GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül 2016 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL harekâtına iştirak etmesi hususunda Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca Hükûmete izin verilmesine dair Başbakanlık tezkeresi (3/802) münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:107
Tarih:27.06.2016

CHP GRUBU ADINA ÖZTÜRK YILMAZ (Ardahan) - Sayın Başkan, Saygıdeğer Bakanımız; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Lübnan'daki Birleşmiş Milletler Gücü'ne Silahlı Kuvvetlerimizin katılımı konusundaki Başbakanlık Tezkeresi'nin süresinin bir yıl daha uzatılması konusunda söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Tezkereye olumlu oy kullanacağız çünkü Türkiye'nin uluslararası kuruluşlar nezdindeki görünürlüğünün artırılması ve özellikle Silahlı Kuvvetlerimizin bu tür görevlerde yer alması, görev icra etmesi bizim de savunduğumuz, desteklediğimiz bir konudur.

Bu vesileyle, bugün kritik gelişmeler oldu, Türkiye-İsrail ilişkilerinde kritik gelişmeler oldu. Biliyorsunuz, biz "..." (*) başladık 2009 yılında, sonra Mavi Marmara gemisine Akdeniz'de İsrail'in yapmış olduğu operasyon nedeniyle 9 vatandaşımızı kaybettik ve akabinde ilişkilerimiz gerildi, büyükelçiler çekildi ve 2'nci kâtip seviyesine düşürüldü diplomatik ilişkilerimiz. Sonra, askerî ilişkilerde büyük bir irtifa kaybı oldu. Tek irtifa kaybı olmayan ticari ve ekonomik ilişkiler oldu, biraz önce konuşmacıların da aktardığı gibi, ticari ve ekonomik ilişkilerde ciddi manada artış yaşandı bu dönemde.

Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak Türkiye'nin sorunlar yaşadığı bütün ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesini destekliyoruz, aynı şekilde, Mısır'la ilişkilerin düzelmesini destekliyoruz, Suriye'de bir şekilde istikrar sağlanmasını ve Türkiye'nin bu bölgedeki ilişkilerinin normalleşmesini istiyoruz, Irak'taki Merkezî Hükûmetle ilişkilerin düzelmesini istiyoruz; İran'la sorunlar yaşıyoruz perde arkasından da olsa, özellikle İran'la olan bazı yanlış anlamaların giderilmesini destekliyoruz, Rusya'yla sorunlar konusunda da keza aynı konudayız.

Şimdi, bu İsrail-Türkiye normalleşme süreciyle ilgili olarak bazı hususları paylaşmak isterim: Türkiye'deki siyasi iktidarın bu konudaki stratejisi şöyle oluyor: Önce bir kavga ediyor, bu kavgayı içeride bir kesime mal ediyor ve taraftar topluyor ve sonra bunu seçimlerde oya tahvil ediyor ve ne kadar yüksek oy alırsa alsın bunun dış politikada artık bir işe yaramadığını, dış politikanın farklı bir mantıkla yürütüldüğünü gördüğü andan itibaren de bütün pozisyonları terk ediyor ve başladığımız noktaya geri dönüyor. Tepkisel, duygusal, içe dönük, iç kamuoyuna dönük, iç kamuoyunu tatmine dönük bu politika maalesef bize zarar veriyor.

İsrail'le ilişkilerde 3 tane şarttan bahsettik, bu şartlar Türkiye'nin şartlarıydı. Neydi? Özür. Dilendiği söyleniyor, biz bir yazılı metin görmedik, herhangi bir yerde yayımlanmadı ama dilendiğini varsayıyoruz.

İkincisi tazminat konusuydu, Mavi Marmara'da hayatını kaybeden vatandaşlarımızın akrabalarına tazminat ödenmesi konusuydu. Bunda bir anlaşma sağlandığı anlaşılıyor.

Üçüncü konu ve en önemli konu, siyasi iktidarın dilinden düşürmediği, her zaman gündeme getirdiği ve iç politika malzemesi yaptığı Gazze'ye ablukanın kaldırılması konusu. Gazze'ye ablukanın kaldırılması konusu terminolojik olarak sıkıntı içeriyor. Bizim anladığımız, Hükûmetin anladığı; buradan bizim gemiler Gazze'ye gittiği zaman Gazze Limanı'na denizden yanaşmayı içeriyordu yani Gazze'ye ablukanın kaldırılması, İsrail üzerinden Gazze'ye geçmeyi değil, doğrudan, Akdeniz'den Gazze Limanı'na ulaşmayı içeriyordu. Bu olmuyor ve Gazze'ye abluka kalkmıyor. Olan, bizim yine İsrail limanından, İsrail denetiminde Gazze'ye geçecek malların hızlandırılmasından ibarettir yani hafifliyor. Dolayısıyla, bu konuda, Gazze'ye ablukanın kaldırılması konusunda biz "kalktı" diye bir kelimeyi kabul etmiyoruz, zaten Sayın Başbakan da bugün "3 şartımız" derken, Gazze'ye ablukanın kaldırılmasını değil... Aynen okuyorum "Gazze'ye ablukanın hafifletilmesiydi üçüncü şartımız." dedi. E, zaten hafifliyor, kalkmıyor.

Şimdi, bizim Hükûmetin 3 şartını konuştuğumuzda, İsrail'in de 3 tane şartı vardı. Bu, Türk kamuoyuna hiç yansımadı, yansıtılmadı. Biz özellikle, bir heyetle Filistin'e ve akabinde 8-10 Nisanda İsrail'e gittiğimizde Türkiye'yle müzakerelerden sorumlu Başkanla da görüştük, baş başa görüştük. Bu konunun olabildiğince derinliğini anlamaya çalıştık. İsrail'in de 3 şartı vardı, o 3 şartı paylaşmak isteriz: İsrail Hamas'ı terör örgütü olarak görüyor, Hamas'ın İstanbul'daki bir varlığının olduğunu görüyor ve İstanbul'daki Hamas ofislerinin kapatılmasını, İstanbul'dan İsrail'e dönük yapılan, Hamas'ın yaptığını iddia ettiği faaliyetlere son verilmesini istiyordu. Birincisi Hamas konusuydu.

İkincisi: Tazminat ödemeyi kabul ediyor ama tazminat ödendikten sonra yani bu rakam Türkiye tarafına fon olarak devredildikten sonra ailelerin açmış oldukları davalardan vazgeçmesini istiyor ve hukuki olarak bu konunun yasal garantilerle kapatılmasını istiyordu. İsrail'in istediği ikinci konu buydu.

Üçüncü konu daha önemliydi, Gazze ablukasının kaldırılmasını kabul etmiyordu. Bunun olmayacağını, zaten, Netanyahu 2011 yılında yapmış olduğu açıklamada söylüyordu. Bunun olmayacağını söylüyordu. Gazze'ye denizden herhangi bir şekilde, değil Türkiye, herhangi bir ülkenin yanaşmasını, yaklaşmasını, mal taşımasını, indirmesini hiçbir surette kabul etmiyordu.

Sonuç: Bizim 3 şartımızın bir kısmı kısmen yerine gelmiş oluyor, İsrail'in de çok önemli öne sürdüğü şartlar yerine getirilmiş oluyor.

Biz, İsrail'le ilişkilerin normalleşmesini kesinlikle istiyoruz ve destekliyoruz, ama maalesef, İsrail aleyhtarlığının ve Filistin sempatisinin sürekli kamuoyunda pohpohlanmasını ve bunun oya çevrilmesini, iç politika malzemesi yapılmasını da reddediyoruz.

Ayrıca, biz, Hamas üzerinden Filistin konusunu okuyamayız. Hamas'ın Müslüman Kardeşler'le olan ilişkisi, bizim Mısır'daki yönetimle de ilişkilerimizi zehirliyor. Biz, Hamas üzerinden Filistin'le ilişkileri okumaya kalkıştığımız zaman, Batı Şeria'da uluslararası toplumun kabul ettiği Filistin yönetimiyle olan ilişkileri, maalesef, sekteye uğratıyoruz. Üç yıldır dört yıldır bu konular görüşülüyor ama Batı Şeria'daki yönetim bu görüşmelerden dışlandı, Hamas'ın talepleri dikkate alınıyor, Halit Meşal çağrılıyor ve son anda olan şeylerde belki Mahmut Abbas'a haber veriliyor. Ama, Filistin konusuna, maalesef, bütünlükçü bir yaklaşımla bakamadık. Biz, Filistin konusu üzerinden İsrail'i okumamalıyız; keza, İsrail konusu üzerinden de Filistin'e bakmamalıyız. Artık bu normalleşmeden sonra bu dengeyi tutturmamız lazım. Eğer bu dengeyi tutturabilirsek iki devletli çözüm konusu tekrar canlandığı zaman -ki şu anda iki devletli çözüm konusu, maalesef, Suriye'deki, Irak'taki gelişmelerin gölgesine itilmiş durumda- o zaman tekrar devreye girebiliriz, tekrar uluslararası toplumda bir söz sahibi olabiliriz. Türkiye, sürekli Hamas'a yapışma politikasından vazgeçmeli, bu bize zarar veriyor. Herkese kucak açmalıyız ve Katar'da devam eden Filistinliler arası görüşmelere destek vermeliyiz, bu konuda da bizim açık desteğimiz olmalı.

Şimdi, soru şu: Bu anlaşma yarın imzalandıktan sonra, İsrail'in talep ettiği şekilde, kurbanların ailelerinin tazminat konusu yasal bir zemine oturtulup bu Meclise getirildiği zaman bunu hakikaten AKP'liler destekleyecek mi? Bu ayrı bir konudur, biraz şahsi bir konu. Yeterince onlara soruldu mu? Onların görüşü alındı mı? Yani, devlet öldürülen vatandaşlar hakkında bir hüküm tesis ederken onlarla yeterince istişare yapıldı mı, onu göreceğiz.

İkinci bir konu, bizim, gerçekten, İsrail'le ilişkilerde şunu bilmemiz lazım: İsrail, Orta Doğu'da Amerika Birleşik Devletleri'nin en büyük müttefiki. İsrail'in ulaştığı her el, aslında Amerika'nın iş birliği kurduğu el. Biz, bu denklemde bu ikili iş birliğini görmediğimiz zaman hep hata yapıyoruz. Eğer bu normalleşmeden sonra, tekrar Filistin davasıyla İsrail aleyhine olacak bir süreç çerçevesinde bütünleşmek veya tam tersi bir şekilde bir bütünleşmeye gidersek -davayla bütünleşmeden bahsediyorum- biz tekrar devre dışı oluruz.

Şimdi, bir başka konu bizim Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz. Bizim Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz elli küsur yıldır devam ediyor. Türkiye, istenmeyen bir ülke olabilir ama bu bizim stratejik hedefimiz. Şu andaki konjonktür Avrupa'da bu. Irkçı, milliyetçi, anti Türk, İslamofobik yaklaşımlar maalesef ağırlık kazanmış. Avrupa marjinalleşiyor, aynı Avrupa değil ama bu, şu anın Avrupa'sı. Konu böyleyken bizim çekilmemiz, "Biz gerekirse bunu referanduma götürürüz." gibi yaklaşımlar sergilememiz yanlıştır. Biz üye miyiz ki referanduma götürelim? Zaten istenmediği zaman ilişkiler götürülmez yani götürülmek istenmiyorsa referandum kılıfının hazırlanmasını da anlamlı bulmuyoruz. AB konusunda da en azından biz kendi sürecimize sahip çıkmalıyız, kendi sürecimiz neyi gerektiriyorsa onu yapmalıyız. Bugün İngiltere'nin Avrupa Birliğinden ayrılmasının sonuçları küreseldir; Avrupa için değildir, küreseldir. Yeni bir denklem oluşacak, muhtemelen İngiltere ittifak olarak Amerika Birleşik Devletleri'yle daha fazla ittifak ilişkisine girecek. Zaten geleneksel bir ittifak ilişkisi vardı ama İngiltere iç sorunlarla da karşılaşacak yani bu süreç İngiltere'yi referandumda her ne kadar Türkiye konusunu gündeme getirmek suretiyle dışarıya dönük bir çalışmanın içine ittiyse bundan sonra İskoçya konusu ve İrlanda konusuyla İngiltere içerisine gömülecek, belki bir çözülme sürecini yaşayacak. Bizim böyle bir durumdan, Avrupa'nın kendi iç sorunlarıyla uğraştığı bir durumdan vazife çıkarıp "Biz de hadi buradan çıkalım." gibi bir anlayış bize zarar verir. Bizim bu anlayışı terk etmemiz gerekiyor.

Bir başka konu: Şimdi, İngiltere'de bu konu gündeme geldiğinde bunun taraftarları da, Avrupa'da kalmak isteyenler de, Avrupa'dan, Avrupa Birliğinden ayrılmak isteyenler de bu konuyu Türkiye üzerinden götürdüler. Türkiye şeytanlaştırıldı, Türkiye ötekileştirildi, yabancılaştırıldı ve Türkiye öcüleştirildi. Siz, hakikaten, Hükûmet olarak niye buna cevap vermediniz, niye buna bir ses vermediniz, niye bunları eleştirmediniz? Bugün İngiltere'de Türkiye şeytanlaştırılırken yarın başka bir ülkede bunun benzerinin tekrar etmeyeceğini nereden garanti ediyorsunuz? Niye bunlara karşı çıkmadınız? Türkiye'nin ulusal çıkarları maalesef sessiz bir şekilde gömülüyor, ses çıkartılmıyor ve bizi bu rahatsız ediyor. Hükûmetin sessizliği, ciddi manada, İngiltere'deki tavırdan daha fazla rahatsız ediyor bizi.

Bir başka konu bizim Rusya'yla ilişkilerimiz. Umuyoruz, Rusya'yla ilişkilerimizde de düzelme olur. Türkiye kendi gücü oranında, kendi ulusal çıkarları oranında Rusya'yla ilişkileri tekrar rayına oturtmak zorundadır. Çünkü, Rusya bugün Güvenlik Konseyi üyesidir, Orta Asya'da bulunan ülkelerin ciddi manada istihbaratını ve ekonomisini etkilemektedir. Rusya ile Türkiye rekabet hâlinde olduğu zaman Türkiye kazanamıyor, belki Rusya da kazanamıyor ama iş birliğini tekrar canlandırmamız gerekiyor. Bugün Rusya'yla ilişkilerden dolayı, ilişkilerin gerginliğinden dolayı Türkiye ciddi manada zarar gördü, Rusya da gördü. Yeni bir soluk gerekiyor ama dış politikada bu değişimi, bu dönüşümü yapacak, bu değişime liderlik yapacak bir anlayış yok ortada. İsrail'le ilişkiler altı yıldır konuşuluyor, beş yıldır konuşuluyor ve gelinen nokta bu. Ama Rusya'yla da bir kanal açılması gerektiğini, bir konuşma kanalının, bir görüşme kanalının açılması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun bir zorunluluk arz ettiğini, esasen Rusya'nın da buna bütün olanlardan sonra hazır olduğunu, bazı konularda belki Türkiye'ye şart gibi gelen konuların görüşmelerle çözülebileceğini düşünüyoruz.

Şimdi, bir başka konu: Bizim dış politikadaki en önemli konulardan birisi Suriye konusudur. Bugün IŞİD'in varlığı Suriye'de giderek daraldı ve IŞİD kaybediyor ve bir süre sonra o coğrafyadan defolup gidecek. Peki, biz IŞİD sonrası stratejiyle ilgili ne düşünüyoruz? Ne olacak bu IŞİD'in kontrol ettiği alanlar? Bugün demokratik Suriye güçleri daha Membic'e girmeden plan yaptılar, orada bir yönetim oluşturdular; aynen Tel Abyad'daki yönetim gibi önce oluşturdular, sonra oraya aldılar. Peki, Suriye ne olacak? Bizim öngörümüz nedir Suriye'yle ilgili? Suriye belli ki üniter bir yapı olmayacak, artık açık. Ne düşünüyoruz biz?

Bakınız, Irak'ta da Felluce'yi tamamen kontrol ediyor, bir tek Musul kalıyor ve Telafer kalıyor. Buradan da defolacak. Ne olacak bu orta Irak? Bunun Irak Merkezî Hükûmetle bağı ne olacak? Biz bununla ilgili hiçbir çalışma yapmıyoruz ve aynı tas aynı hamam gidiyoruz. Mesele olayı görmek, Suriye'yi görmek, Irak'ı görmek ve bu bölgelerde ufalanma olacağını görmek. Bu ülkelerde kimlerle biz iş tutacağız, onu anlamamız gerekiyor. Irak Merkezî Yönetimiyle bir iş tutturmuyoruz. Irak Merkezî Yönetimi şu anda bizimle bir çalışma yapmıyor. IŞİD yarın defolup gitti, peki bu orta Irak ne olacak, Irak'la bağı ne olacak? Irak Anayasası'na göre bölgeler var, başka unsurlar var -bunlar bizim önceliğimiz olması gerekirken- Türkiye, perde arkasından bu konuları gündeme getirebilir. Suriye'de biz Esad düşmanlığı dışında hiçbir şey yapamıyoruz ama Esad kontrol ediyor. Suriye'nin bütünlüğü açısından bizim Hükûmetin artık düşünmesi lazım. İsrail'e bu kadar sövüp saydıktan sonra dönüyorsa Esad'a da bu kadar sövüp saydıktan sonra Türkiye'nin çıkarı için dönebilmelidir. Bu, Türkiye'nin millî menfaati için gereklidir. Biz kimsenin şahsi egosu için, şahsi çıkarı için bir şey söylemiyoruz ki bizim burada şahsi bir çıkarımız yok ki. Türkiye kaybediyor. Türkiye kendi bölgesinde kurucu oyuncu olmaktan uzaklaştırıldı, denklemin dışına itildi. Türkiye güç kaybetti, uluslararası alanda irtifa kaybetti ve Türkiye yalnızlaştı. Biz Hükûmet değişikliği olduğu zaman çok heyecanlandık "Acaba bir politika değişikliği mi yapacaklar?" diye. Hatta sevindik, ya keşke bunu bahane etseler vallahi eleştirmeyeceğiz, eleştirmeyeceğiz, Türkiye için hiçbir şeyi eleştirmeyeceğiz, yeter ki siz değiştirin, biz sizi alkışlayalım ama olmuyor, hiçbir şey değişmiyor, Suriye aynı Suriye, hâlâ aynı diretme. Irak'la hiçbir çalışma yok. Rusya'yla sadece mesaj gidip geliyor. Bizim bu coğrafyada, bu kadar hassas bir coğrafyada hiçbir sorumluluğumuz yok mu? Biz bir şey yapmak zorunda değil miyiz? Biz hep her konuyu iç politika malzemesi mi yapmak zorundayız? Avrupa Birliği konusunda ne çıksa iç politika konusunda malzeme yapıyoruz, üç gün sonra çark ediyoruz.

AYTUN ÇIRAY (İzmir) - Biz yapmıyoruz, onlar yapıyor.

ÖZTÜRK YILMAZ (Devamla) - Bunlar bizim irtifa kaybettiğimiz alanlar, millî konularımız; biz bu konularda dik durmalıyız.

Bakınız, bir şey söyleyeceğim size, ya, geçen ben açıklama yapıyorum, diyorum ki: Ege'de bizim 16 adacığımız ve kayalığımız Yunanistan'ın işgali altında. Bana kimse cevap vermiyor, Yunan büyükelçisi geliyor bana, "Siz niye karıştırıyorsunuz bunu? Hükûmet ses çıkarmıyor, size ne? Hükûmet ses çıkarmıyor, sana ne?" diyor. Ekonomi konularına bakın, demokrasi konularına bakın, niye bu konuları karıştırıyorsunuz. Türkiye dışarıdaki kendi konularına sahip çıkmalı. Bunun bizim kendi çıkarlarımızla hiçbir alakası yok, Türkiye'nin çıkarlarıyla alakası var. Eğer diyorsanız ki bu adalar bize ait değil, çıkın söyleyin. Bize ait, diyorsanız o zaman o bayraklar orada dalgalanıyor, o askerler orada oluyor ve orada ibadethaneler yapılıyor, oraya insanlar gidiyor, turistler gidiyor. Bunların hepsi mi yalan? Bu haritalar, bütün bu gördüklerimiz yalan mı? Bizim bazı şeylere sahip olmamız lazım ve bir nokta gelmeli, şahsi çıkarlarımızı bir kenara bırakmalıyız, siyaseten bırakmalıyız. Türkiye zor durumda ve maalesef sizin yüzünüzden irtifa kaybediyoruz biz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)