GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Maarif Vakfı Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:102
Tarih:15.06.2016

HDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Maarif Vakfı Kanunu'nun 3'üncü maddesi üzerinde Halkların Demokratik Partisi adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Tasarıda Maarif Vakfının amacı, yurt dışında insanlığın ortak birikim ve değerlerini esas alarak örgün ve yaygın eğitim hizmetleri vermek ve geliştirmek amacıyla okul öncesi eğitimden üniversite eğitimine kadar tüm eğitim süreçlerinde burslar vermek, okullar, eğitim kurumları ve yurtlar gibi tesisler açmak, yurt içi de dâhil olmak üzere bu kurumlarda görev alabilecek eğitmenleri yetiştirmek, bilimsel araştırmalar ve araştırma geliştirme çalışmaları yapmak şeklinde belirtilmiştir. Buradan anlaşıldığı üzere, Millî Eğitim Bakanlığının görev ve yetkilerinden çok daha fazlasıyla donatılmış bir vakıf kurulması söz konusudur. Bakanlık niçin kendisine ait asli görevleri bir vakfa devretmek istemektedir, izaha muhtaç bir konudur bu.

Değerli milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı, 15 farklı ülkede 65 eğitim kurumu bulunmaktadır. Kamusal eğitim hizmeti gereği bunların sayısının artırılması, niteliğinin güçlendirilmesi gerekirken Hükûmet devlet finansmanı ve desteğine sahip özel bir şirket gibi faaliyet yürütülmesi öngörülen Maarif Vakfıyla yurt dışındaki cemaat okullarıyla mücadeleyi amaçlamaktadır. Vakfın kuruluşundaki temel amacın yurt dışında yaşayan çocukların eğitimi ya da ülke kültürünün yurt dışında tanıtımı olmadığı açıktır.

Değerli milletvekilleri, elbette bireyler, toplumlar, ülkeler kendileri hakkında ürettikleri olumlu bir kimlik imajına ihtiyaç duyarlar ve bu olumlu kimlik imajını çeşitli vasıtalarla kurumlaştırabilirler, vakıflar da bu vasıtalardan birisi olabilir. Ancak, tasarı gerekçesinde Maarif Vakfının işlevlerinden birisi "Ülkemizin eğitim alanında sahip olduğu birikimi insanlığın hizmetine sunmak." biçiminde ifade edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, şunu itiraf etmeliyiz ki ülkemizde sürdürülen eğitim sistemini göz önüne aldığımızda insanlığın istifadesine sunabileceğimiz nitelikte bir birikimden söz edebilmek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Örneğin üniversitelerimizin içerisinde bulunduğu durumu dikkate aldığımızda insanlığın istifadesine sunacağımız ne vardır, sormak istiyorum. Şimdi, ülkemizdeki üniversitelere bakalım: Evet, her şehre bir üniversite kurmayı başardık ancak üniversitenin temel bileşenlerinden birisi olan akademisyenleri "Savaşa karşı barış." dedikleri için üniversitelerden attık, gözaltına aldık, tutukladık, hapse attık.

Değerli milletvekilleri, akademisyenlerin cezalandırılmak suretiyle tehdit edilmesi aslında özgür düşüncenin tehdit olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır. Ulusal güvenlik gerekçesiyle eleştirel düşüncenin sansürlenişi ve bunun norm hâline gelmeye başlaması akademik özgürlüğü yok etme girişimidir. Sansür ve militarist kontrol, eleştirel tartışmanın vatana ihanet olarak damgalanması, iptidai yönetim anlayışlarının başvurdukları yöntemlerdir. Dolayısıyla akademik düşüncenin bu hâli ortadayken kanun tasarısında yer alan "Ülkemizin eğitim alanında sahip olduğu birikimi insanlığın hizmetine sunmak." ifadesinin ayakları yere basmayan, gerçeklikten uzak bir ifade olduğu aşikârdır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de eğitim alanında bir maarif vakfı kurulmasından çok daha öncelikli, acil çözüm bekleyen, ciddi sorunlar bulunmaktadır. Elbette okulların içerisinde bulunduğu teknik yetersizlikler, bölgeler arası eşitsizlikler, son zamanlarda artan istismar vakaları, bilgi ölçme konusunda çarpık bir yöntem olan merkezî sınavlar gibi daha da uzatılabilecek yığınla sorundan söz edebiliriz. Ancak, izninizle, eğitimin temel sorunlarından birisi olan ders kitapları konusuna değinerek konuşmamı sürdüreceğim.

Değerli milletvekilleri, ders kitaplarının öğrencilere ücretsiz olarak verilmesi elbette sosyal devlet ilkesinin gereği olarak gayet yerinde bir uygulamadır. Ancak, ders kitaplarının içeriği ve niteliği de son derece hayati bir meseledir. Ders kitapları bir ülkedeki insan topluluğunun nasıl ve kimlerden oluştuğuna dair bilgiler sunan, insanlarda kolektif bir kimlik ve vatandaşlık anlayışı geliştirmeyi amaçlayan araçlardan birisidir. Şunu belirtmek gerekir ki: Farklı grupların eşit bir şekilde bir arada yaşayabilecekleri demokratik bir sistem ve kolektif bir kimlik geliştirebilmek günümüz toplumlarının hâlâ en önemli sorunlarından birisidir. Bu çerçevede, Türkiye'nin de en önemli sorunu, dili Türkçeden, dini Sünni İslam'dan farklı insanların eşit vatandaşlık temelinde bir arada yaşamalarını sağlayacak bir sistem ve ufuk geliştirmektir. İnsanların ufuklarını, kendilerine ve kendilerinden farklı olanlara bakışlarını etkileyen ders kitapları Türkiye'nin demokratikleşmesi yolundaki araçlardan biridir. Ancak, Türkiye'de ders kitaplarındaki "biz" anlayışı çoğulcu bir ufuk ve demokratik vatandaşlık anlayışı geliştirmekten uzaktır. Maalesef, ders kitapları insanları tekilleştiren ve kısırlaştıran bir anlayışla yazılmaya devam etmektedir.

Değerli milletvekilleri, örneğin Sosyal Bilgiler 5 Öğretmen Kılavuz Kitabı'nın 90'ıncı sayfasında öğretmenlere telkin edilen bir ifade şöyledir: "Dinî bayramlarımız olan Kurban Bayramı ve Ramazan Bayramı'nın tüm ülkede kutlandığını vurgulayınız." Bu ifadede ülkemizde kutlanan dinî bayramlar tekçi bir anlayışla yazılmış ve sadece Sünni Müslümanların bayramlarından söz edilmiştir. Evet, Kurban Bayramı ve Ramazan Bayramı da ülkemizde kutlanan dinî bayramlardandır ancak ülkemizde kutlanan dinî bayramlar bunlardan ibaret değildir. Alevi yurttaşlarımızın, Hristiyan ve Yahudi yurttaşlarımızın, Ezidi yurttaşlarımızın kutsal günleri ise dinî bayramlarımız kategorisine sokulmamaktadır, dışlanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, ders kitaplarında farklılıkların temsili açısından belki en önemli konulardan biri de Kürt yurttaşlarımızın durumudur. Uzun yıllar süren inkâr politikalarından sonra okullara Kurmanci, Zazaki seçmeli derslerinin konulmuş olması Kürtlerin varlığının kabulü açısından elbette önemli bir gelişmedir. Ne var ki, ders kitaplarında Kürtlerin varlığından hâlâ bahsedilmemektedir. Hatta öyle ki, "Kürt" sözcüğü müfredatta okutulan seçmeli Kurmanci, Zazaki ders kitabında dahi sadece bir kez geçmektedir. Ders kitaplarında "Kürt" sözcüğünün geçtiği tek yer ise yıllardır olduğu gibi Millî Mücadele Dönemi'ndeki "zararlı cemiyetler" konusudur. Bu çerçevede "Kürt" sözcüğü sadece "Kürt Teali Cemiyeti" ifadesinde geçmektedir.

Değerli milletvekilleri, ders kitaplarında çizilen makbul vatandaşlık sınırının Türkiye'deki farklılıkları görmezden gelmesinin birçok olumsuz sonucu vardır. Bu hâliyle ders kitapları öğrencileri toplumsal yaşamdaki farklılıklar konusunda donanımlı hâle getirmek yerine, bu konudaki muhayyilelerini kısırlaştırıcı bir işlev görmektedir. Mevcut ders kitapları, öğrencileri çağın gerektirdiği vatandaşlık becerileriyle donatmaktan uzaktır. Farklılıkların görmezden gelinmesinin ya da ötekileştirilmesinin bir sonucu da toplumsal eşitsizliklerin eğitim yoluyla tekrar üretiliyor olmasıdır. Bu çerçevede Türkiye'deki Kürtlerin, Süryanilerin, Ermenilerin, Alevilerin, Romanların ve diğer birçok grubun kendilerini mevcut ders kitaplarındaki kimlik öyküsünün içine yerleştirmeleri ve ülkeye aidiyet hissetmeleri çok zordur. Öğrencilerimize okutulan ders kitaplarında yer alan ve kültürler arası negatif tutum veya davranışlara yol açabilecek ötekileştirici, ön yargıları artırıcı ve nefret söylemleri barındıran argüman ve üsluplarla kaleme alınmış, yurttaşlarımızın mensup bulundukları farklı etnik, inançsal ve kültürel kimlikleri itibarsızlaştıran, bu kimliklere negatif anlamlar yükleyen metinlerin tespit edilerek ders kitaplarından çıkarılması yönünde acil bir çalışmaya ihtiyaç vardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir diğer önemli sorun, Millî Eğitim Bakanlığının AİHM'nin zorunlu din dersine ilişkin kararlarını görmezden gelme tutumudur. Bildiğiniz gibi, AİHM, 2014'ün son aylarında, Mansur Yalçın ve diğerleri Türkiye kararını açıklamıştır. Kararda, Türkiye'deki din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 1 No.lu Ek Protokolü'nün 2'nci maddesinde düzenlenen eğitim özgürlüğüne aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

AİHM'nin ulaştığı bu sonuç ilk değildir. AİHM daha önce de 2007 yılında verdiği Hasan ve Eylem Zengin Türkiye kararında aynı yönde bir sonuca ulaşmıştı. Bu bağlamda, Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 46'ncı maddesi uyarınca kesinleşen Mansur Yalçın kararına uymakla yükümlüdür. Bu konuda Bakanlık somut bir eylem planı yapmak ve en kısa sürede bu hak ihlalini gidermek durumundadır.

Sonuç olarak, özellikle, ülke içinde uygulanan eğitim sisteminin evrensel tecrübe ve gelişmeleri dikkate alan, bilimsel, demokratik ve çoğulcu bir zemine oturtulması gerektiğinin bir kez daha altını çizerek hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)