Konu: | Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 107 |
Tarih: | 27.06.2016 |
HDP GRUBU ADINA BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Tasarıya dair görüşlerimizi paylaşmadan önce, 26 Haziran İşkence Görenlerle Dayanışma Günü vesilesiyle dünyada ve Türkiye'de işkencenin ortadan kalkması için mücadele eden, emek harcayan herkesi bu kürsüden saygıyla selamladığımı belirterek başlamak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, önümüzdeki tasarı, açıkça Anayasa'ya aykırı ve kuvvetler ayrılığı sistemini bozan, darbe niteliğinde bir ayıklama operasyonudur. Komisyon görüşmelerinde de bu tasarının esasen kendinden olmayan herkesin tasfiyesine yönelik bir ayıklama operasyonu olduğunu belirttik. Bu eleştirilerimize karşı Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ, âdeta teyit edercesine "Pensilvanya'ya biat edenler var ve oraya biat etmeyi cennete gitmekle eş değer görenler var." şeklindeki sözleriyle karşılık vermiştir. Sadece bu cümle bile nasıl bir tasarıyla karşı karşıya olduğumuzu aslında belirtmeye yeter.
Gündeme geldiğinden beri hiç kimse bu tasarının yargıya olan güveni artıracağına, adalet sisteminde bozulan yönleri telafi edeceğine dair herhangi bir tartışma yürütmedi; tam aksine, bütün tartışmalarda anayasal ilkeler ve güvenceler düzeyinde sağlanan yasama-yürütme-yargı dengesinin nasıl yerle bir edildiği endişeyle tartışılıyor ne yazık ki. Bu tasarının adaletle herhangi bir alakası yok.
Usul ve yöntem olarak alt komisyona sevk etme gereği duymadan, görüş alınması gereken tüm kesimlerden görüş alınmadan, Venedik Komisyonu ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Birleşmiş Milletler Genel Kurul kararlarına uymadan, alelacele Genel Kurul önüne getirilen bu tasarı, açıkça bir dayatmadır.
Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmeti olarak benimsediğiniz tarz, çoğulculuğu ve hukukiliği esas almaktan çok uzaktır. Siz, çoğunluğu elinizde bulundurabilir, hatta bu sayede yasama faaliyetlerini askıya alabilirsiniz, yürütmeyi işlemez hâle getirebilirsiniz ve bir müsteşardan bir odacıya kadar tüm kamu yönetimi sistemine giriş için tek ölçüt olarak AKP'li olmayı getirebilirsiniz ancak yargıya doğrudan, özüne dokunur şekilde müdahale edemezsiniz, etmemelisiniz. Buna hiç kimsenin hakkı yoktur. Hukuk düzeni akşamdan sabaha oluşturulan bir sistem değil, tüm toplum düzenimizi belirleyen bir bütündür. Bu yapıyı bozma girişimi dahi kaosa, herkesin kendi hakkını kendisinin aramaya başlayabileceği tehlikeli bir ortama işaret eder. O nedenle, yargı sistemini felce uğratacak ve bundan sonra yargının bağımsızlığına hiçbir inancımızın kalmamasına neden olacak bu tasarının görüşmeleri derhâl durdurulmalı ve tasarı geri çekilmelidir.
Değerli milletvekilleri, adliyelerde hâkimler yargı bağımsızlığı ve hukuk düzeni için adalet dağıtmalıdırlar. Birazdan tekrar değineceğim üzere, bu nedenle dahi her türlü etkenden bağımsız olmalıdır adaleti sağlayan kişiler. Bakın, Amerika'da bir yargıç Obama'yı gördüğü zaman değil önünü iliklemek ayağa dahi kalkmaz, o yargıcın temsil ettiği bir makam var, bunu düşünür ve o makamın onurunu koruması gerektiğini düşünür. Az evvel de belirttiğim üzere, çoğunluğu elinizde bulundurmanız yargıya müdahale etme hakkını size vermez. Venedik Komisyonu da bu konuda kriz zamanlarında dahi yargının bağımsızlığı ve gerektiği gibi çalışmasının tehlikeye düşürülemeyeceğini ifade eder.
Değerli milletvekilleri, bahsettiğimiz Venedik Komisyonu ve bu yapının önerilerini, raporlarını dikkate almak bağlı olduğumuz sözleşmeler ile üyelikler sebebiyle ve hukukun üstünlüğü ile bireylerin hak ve özgürlüklerinin güvenceye alınmasının teminatı olma bakımından önemlidir. Venedik Komisyonu bizim de üyesi olduğumuz Avrupa Konseyinin anayasal konulardaki danışma organıdır ve üyeleri de özellikle Anayasa hukuku ya da uluslararası hukuk alanlarında uzman akademisyenler, Anayasa Mahkemesi yargıçları ve çeşitli ülkelerin parlamenterlerinden oluşmuştur. Bir zamanlar Anayasa hazırlattığınız Profesör Doktor Ergun Özbudun da bu Komisyonun eski üyesiydi ve açıkça Anayasa'ya, hukuk devleti ilkesine aykırı olduğunu o da belirtmiştir.
Az önce usul tartışması yürüttük İç Tüzük 32'nci madde uyarınca. Komisyonda da benzer tartışmaları yürüttük ama AKP'liler "Biz Anayasa'ya uygun olduğunu düşünüyoruz." diyerek kabul ettiler ve Anayasa'ya aykırılığı tartışma gereği bile duymadılar. Ben bunları, Komisyonda nasıl bir ortamın olduğunu burada ifade edebilmek üzere kamuoyunun bilgisine sunmak için anlatıyorum. Sadece "Biz uygun görüyoruz, oldu. Biz kabul ediyoruz, oldu." diyerek böyle bir araştırma yapmak yerine, sadece, tasarıyla yerleri etkilenmeyecek olan 2 yüksek yargı dairesi başkanını getirmişlerdi, onlar da tabii ki tasarıyı olumlayan görüşlerini dile getirdiler ve sunulan aykırı görüşler hiçbir şekilde dikkate alınmadı. Siz kabul ediyorsunuz diye Anayasa'ya aykırı olmaktan çıkmaz, Anayasa'ya açıkça aykırıdır.
Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmeti görüşmekte olduğumuz tasarıyla yargıda yeniden bir reform yapacağını ileri sürüyor ama bu bir reform değildir. Önce geleneksel hâkim güçlere karşı, sonra da AKP'nin ters düştüğü cemaatçilerle yollarını ayırmak üzere, önce çoğunluğu elde etmek üzere üye sayısını ve daire sayısını artırdılar, şimdiki düzenlemeyle de üye sayısını ve daire sayısını düşürüyorlar. Yargıtay üyelerine, Anayasa Mahkemesinde olduğu gibi, on iki yıl görev süresi getiriliyor.
Bunların hepsine birazdan değinmekle beraber şunu anlatmak istiyorum: Yerleri etkilenmeyecek olanlar, Yargıtay ve Danıştay Birinci Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı Birinci Başkan Vekili, Cumhuriyet Başsavcı Vekili ve daire başkanı olarak görev yapanlar hariç Yargıtay üyelerinin üyelikleri tamamen sona eriyor. Ayrıca, Yüksek Seçim Kurulunda üyeliği olanların da üyeliği sonlanmış olacak. Bu durumun yol açacağı sorunlar da görmezden geliniyor. Anlaşılan o ki Yüksek Seçim Kurulunun da bu düzenlemeyle içi boşaltılacak ve o kurula da tarafsızlığı hep tartışılacak olanlar atanacak. Tasarıya göre, kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren beş gün içinde görevi sona eren üyeler arasından HSYK tarafından Yargıtay üyesi seçimi yapılacaktır, yeniden seçilen üyeler on iki yıl daha görev yapacaktır. Bu düzenlemeyle, Anayasa Mahkemesi denetimini dahi imkânsız kılacak kadar kısa bir süre öngörerek bu yolu neredeyse imkânsız kılıyorsunuz. Umuyoruz ki, Anayasa Mahkemesi bu tasarı hakkında inceleme yaparken yokluk konusunu da değerlendirir, hukuki bakış açısıyla, aslında değerlendirmesi gerektiğinin altını çizerek vurgulamak istiyorum. İptal kararı verilecek olsa, geriye yürümezlik prensibi gereği, yeniden seçilecekler on iki yıl süreyle o mevkileri işgal etmiş olacaklardır. Tasarı bu hâliyle Yargıtay ve Danıştayda kadrolaşmayı hedefliyor. Bizler ve etkilenecek olan herkes de çok iyi biliyor ki aslında yeniden atanacakların listesi çoktan belirlenmiş durumdadır.
Bir diğer husus: Yargıtay üyeliğine seçilmeyenlerin kazanılmış hak aylık dereceleri saklı kalmak kaydıyla HSYK tarafından sınıf ve derecelerine uygun olarak bölge adliye veya ilk derece mahkemelerine atanmaları öngörülüyor.
Tasarı, 20 Temmuz 2016'da istinaf mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle vakıa denetimini istinaf mahkemelerinin yapacağını, Yargıtayın içtihat mahkemesi olarak sadece hukukilik denetimi yapacağını belirtiyor. Sadece bu düzenleme dahi, önümüzdeki süreçte yargıda meydana gelecek kaosun habercisidir. İstinaf mahkemeleri daha yürürlüğe girmeden, girdikten sonra hangi öngörülemez sonuçların olacağını dahi henüz kimse bilmiyor.
Bir diğer husus: Anayasa'nın 139'uncu maddesinde düzenlenen hâkimlik teminatıyla alakalıdır. Hâkimlik teminatı demokrasinin vazgeçilmez unsurlarındandır. Bu teminat sadece adaleti sağlayan kişileri değil, adalet karşısına çıkan bizleri, toplumu da koruyan bir teminattır. Bu bağlamda, Danıştay ve Yargıtay üyeliğinin anayasal güvenceye alınmış bir statü olduğunu da Adalet Bakanının "Anayasa'mızda Danıştay üyeliği teminatı diye bir düzenleme yoktur." gibi temelsiz, gerçekliği olmayan sözlerine istinaden anımsatmak gerekir. Hükûmet, bu statüyü ortadan kaldırarak "şucu" ya da "bucu" üyeleri değil, yargı makamının bizzat kendisini hedef alıyor. Hâkimlik teminatı da hâkimlerin kanunda belirtilen durumlar dışında emeklilik yaşına kadar görevlerinde kalmalarını gerektirir.
Burada iki yüksek mahkemedeki bütün üyeler görevlerinden alınıyor, bir kısmı emekliye sevk edilmeden daha alt seviyedeki mahkemelere atanıyor. Bir hâkimin şahsi kusuru olmaksızın daha aşağı mertebede bir mahkemeye tayini açıkça bir cezadır, açıkça bir baskıdır. Dolayısıyla, bu düzenleme de hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı prensiplerine açıkça aykırıdır.
Değerli milletvekilleri, bizler, AKP'nin ve sarayın demokrasi, özgürlük, barış gibi kavramları sevmediğini ve yaşamını bu değerlere adayan aydın, yurtsever, demokrat herkese düşmanlığının baki olduğunu çok iyi biliyoruz. Daha geçtiğimiz günlerde, Özgür Gündem gazetesinin nöbetçi genel yayın yönetmenliğini yapan üç arkadaşımız tutuklandı. Son bir yıldır partimize ve bileşenlerimize yönelik operasyonlarda ise binlerce kişi tutuklandı. Bununla yetinmeyen Hükûmet, bu tasarının ardına gizlenmiş 3 maddeyle DGM'leri mumla aratacak bir düzenleme koymuştur. Buna göre, tasarıyla, "Devlet aleyhine işlenen suçlar ve Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar dolayısıyla, suçun işlendiği yerin bağlı olduğu ilin cumhuriyet başsavcılığınca açılan davalar, ilin adıyla anılan ağır ceza mahkemesinde görülecek." deniliyor. Bu hâliyle, tabii hâkim ilkesinin, delillerin serbest değerlendirilmesinin ve adil yargılanma hakkının daha baştan ihlal edileceğinin açık olduğunu görmek gerekir. Bu düzenleme, kesinlikle suçlarla etkin mücadele anlamına gelmeyip her ilde yeni bir DGM kurulacağının beyanıdır. Sulh ceza hâkimlikleri kurulurken güdülen amaç burada da açıkça ortaya konmuş durumdadır. Yine kontrol altında, yine talimatla hareket edecek hâkimlerin olduğu mahkemelerde, o çok tanımsız, belirsiz kavramlar olan terör kapsamında görülecek, herkes ya da sırf iktidara muhalif olduğu için, devlet güvenliğine aykırı hareket ettiği gerekçesiyle bu mahkemelerde yargılanacak demektir. Bir basın açıklamasında bulunmak ya da demokratik bir söylem bile bu mahkemelerde yargılanmaya yetecektir. Sosyal medya paylaşımlarının tutuklama gerekçesi yapıldığı böylesi bir ortamda bunları görmek için kâhin olmaya gerek yok. Demokrasi isteyenler, adalet arayışında olan ve bozulmuş düzene itiraz edenler, gerçekleri yazanlar, gerçek habercilik yapanlar, iktidara muhalif olan herkes ama herkes böylesi mahkemelerde yargılanacak ve ceza alacak. Bu anlayışla yine demokrasinin can damarlarını kesmeyi hedefliyorsunuz. Demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, evrensel tüm değerlere aykırı ama AKP'ye uygun mantığıyla hareket ediyorsunuz, hepimizi, tüm ülkeyi tehlikeye atıyorsunuz.
DGM'lerin tarihini yeri gelmişken kısaca belirtmekte de fayda görüyorum. Abdülhamid'in Yıldız Sarayı'nın bahçesine kurdurduğu çadır mahkemesinden sonraki dönemde 11 ilde kurulan istiklal mahkemesine, daha sonra yine İstanbul İstiklal Mahkemesine ve Takrir-i Sükûn Kanunu'yla birlikte Ankara ve Şark istiklal mahkemelerine, sıkıyönetim mahkemelerinden DGM'lere kadar, DGM'lerden sonra özel yetkili mahkemelerin hepsinin ortak özelliği muhalifleri susturmak olmuştur ve bugüne kadar da olağanüstü yetkili ve hukuksuz mahkeme uygulamalarından hiçbir zaman vazgeçilmemiştir.
AKP Hükûmeti iktidara geldiğinde yüzünü Avrupa Birliğinin haklar ve özgürlükler, hukuk güvencesinin asgari normlarına, AB standartlarına dönmüş ve bu rüzgârla her çevreden oy almıştı ama zaman içinde gördük ki verdiği sözlerin hiçbirisini tutmadı. AKP Hükûmeti bahar havasından daha 2005 yılında çıkmış, TCK değişikliğiyle çocukların ağır ceza mahkemelerinde yargılanmalarına neden olan Terörle Mücadele Kanunu'nda değişiklik yapmıştı. Yine, 2007'deki Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'ndaki değişiklikle hızla bu değerlerden uzaklaştığını gösterdi. Daha önce farklı form ve değişik adlarla karşımıza çıkan özel yetkili bu mahkemeler... Üstelik, yeni yasa yapmaya da gerek duymadan, torba yasayla ön planda başka bir tasarı, birkaç maddesinde saklanmış hâlde DGM'ler ortaya çıkıyor. Özcesi, DGM'leri geri getiriyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, tasarıyla, ayrıca, hâkim ve savcı adaylarının meslek öncesi eğitimleri sonunda yapılan yazılı sınavlarına ilave olarak sözlü sınav getiriliyor. Yıllardır bu sözlü sınavların nasıl elemeye tabi tuttuğunu, nasıl bir eleme unsuru olarak görüldüğünü aslında hepimiz biliyoruz. Sınavdan 100 bile alsanız politik eğiliminize göre ya elenirsiniz ya alınırsınız ya da örneğin doğum yerinizde "Dersim" yazıyorsa, "Van" yazıyorsa, "Yüksekova" yazıyorsa artık bu yargı sistemine dâhil olmanız mümkün değildir.
Ayrıca, tasarıyla hâkim ve savcılar için kanun yolu değerlendirme formu uygulaması yeniden getiriliyor. Gördüğünüz üzere, bu tasarı artık hâkim teminatını, yargı bağımsızlığını, liyakat, kürsü teminatı gibi, bir hukuk düzeninde olması gereken tüm değerleri yerle yeksan ediyor.
Değerli milletvekilleri, yargı bağımsızlığı ya da bir diğer deyişle bağımsız hâkimler olmazsa hak ve özgürlüklerin doğru ve meşru uygulaması olamaz. Yargı bağımsızlığı, bir amaç veya yargıçların özel bir ayrıcalığı değildir ancak hâkimlerin, bir hukuk devletinde yurttaşın hak ve özgürlüklerini koruyucu bir rol üstlenebilmeleri için olmazsa olmazlardandır. İç ve dış etkilerden korunmuş bağımsızlığın kurumsal düzenlemelerle teminat altına alınması beklenirken bizler, bugün, yargının saraya bağımlılığını tartışmaktayız. Anımsayın, yüksek yargı başkanlarının Cumhurbaşkanıyla çay toplamalarının ardından Hükûmet sözcüsü "Ne var bunda? Yargı, Cumhurbaşkanlığı makamına bağlıdır, elbette Cumhurbaşkanının gezilerine katılacak." demişti. Oysa hâkimler, tarafsızlıklarının ve bağımsızlıklarının sorgulanabileceği durumlara dahi kendilerini sokamazlar. Meslek onurunu korumak adına ve adalet kavramının yüzü suyu hürmetine, o fotoğraf karesinde bulunanların aslında istifa etmesi gerekirdi; tam aksine, o karede bulunanlar bağlılıklarının kime olduğunu göstermiş oldular. Türkiye bu fotoğraf karesini asla unutmayacak.
Yine, tasarıda yüksek yargı üyelerinin görev sürelerinin on iki yılla sınırlandırılması Anayasa'ya aykırılık taşımaktadır, bunu tekrar belirtmekte fayda var. Ayrıca bu anlamda tasarı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin bağımsız ve tarafsız mahkeme önünde yargılanma hakkını güvence altına alan 6'ncı maddesine de aykırılık taşımaktadır; yine İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 10'uncu maddesine; 1985'te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen Yargı Bağımsızlığı Hakkında Temel İlkelere ve 2002 tarihli Bangalore Yargısal Etik İlkelerine de ters düşüyor. Tüm bu belge ve görüşlere rağmen, benzer bir tasarıyı kanunlaştırarak HSYK'daki kadroları eline geçiren AKP Hükûmeti hâkim ve savcı olabilmek için tek bir şart sunmaktadır, o da koşulsuz saraya biat şartıdır.
Değerli milletvekilleri, on iki yıllık süre sınırı konusunun hâkimlik teminatı bakımından Anayasa'ya aykırılığı hem Bakanlar Komitesinin tavsiye kararında belirtilmiş hem de Anayasa'nın 139'uncu maddesinde "Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz." denerek tartışmaya mahal bırakmaksızın, açık bir şekilde düzenlenmiştir.
Kısaca bu konuda şunu belirteyim: Demokratik ülkelerde genel kabule göre, yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatını güvenceye almak üzere, bu alana müdahale olmasın ya da yasama, yürütme organları baskısı olmasın diye -teminata dair güvence maddeleri- anayasa gibi değiştirilmesi zor olan belgelerde düzenleme yapılma yoluna gidilir ki bizde de anayasal düzenleme yapılmıştır, anayasal güvencesi vardır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de yargıçların meslekte ilerlemeleri ve görev süreleri hakkındaki yasal düzenleme Kıta Avrupası sistemine denk düşmekte, liyakate ve başarıya dayalı bir görev sistemine göre ilerlemelidir. Yine Türkiye'nin benimsediği Bangalore Yargı Etiği İlkeleri ışığında kariyer, liyakat ve ehliyet koşullarının taşınması gerekir.
Tüm bu hususlar net iken günübirlik politikalarla yargı alanı yapboz tahtasına çevrilemez. Hâkimlik teminatı ve yargı bağımsızlığı yani adalet sisteminin temel unsurları hiç kimsenin, özellikle bu Hükûmetin inisiyatifine terk edilemeyecek kadar değerli ve önemlidir. Bundan ötürü yüksek yargı üyelerine ilişkin yapılacak düzenlemelerin Anayasa değişikliğiyle yapılması şarttır.
Yine, az önce belirttiğim gibi DGM'lere ilişkin düzenleme 31, 32 ve 33'üncü maddelerde düzenlenmiştir. DGM zihniyetiyle getirildiğini söyledik zaten.
Son olarak şunları belirtmek istiyorum: Aristo "Adalet ilkin devletten gelmelidir çünkü hukuk devletin toplumsal düzenidir. Kanun düzendir, iyi kanun iyi düzendir. Hukuk her şeyin üzerinde olmalıdır." der.
Şu ana kadar dikkatinizi çektiyse ne adaletten ne hukuktan ne de toplumsal düzenden bahsettik. Tasarının bizlere öngördüğü yegâne konular kaos, haksızlık, hukuksuzluk, insan hakları ve özgürlük anlayışının askıya alınacak olmasıdır. Başında bulunduğu kurumun yapısı tamamen değişecek olmasına rağmen, koskoca Yargıtay Başkanının sadece göreve ilişkin, görev süresine ilişkin çekine çekine iki cümle kurması anlaşılabilir bir şey değildir. Yargıtay Başkanı Cirit'in yerine, söylemesi gerekenleri Yargıtay Onursal Başkanı Sayın Sami Selçuk aynen şu ifadelerle söylüyor: "Yetersiz bilgiyle ve kopyalarla sistem değiştirilemez. Buna benzer değişiklikler ancak ihtilal dönemlerinde görülebilir. Sağlıksız sonuçlar yaşandığında da herkes kendine gelir ama çok geçtir artık, her şey yitirilmiştir. Olağan hukuk düzeninde bunlara hiç kimse cüret edemez, düşünmez bile. Bizde oldu, yargının güvencesi çoğunluk iktidarınca örselendi. Bu alışkanlık sürerse korkarım hiçbirimiz sığınacak liman bulamayacağız. Elli yıldan bu yana, yargıya bu denli el atıldığı bir dönemi yaşamadık. Çok yazık ve çok acı. Bugünler eski bir yargıç olarak benim için yas ve utanç günleridir. Ülkem, ülkemdeki hukuk fakülteleri, hukukçular, özellikle de Meclisteki hukukçular ve öğrencilerim adına bu denli utandığımı hiç mi hiç anımsamıyorum. İmdat çığlıklarını duyup değerlendirenler de yok ortalıkta. Komisyonun kabulüyle çoğunluk iktidarı, esasen güven bunalımı ve hastalığı çeken yargının ve onun bağımsızlığının tabutunu hazırlamış bulunuyor. Umuyorum, Genel Kurul o tabuta son çiviye de çakmayacaktır."
Değerli milletvekilleri, bugün, bu tasarıyı önümüze getirerek bize dayatan AKP Hükûmeti şunu aklından çıkarmamalıdır. Hukuk, demokraside öncelikle azınlıkların ve bütün toplumun haklarını ve özgürlüklerini koruma amaçlıdır ve hepimizin sığınacağı en güvenilir limandır. Yine bizler için âdeta bir Kutup Yıldızı'dır. Bu istikametin karşısında duran bu tasarıya bir bütün olarak karşı çıktığımızı belirterek hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)