| Konu: | CHP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 106 |
| Tarih: | 23.06.2016 |
MİTHAT SANCAR (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun laik sistemin ve laik eğitimin örselenmesi ve bunun toplumda yaratacağı sorunların araştırılması, tespit edilmesi, uygun çözüm önerilerinin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılması talebi üzerine söz almış bulunuyorum. Bu önerinin lehinde konuşacağımızı belirtmiştik.
Türkiye'de laiklik meselesi uzun zamandır, neredeyse cumhuriyetin başından beri çeşitli açılardan tartışılıyor. Son aktüel sebep ise Meclis Başkanı Sayın İsmail Kahraman'ın "Anayasa'da laiklik kavramı yer almamalıdır." şeklindeki açıklamasından sonra ortaya çıktı. Bunun üzerine Başbakan Sayın Davutoğlu bu görüşe katılmadığını, anayasada laikliğin yer alacağını ama bunun otoriter değil özgürlükçü laiklik olacağını söyledi. Şimdi, tabii, burada terimlerin ne anlama geldiğini fazlaca açıklamış olmuyor Sayın Başbakan ve sonrasında yine söz alan, açıklamalar yapan AKP temsilcileri, Hükûmet temsilcileri.
"Özgürlükçü laiklik" kavramı esasen yeni değil Türkiye'de, çeşitli çevrelerde özellikle sol sosyalist çevrelerde, demokrat çevrelerde zaten kullanılan bir kavram. Bizim de parti olarak programımızda ve seçim bildirgesinde yer verdiğimiz bir kavramdır. Gerçekten "özgürlükçü laiklik" denince ne anlaşılıyor? Ne anlaşılması gerekiyor? Sayın Başbakan ve AKP bundan ne anlıyor, ne kastediyorlar, onları biraz açalım isterseniz.
Şimdi laiklik, eğer özgürlükçü sıfatıyla birlikte anılacaksa vazgeçilmez 3 temel unsuru vardır, 3 temel ilkeye dayanır laiklik kavramı. Bunlardan ilki din, vicdan ve düşünce özgürlüğüdür. Laikliğin ortaya çıkışının da temelidir bu. Mezhep çatışmalarına, inanç savaşlarına son vermek için, inançlar üzerindeki baskıların, her türlü siyasal, toplumsal baskının sona erdirilmesi amacıyla din ve vicdan özgürlüğü mücadelesi yürütülmüş ve bu sonunda bildirgelere, anayasalara girmiştir. Din ve vicdan özgürlüğü, insan hakları gelişim tarihinin de en önemli dönüm noktalarındandır, hatta diyebiliriz ki insan hakları bildirgelerine giden yolu açan mücadele din ve vicdan özgürlüğü mücadelesi olmuştur. Dolayısıyla, özgürlük temelinde bir tanımlama yapacaksanız, öncelikle, mutlaka din ve vicdan özgürlüğünü eksiksiz tanımanız gerekiyor.
İkincisi, laiklik kavramının ikinci temel unsuru, vatandaşların yalnızca dinî inançları temelinde değil, aynı zamanda ateizm, agnostisizm başta olmak üzere, düşünce ya da felsefi tercihleri doğrultusunda da eşit haklara sahip olması ve bu çerçevede devletten kaynaklı ayrımcılığa maruz kalmamasıdır. Bu da son derece önemli çünkü laikliğin vazgeçilmez diğer unsuru eşitliktir. Bütün inançlar, inananlar, farklı inançlar ve inanmayanlar arasında kamu otoritelerinin ayrım yapma yasağıdır; bütün felsefi inançlara, dinî inançlara eşit mesafede davranması, eşit haklar tanımasıdır. Özgürlükçü laikliğin bu iki kavram üzerine, bu iki unsur üzerine inşa edilmesi gerekiyor. Yani, mutlaka özgürlük ve mutlaka eşitlik olmalıdır bu anlayışta. Bundan saptığınız takdirde ne laik olabilirsiniz ne de özgürlükçü olabilirsiniz.
Şüphesiz bir üçüncü unsur daha vardır, o da devlet ile inançlar arasında karşılıklı özerkliğin güvence altına alınmasıdır yani devletin inançlara karışmaması, inançların da devlet işlerinde bir rol oynamasının önlenmesidir. Karşılıklı özerklik devlet ile inançlar birbirlerinden özerk olmalıdırlar.
Peki, bunlara baktığımızda, gerçekten Sayın Başbakanın ya da eski Başbakanın, Sayın Davutoğlu'nun söylediği gibi AKP özgürlükçü laikliği mi savunuyor? Bugüne kadarki icraatlarına baktığımızda, aslında hiç de özgürlükçü bir laikliği savunmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Laikliği de savunmuyor, özgürlükçülüğü de savunmuyor. Uygulamaları laiklikle de uyumlu değil, özgürlükçülüğe de uyumlu değil yani hem laikliğe hem özgürlükçülüğe aykırı pratikler, sayısız örneklerle karşımızda duruyor. Bunun en açık örneğini eğitim sisteminde görebiliriz. Aslında otoriter laiklik diye bir uygulamanın olduğunu biliyoruz. Burada devletin imkanları kullanılarak bir dinin yorumunun topluma dayatılması uygulamasıdır, anlayışıdır. Bu açıdan cumhuriyet tarihi boyunca laiklik adı altında yapılan pek çok özgürlükçülüğe ve laikliğe aykırı uygulamanın olduğunu da biliyoruz. Ancak, AKP bu otoriter laiklik anlayışını reddettiğini iddia ederken aslında başka bir şey yapmıştır, devletin kurumlarını ele geçirdikçe devleti kullanarak dinin belli bir yorumunu, bir mezhebinin belli bir yorumunu hâkim kılmaya çalışmıştır, hem devlet kurumlarına hem de topluma sindirmeye çalışmıştır, yedirmeye çalışmıştır. Bütün devlet kurumları bu temelde yeniden düzenlenmiş, yeniden kadrolarla âdeta işgal edilmiştir. Üniversitelere baktığınızda, diğer eğitim kurumlarına da baktığınızda öğretim üyesi alımından öğretmen alımına, müdürlerin tayininden rektör seçimine kadar cemaatlerle mensubiyetin esas alındığını, bu ölçütün temel alındığını görürsünüz ama her cemaate değil, o dönemde iktidara yakın olduğuna inanılan, iktidara hizmet edeceği düşünülen cemaatlere kontenjanlar tahsis edilmiştir. Bunların da hepsi belli bir mezhep temelinde, belli bir inanç çerçevesi temelinde şekillendirilmiş, uygulanmıştır. Zaten "Dindar nesiller yetiştireceğiz." denilirken de hedeflenen, eğitim kurumlarının bu Sünni-Hanefi inanç doğrultusunda yeniden dizayn edilmesidir. En büyük ayrımcılığı yaşayanlar bu çerçevede Aleviler olmuştur. Alevilere sistemli baskı ve ayrımcılık uygulamaları her zaman her düzeyde var olmuştur.
Bakın, zorunlu din dersi gibi 12 Eylül cuntasının getirdiği bir uygulamayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına ve Danıştayın çeşitli hükümlerine rağmen sürdürmekte kararlı davranıyor AKP hükûmetleri; oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi çok açık ve net bir şekilde zorunlu din dersinin din ve vicdan özgürlüğüne aykırı olduğunu söylemişti. En son verdiği "Mansur Yalçın ve Diğerleri ile Türkiye" kararında da, yine bunun altını çizmiştir. Diyor ki bu kararında: "Dinler arası eşitlik ve ayrımcılık yasağı temel ilkelerdendir. Kültürel çoğulculuğa saygılı bir din eğitimi mecburiyeti vardır. Irkçılığa ve hoşgörüsüzlüğe karşı Avrupa Komisyonunun raporları da bu doğrultudadır. Ailelerin inançlarına saygı gösterilme hakkının altı çizilmelidir. Bu çerçevede eğitim müfredatında değişiklik yapıldığı iddia edilse bile, aslolan, hâlâ Sünni bakış açısının bu müfredatta baskın olmasıdır, belirleyici olmasıdır. Sünniliğin başka yorumlarına, başka dinlere ait bilgilere, ateizme ve diğer felsefi, vicdani inançlara da hiçbir şekilde bu derslerde yer verilmemektedir."
Sevgili milletvekilleri, burada hedeflenen şeyin tekçilik olduğu ortadadır. Her alanda tekçiliği savunursanız, şüphesiz, laiklik alanında da aynı yola girersiniz. Tek dil, tek inanç, tek mezhep, tek parti, bu böyle gidiyor. Şimdi, toplumu mezhep temelinde bölmenin siyasal çıkar getirdiği inancı hâkim olduğundan bu yana da toplumu bu eksende kutuplaştıracak bütün politikalara sınırsız, rahat rahat başvurabilmektedir. Oysa çoğulcu bir toplumun, inançları, kültürleri, etnik kimlikleri farklı farklı toplulukların bir arada yaşadığı bir toplumun güvencesi demokrasidir, özgürlüktür, eşitliktir. Buradan ayrıldığınız zaman çok büyük sorunlar yaratırsınız. Bu yoldan ayrılınmaması temennisiyle sizleri saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)