. Beyaz Toroslarla tehdit ettiniz ya insanları, hesaplaşmadınız ya darbe anayasasıyla, o anayasanın bütün imkânlarıyla önümüze getirdiğiniz yasaklar, tutuklamalar, patlamalar, "Aldatılmışız." dediğiniz düzmece davalar.
Nasıl hatırlayacaksınız ki bunları? Özenle hafızasızlaştırdığınız toplum ve bilinçle yok saydığınız hakikatler arasında kurmaya çalıştığınız yeni Türkiye'nizin Cumhurbaşkanı bile kendi sözünün farkında değil. "Mavi Marmara'ya izni biz mi verdik?" diyor. Kendi sesinden kayıtlar dönüyor dünden bu yana ama işte Ensar vakıflarında aklı tutulan, bedeni esir alınan nesil nasıl hatırlasın?
Bir haftadır burada el birliğiyle tutuklu bir hukuk inşa ediyorsunuz. Öyle bir yargı ki karikatürden tahrik olan şeriatçıların öldürdüğü insanlara ilişkin haber yapan vicdanlı gazetecileri olasılık üzerinden suçlu ilan edip, yirmi üç yıl önce diri diri insan yakan aynı zihniyetin maşalarını "iyi niyetli" insanlar diye tanımlayan bir gerekçeli karar yazabiliyor. Ceyda Karan ve Hikmet Çetinkaya için olasılık üzerinden uydurulan suç da tıpkı Sivas katliamının yirmi üç yıldır deneyimlediği pişkin kurgunun bir versiyonudur. Dinî saikle insan yakmayı meşrulaştıran, tahrik olma özgürlüğünü eyleme davet eden bu anlayış tam bir skandaldır. Danıştay ve Sayıştay yarın işiniz bittiğinde silkeleyip atacağınız atanmış kuklalardan oluşsun, bu kararlar çoğalsın, yürürlüğe girsin diye telaşla gece yarıları geçirdiğiniz o kanunlar gün gelecek sizlerin ayağına dolanacak.
Geçmişten günümüze tek bir katliam, tek bir siyasi cinayetin bile adaleti bulamadığı bir düzen demokrasi değildir. Yüzleşme, hafıza ve adaletse gerçek bir demokrasinin olmazsa olmaz unsurlarıdır. Tüm demokrasi şehitleri için adalet istiyoruz. Tüm insanlarımız için, tüm katliamlarda canı alınanlar için adalet istiyoruz. Tarihimizde aydınlanmamış faili meçhul siyasi cinayet bulunmayan, gerçek demokrasiyle yönetilen bir Türkiye için dini sömürmeyen, vicdana ve akla inanan namuslu vekillere sesleniyorum: Gelin, yanlış iliklenmiş düğmeyi birlikte çözelim, ülkemizin hak ettiği geleceği sağlayacak bu adımı birlikte atalım. Bu önergeyi bugün hep birlikte burada oylayalım ve bir ilke imza atalım. Gerçekten adalet için ve gerçekten ölmüşlerin canı için hep birlikte eyleme geçmeyi başaralım. Burada kof sözlerle ne adaleti ne hukuku ne de Meclisi kilitlemeyi görev bilmeyelim.
Teşekkür ediyorum. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)