| Konu: | Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 105 |
| Tarih: | 22.06.2016 |
CHP GRUBU ADINA MURAT BAKAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
387 sıra sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Sözlerime bu vatan için canını veren şehitlerimize Allah'tan rahmet, yakınlarına ve milletimize başsağlığı dileyerek başlamak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, biz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak Komisyon çalışmaları sırasında bu yasal düzenlemeye destek verdik. Bu yasa kapsamında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışı görevlerde uygulanmak üzere getirdiği itibari rütbe uygulamasına, keza üst rütbelerde, bilhassa albay rütbesinde oluşan yığılmaları engellemek maksadıyla yapılan düzenlemelerin yanı sıra, terörle mücadelede ihtiyaç duyulması hâlinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin etkin bir şekilde kullanılmasına ilişkin yasal düzenlemelere destek veriyoruz ancak bu yasal düzenlemelerle ilgili olarak iktidarın hukuk ve insan hakları sicili dolayısıyla endişelerimiz ve ayrıca, yine bu yasa kapsamında çözülmesi gerektiğine inandığımız Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin özlük hakları konusunda eksikleri var. Her nedense az sayıda albayımızın erken emekli olabilmesi için ek tazminat verilmesi hakkında yasal düzenleme bu Meclise yıldırım hızıyla gelirken -ki yanlış anlaşılmasın, biz de bu düzenlemeye hem Komisyonda hem Mecliste destek verdik- sekiz aydır her Komisyon toplantısında dile getirmemize rağmen, astsubayın, uzman jandarmanın, uzman erbaşın, askerî sivil memurun özlük hakları konusunda bir arpa boyu yol katedemedik.
Değerli arkadaşlar, bu endişelerimizi ve eksiklikleri sizinle paylaşmadan önce, bu kanuna neden bugün ihtiyaç duyulmuş olduğunu değerlendirmemiz ve ülkenin bugün içinde bulunduğu terör belasını, 2002 yılında 7 şehidimizden son bir yılda 500'ün üzerinde vatan evladını şehit verir noktaya nasıl geldiğimizi bir hatırlamamız gerekir.
Ülkenin meşru siyasi zemini ve tüm sorunların çözüm mercisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi devre dışı bırakılarak yapılan görüşmeleri hatırlayalım. 26 Eylül 2011, Sayın Cumhurbaşkanı, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ne diyor? "Biz, İmralı olsun Oslo olsun, çok açık, net bu adımları attık. MİT Müsteşarı Emre Taner zamanında başlattık bu görüşmeleri, Hakan Fidan zamanında sürdürdük." diyor.
Yine, 17 Eylül 2015'te, Sayın Cumhurbaşkanı, "Çözüm süreci içerisinde valilerimiz kendilerine verdiğimiz talimatlar gereği PKK'ya operasyon yapmadı; bu süreçte hazırlık safhasına girdiler, mayın döşeyip bombalar yerleştirildi." diyor.
Değerli arkadaşlar, sadece iki yıl öncesi ile bugüne bakın, iktidarın teröre bakış açısı, paradigması nasıl değişmiş, dün nasıldı, şimdi nasıl oldu ve bugüne nasıl geldik, görünüz.
Demokrasilerde çözüm milletin iradesinin tecelli ettiği yer olan Parlamentoda aranmalıdır. Sözde çözüm süreci devam ederken, terör örgütünün silahlı unsurları elini kolunu sallayarak bölgede cirit atarken, güvenlik kuvvetleri kışlasına kapatılmış ve teröristlere müdahale etmeleri -kendi ifadesiyle- Sayın Cumhurbaşkanının talimatıyla, valiler aracılığıyla engellenmiştir. Aynı dönemde, Cumhuriyet Halk Partisi olarak sürecin yürütüleceği yegâne zeminin Parlamento çatısı olduğunu ve bunun dışında bir zemin yaratmanın doğru olmadığını, elinde silah olan ve bunu kullanmaktan çekinmeyen bir örgütü muhatap kabul etmenin doğru olmadığını mükerrer defalar bu kürsüden dile getirmiştik. Tüm söylediklerimizin tersi oldu. Sadece son bir yılda terörle mücadelede 500'ün üzerinde güvenlik görevlimiz şehit oldu, yüzlerce sivil yurttaşımız hayatını kaybetti. Şimdi, bu yasa tasarısıyla Hükûmet, terörle mücadelede yaptığı stratejik hatayı taktik düzenlemeleriyle telafi etmeye çalışmaktadır. Bu yasal düzenlemeye kamuoyundan birtakım eleştiriler geldi. Ülkenin güvenliğinin tamamen orduya teslim edildiğini, bunun temel demokratik değerlere ters düştüğünü ifade eden sivil toplum kuruluşları, gazeteciler ve az önceki konuşmacı arkadaşım, bir siyasi parti temsilcisi arkadaşım da ifade etti düşüncelerini. Biz bu düşünceleri önemsiyoruz. Sivil toplum örgütlerinden gelen her türlü eleştiri demokrasinin gereğidir, önemlidir ve de önemsenmelidir.
30 Mayısta AKP'li 2 milletvekili arkadaşımla Avrupa Birliğinin düzenlediği bir konferans için Brüksel'e gittik. Arkadaşlar, sokaklarda neredeyse bir tane polis yoktu. Sokakların, caddelerin ve meydanların güvenliğini ordu sağlamaktaydı. Brüksel'den, Avrupa Birliğinin başkentinden bahsediyorum.
Yine, Fransa'daki 2 IŞİD saldırısından sonra, geçici bir süre için de olsa, OHAL ilan edildi, Fransa'da güvenliği asker eline aldı ve caddelerde silahlı askerler devriye gezmeye başladı.
Avrupa demokrasileri bu uygulamayı en önemli insan hakkı olan yaşama hakkını korumak için, güvenlik-demokrasi dengesini koruyarak, kollayarak yapıyorlar. Biz de teröre karşı yaşama hakkının korunması ve kollanması için bu yasal düzenlemeyi anlayışla karşıladık ve oy verdik. Fakat, bizim komisyon raporunda da ifade ettiğimiz üzere, verilen yetkilerin hukuk devletini, sivillerin hak ve özgürlüklerini ihlal etmeden kullanılması çok çok önemlidir. Bir yandan bu Mecliste İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumuna ilişkin düzenlemeleri yaparken Kolluk Gözetim Komisyonu kurulmasını sağlarken, kişisel verilerin korunmasını gözetirken yüksek bir demokrasi standardını hedefliyorsanız, bu durumda güvenlik-özgürlük dengesini kurmak zorundasınız; aksi takdirde, toplumda zaten var olan kutuplaşmayı, öfkeyi daha da artırırsınız. Bu dengeyi kurmak konusundaki sorumluluk tamamıyla Hükûmete aittir. Mücadelenin demokrasi ile terör arasında olduğu gerçeğini algılayarak hareket etmektir doğru olan.
Bugün, Avrupa'da da terör demokratik değerleri tehdit ediyor, aşırı sağcı, ırkçı partiler giderek güçleniyor, yabancı düşmanlığına ve İslamofobiye yol açıyor; bu sayede, popülist aşırı sağcı partiler iktidara gelme noktasına yaklaşıyor. Bu durum, Avrupa Birliğini de en çok tehdit eden sorunlardan birisidir. Dünyanın, radikalizme, fanatizme teslim olmaması için güvenlik-özgürlük dengesine dikkat etmesi gerekmektedir. Bu hassasiyetlere rağmen, demokrasinin beşiği sayılan Fransa'dan insan hak ve özgürlükleri alanında yüksek standartlara sahip olan İskandinavya'ya kadar, birçok ülke şimdi bu yüzden ciddi sosyopolitik sorunlar yaşıyor. Bizim de hassas olmamız gereken nokta burasıdır.
Bu kürsüden iktidarı uyarıyoruz: Terörle mücadele için atılacak tüm adımları desteklerken bu mücadele sırasında güvenlik ve özgürlük dengesinin iyi gözetilmesinin önemini, hukuk kurallarına riayet, sivillerin hak ve özgürlüklerinin korunması ve Türkiye'nin terörle mücadele ederken yüksek standartlarda bir demokrasinin gereklerini yerine getirmesi gerekliliğini tekrar tekrar hatırlatıyoruz. Bu hassasiyet, terörle mücadele eden Türk Silahlı Kuvvetlerinin ülkemizdeki ve dünyadaki itibarı açısından da çok önemlidir.
Değerli arkadaşlar, bu yasal düzenlemede yer alması gereken ancak yer verilmeyen hususları tüm Komisyon çalışmalarında bıkmadan, usanmadan dile getirdim ve şu anda Meclis kürsüsünden bir defa daha dile getiriyorum: Bugün bu kanuna dâhil edilmesi gereken en önemli konu, her geçen gün şehit verdiğimiz, şehit olduklarında arkalarından gözyaşı döktüğümüz, bir üniforması da kefen olan, bir emirle ölüme giden, anası babası sıvasız evlerde oturan yoksul halk çocuklarının, astsubaylarımızın, uzman jandarmalarımızın, uzman erbaşlarımızın, askerî sivil memurların ve diğer askerî personelin özlük hakları için verdikleri adalet mücadelesini görmek ve bu konuda uğradıkları haksızlıkları da ortadan kaldırmak olmalıydı.
Sevgili arkadaşlar, demem o ki Türk Silahlı Kuvvetleri bir bütündür aşağı yukarı 613 bin kişilik bir ordudur. Eri erden ayırmak bizim geleneğimize de, hukuka da aykırıdır. Türk Silahlı Kuvvetlerinde 6 bin dolayında albay ve 300 dolayında general var. Yani, 613 bin dolayındaki personelden 6.300'ünün özlük hakları, hak hukukları, yaşam standartları ne kadar önemliyse kalan 606 binin üzerindeki personelin özlük hakları, hak hukukları, yaşam standartları da o kadar önemlidir. Bu gerçeği ve özlemimizi göz ardı edemeyiz, etmemeliyiz. Çıkacak kanunlar bu gerçeğe göre hazırlanmalıdır. Her ortamda söylediğim gibi, kefeni üniforması olan yoksul halk çocukları şehit olup bu kadim toprağa düştüklerinde, naaşları ana baba ocağına getirildiğinde, sıvasız, boyasız evlerde yaşayan ailelerini gördüğümüzde, hamasi nutukları atarken bir daha, bir daha düşünmeliyiz. Mehmetçik'in hamasi nutuklarla övgüye ihtiyacı yok, yaptıkları asil görev onların övgüsüdür zaten. Özlük haklarının iyileştirilmesine, yaşam koşullarının yükseltilmesine, ailesine, çocuklarının geleceğine sunulacak katkılara ihtiyacı var. Mehmetçik'in bu sorunlarının çözümü, bu yasal düzenlemenin içine dâhil edilmesi onların hakkıdır, hukukudur ve insanidir.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)