| Konu: | Maarif Vakfı Kanunu Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 101 |
| Tarih: | 14.06.2016 |
HDP GRUBU ADINA MİTHAT SANCAR (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Maarif Vakfı Kanunu Tasarısı üzerine parti grubumuzun görüşlerini açıklamak üzere söz aldım.
Söylenecek pek çok şey var ama şuradan başlayalım: Öncelikle, eğitim alanında bugüne kadar gördüğümüz en istikrarsız, en tutarsız uygulamaları sergileyen iktidar AKP hükûmetleri iktidarları olmuştur, AKP dönemi olmuştur. Eğitim bir yapboz oyununa çevrilmiştir, "Eğer yanlış sonuç verirse başkasını yaparız." gibi bir mantıkla yaklaşılmıştır. Bunun toplumda yarattığı tahribat, ülkede yarattığı sancılar çok büyüktür. Bunları gidermek için çok uzun zamana ve çok yoğun emeğe ihtiyacımız olduğunu hatırlatalım.
Eğitim üzerine söz almışken ya da söz eğitimden açılmışken birkaç konuya değinmekte fayda var. Evet, açılan üniversite sayısıyla övünüyor bu iktidar, bundan önceki AKP hükûmetleri. Yapılan yollarla övünüyor, köprülerle övünüyor ama İnsani Gelişme Endeksi'ne gelince susuyor. "Acaba bu yapılan yollar, açılan yeni üniversiteler Türkiye'de insani gelişime ne katkı sağlıyor, ne kadar katkı sağlıyor?" diye sorulduğunda cevap yok. Peki, bu yollar kimin için yapılıyor? Bu yeni üniversiteler kimin için açılıyor? Köprüler kimin için yapılıyor? Eğer insan için yapılıyorsa bunlar, bunların karşılığının insani gelişime de yansıması gerekmiyor mu? Ama, yansımıyor.
Bakın, İnsani Gelişme Endeksi'ne göre, Türkiye son birkaç yıldır geriliyor, gerileme içinde bir ülke. İnsani Gelişme Endeksi çeşitli açılardan ülkeleri değerlendirmeye alıyor. Bunların içinde tabii ki yaşam süresi, sağlık önemli yer tutuyor ama en önemli parametrelerden biri de eğitimdir. Eğitim alanında Türkiye'nin gerilerde yer aldığını ortaya koyan çeşitli istatistikler var, çeşitli endeksler var -onlara biraz sonra değineceğim- ama İnsani Gelişim Endeksi'ne baktığımızda, 2015 yılında Türkiye 188 ülke içinde 72'nci sırada yer alıyor. "Neden bu kadar kötü durumdayız?" diye, "İnsani gelişim açısından neden bu kadar kötü durumdayız?" diye sorulduğunda, yine köprülerle, yollarla, inşaatlarla cevap veriyor iktidarın temsilcileri.
Eğitim konusunda "PISA" diye bir endeks var, bir gösterge var. Bunun önemli bir ölçüm merkezi ve referans olduğunu hatırlatayım. Bizim de, Millî Eğitim Bakanlığının referans gösterdiği bir çalışma, bir endeks olduğunu da vurgulayayım. PISA'nın endekslerine göre, Türkiye eğitimde son derece kötü bir durumda bulunuyor. Mesela, İngilizce Yeterlilik Endeksi'nde 2014 yılı itibarıyla 63 ülke içinde 47'nci sırada bulunuyor. Küresel İnovasyon Endeksi'nde 143 ülke arasında 54'üncü sırada. Verimlilik Endeksi'nde 30 ülke arasında 21'inci sırada. Daha İyi Yaşam Endeksi'nde yine, istihdam edilen nüfusun yüzde 40'ının kendi niteliklerinin altında çalışmak zorunda kaldığı görülüyor. Bütün bu endekslere baktığımızda, Türkiye'nin eğitimde kaliteyi yükseltemediği, nitelikli insan yetiştiremediği çok açık gözleniyor. OECD içinde ise zaten sonlarda yer alıyor Türkiye. Aynı şekilde, Avrupa Birliği ülkeleri esas alındığında da sonlarda bulunuyor. Bunun çeşitli nedenleri var değerli milletvekilleri. En başta eşitsizlik büyük bir nedendir, en önemli nedendir. Türkiye OECD ülkeleri arasında eşitsizlikler bakımından Meksika'yla birlikte son sırayı paylaşıyor. Gelir dağılımındaki adaletsizlikte dünyanın en kötü ülkeleri arasında bulunuyor.
Tabii, eşitsizlik sürekli başka sorunları da beraberinde getiriyor. Eşitsizliğin eğitime yansımaları ise yoksulların kalitesiz eğitim almak zorunda kalmalarında kendini gösteriyor. Eğer yoksul bir aile, çocuklarına iyi eğitim veremiyorsa iyi iş sağlama imkânı da olmuyor, iyi işlerde çalıştırma imkânı da kalmıyor. Böylece, eşitsizlik yoksulluğu büyütürken yoksullar sürekli olarak aynı alt kademede bulunmaya devam ediyorlar yani yoksulluk nesillere aktarılan bir durum hâline geliyor.
Eğitimde bunun en önemli, en yakıcı göstergesi eğitimin ticarileştirilmesi ve piyasaya açılması, daha doğrusu, piyasalaştırılmasıdır. AK PARTİ iktidarlarının en çok övündüğü şeylerden biri özel okulların sayısının çoğalmasıdır. Ancak, unutmayın, özel okullara ancak belli bir gelir düzeyinde olan ailelerin çocukları gidebiliyor. Özel okulların sayısının artırılması teşviklerle ve daha başka pek çok kolaylıkla sağlanıyor. Sürekli, özel imtiyazlar, vergi muafiyetleri ve teşvikler veriliyor özel okullar açılsın diye. Özel okulların teşvik edilmesinin bir diğer yöntemi, devlet okullarının, daha doğrusu, kamu okullarının niteliklerinin düşürülmesidir. Son on beş yılda kamusal eğitim alanında yaşanan çöküş ibret verici düzeydedir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın birkaç evrensel normundan birisi sosyal devleti tanımasıdır, sosyal devleti bir anayasa kuralı hâline getirmesidir. Sosyal devlet, eşitsizliklerle mücadele konusunda elde edilen hakların belli bir kısmını hukuksallaştıran bir kavramdır. Yani, yoksulluğa ve eşitsizliğe karşı toplumsal mücadelelerin yarattığı kazanımların bir kısmını toparlayan bir kavramdır. Eğitimin ücretsiz ve nitelikli olması yani sadece ücretsiz değil, nitelikli eğitimin ücretsiz olması sosyal devlet ilkesinin bir gereğidir. Evet, devlet okullarında eğitim ücretsiz gibi görünüyor ama devlet okullarında eğitimin niteliği, kalitesi düştükçe, özel okulların sayısı arttıkça devlet okullarında verilen eğitim fırsat eşitliğine katkı sağlamıyor; tam tersine, fırsat eşitsizliğinin bir sebebi hâline geliyor. Bu nedenle, aileler, özellikle, dar gelirli aileler kendi yaşam ihtiyaçlarından, asgari yaşam gereksinmelerinden taviz vererek çocuklarını özel okullara göndermeye yöneliyorlar çünkü devlet okullarında okumaları hâlinde başarılı olamayacaklarını, bir gelecek elde edemeyeceklerini düşünüyorlar, bu kaygıyla özel okullara yöneliyorlar.
Özel okullar alanında yaşanan çok temel sorunlardan biri de son yıllarda, dershane karmaşası ve temel lise uygulamasıdır. Bunun bir siyasi kaynağı var tabii. Neden temel liseye çevrildi dershaneler? Bu Maarif Vakfı Kanunu Tasarısı'nda da aynı kaygı görülüyor. "Paralelle mücadele" adı altında uygulanan yöntemler bu sonucu yarattı. Evet, "paralel devletle mücadele" adı altında her türlü yolu meşru gören bir anlayış bugün pek çok alanda büyük sorunlar yaratıyor, bu alanlardan bir tanesi de işte, eğitimdir.
Hukuk dışı devlet içi yapılanmalarla mücadele etmek demokratik hukuk devleti niteliğini taşıyan bir devletin elbette hakkıdır ama bu mücadeleyi hiçbir şekilde hukuk dışı yöntemlerle yürütemez. Siz bir hukuksuzlukla mücadele ederken başka bir hukuksuzluk yapamazsınız, hukuksuz yöntemleri, demokrasiye aykırı yöntemleri kullanamazsınız; kullanırsanız mücadele ettiğiniz yapıyla aynı niteliğe bürünürsünüz. Yani siz eğer bugün dershaneleri temel liseye çevirirseniz ve temel liseleri de özel okullar hâline getirirseniz, lise eğitim sistemini paramparça ederseniz bir şekilde hukuksuzluğu daha da derinleştirmiş olursunuz. Paralel yapıyı tasfiye etmek değil burada vardığınız sonuç, eğitimi darmadağın etmektir, toplumun geleceğini dinamitlemektir.
Aynı şey Maarif Vakfı Kanunu Tasarısı'nda da görülüyor. "Neden böyle bir tasarıya, neden böyle bir düzenlemeye ihtiyaç duyuldu?" sorusunu bundan önceki konuşmacılar da sordular, Komisyonda bulunan değerli milletvekilleri, özellikle muhalefet milletvekilleri sık sık dile getirdiler bu soruyu ama tatmin edici bir cevap alamadılar. Aslında görünen şey çok açıktır, çok fazla analize, çok fazla didiklemeye de gerek yoktur. Görünen şey şu: AKP hükûmetleri daha önce büyüttükleri, "paralel yapı" dedikleri organizasyona alternatif yaratmak istiyorlar, daha doğrusu, onun yerine geçecek kurumlar kurmaya çalışıyorlar. Yani kendilerinin "paralel" dedikleri yapıyla mücadele ederken devlet içinde başka paralel oluşumlara gidiyorlar, başka paralel yapılar oluşturuyorlar. Paralel yapıya karşı mücadelenin gerekçesi hukuk birliğini, hukuk devletini sağlamak gibi görünüyor, öyle olması gerekiyor ama maalesef öyle olmuyor. Yapılan şey, hukuk birliğini sağlamak değil hukuk devletini daha da çökertecek bir yapılanmaya devlet eliyle gitmektir.
Şimdi, önümüzdeki Maarif Vakfı Kanunu Tasarısı'na baktığımızda neresinden tutarsak elimizde kalıyor diyebilirim, keyfî olduğu ortada. Çok düşünülmüş, taşınılmış, incelenmiş, araştırılmış bir çalışmanın sonucu değil bu. Çeşitli kuruluşlarla istişare edilerek ortaya çıkarılmış bir çalışma değil bu. Belirtilen amaçları yürütecek bir kurum değil bu. Nedir bu amaçlar? Baktığınızda o kadar geniş sayılmış ki böyle bir amaç maddesi bir vakfın kuruluş kanununda yer alamaz arkadaşlar. Diyor ki: "Yurt dışında insanlığın ortak birikim ve değerlerini esas alarak örgün ve yaygın eğitim hizmetleri vermek ve geliştirmek amacıyla okul öncesi eğitimden üniversite eğitimine kadar tüm eğitim süreçlerinde burslar vermek, okullar, eğitim kurumları ve yurtlar gibi tesisler açmak, yurt içi de dâhil olmak üzere bu kurumlarda görev alabilecek eğitmenleri yetiştirmek, bilimsel araştırmalar ve araştırma-geliştirme çalışmaları yapmak, yayınlar yapmak ve metotlar geliştirmek ve faaliyet gösterdiği ülkenin mevzuatına uygun diğer eğitim faaliyetlerini yürütmek." Ne yani? Eğitimle ilgili her şeyi yapabilir. Neden o zaman Millî Eğitim Bakanlığı var? Neden Millî Eğitim Bakanlığının yurt dışı teşkilatı var? Neden Millî Eğitim Vakfı var? Neden kuruldu bu vakıf? Ne yapıyordu, ne yaptı bugüne kadar Millî Eğitim Vakfı? Eğer Millî Eğitim Bakanlığını tasfiye edecekseniz bunu açık yapın. AKP bunu açık yapmıyor, yaptığı her şeyi hileyle, hukuka ve demokratik ilkelere karşı hile yöntemiyle yapmayı deniyor, yapmak istiyor. Böyle bir vakfın kurulması demek paralel bir Millî Eğitim Bakanlığı kurmak demektir. Peki, kime bağlı olacak bu paralel bakanlık? "Vakıf" adı altında kurulan bu paralel bakanlık kime bağlı olacak? Çok açık, saraya ve Hükûmete. Çünkü, mütevelli heyetin 12 üyesi olacak, bunların 7'si daimi yani yaş sınırına göre çalışacak üyeler, yaş sınırı da 72. Kim atayacak bunları? 4'ünü Cumhurbaşkanı, 3'ünü Bakanlar Kurulu. Geri kalan 5 üye geçici üyeler olacak. Bunlar Millî Eğitim Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve YÖK tarafından atanacak. Şimdi, öyle anlaşılıyor ki, net bir şekilde ortaya çıkıyor ki saraya bağlı, sürekli faaliyet yürütecek bir paralel Millî Eğitim Bakanlığı kurma amacına yöneliktir bu tasarı.
Burada özellikle mütevelli heyetinin oluşumunda başka yöntem seçilebilirdi eğer amaç gerçekten Türkiye'nin çoğulcu kültürünü yurt dışında yaşayan Türkiyelilerin eğitimi ve gelişimi için kullanmak olsaydı. Eğer çoğulcu kültürü, eğer çok renkli, çok dilli, çok inançlı toplumu yurt dışında eğitim ve kültür alanında temsil edecek ya da teşvik edecek bir kurum oluşturmak gibi bir niyet olsaydı çoğulcu yapıda bir vakıf oluşturulurdu; mütevelli heyete de diyelim ki Parlamentodan kontenjanla partilere üye tahsis edilirdi. Bu yetmez tabii ki eğitim alanında faaliyet gösteren özellikle sendikalara temsiliyetleri oranında, daha doğrusu mensupları, üyeleri oranında üye tahsis edilebilirdi ve bunların hiçbiri kalıcı üye olmazdı. 72 yaşına kadar çalışacak 7 üye varken 5 üyeyle sınırlı böyle bir şey yaparsanız gene sonuç değişmez. Baştan sona mütevelli heyetini çoğulculuğa uygun bir şekilde, demokratik ilkelere uygun bir şekilde belirleseydiniz inanabilirdik, evet, burada amaç yurt dışında yaşayan Türkiye vatandaşlarının eğitim ve kültür hizmetlerine katkıda bulunmaktır. Bunu belki o zaman ikna edici bir şekilde söyleyebilirdiniz ama böyle bir niyetin olmadığını buradan da görüyoruz. Diğer kurumları tartışırken, Eşitlik ve İnsan Hakları Kurumu gibi kurumları tartışırken de söylemiştik. İktidar kendi denetiminde yapılar oluşturuyor. Aslında, 12 Eylülün Anayasa'yı yaparken en az yüz yıl devam edecek bir düzen kurduğuna inandığı gibi, 28 Şubatçılar Türkiye'yi dizayn ederken bin yıl sürecek bir düzen kurduklarına inandıkları gibi AKP de yüz yıl, hatta bin yıl sürecek bir iktidar kurabileceğine inandırmış kendini fakat dönüp tarihten ders almak, insani kültürün, insani yapının bir gereğidir. Dönün bakın, yüz yıllık iktidar hedefleyenlerin hepsi çok feci sonlarla yıkılmışlardır. Tekçi her yapı mutlaka çatışma üretmiştir.
Türkiye gibi farklı kimliklerin, kültürlerin, inançların yaşadığı bir ülkede tek mezhep, tek din, tek parti anlayışıyla hareket ederseniz ileride bu yapıda çok ciddi çatlamalar, çok ciddi yaralar açarsınız. Bu konuda sizleri ısrarla ve sürekli uyarıyoruz. Sizler de belki geçmişte tekçi yapılara karşı mağdur olduğunuzu iddia ettiğiniz dönemlerde itiraz ettiniz. Mesela başörtüsü yasağına karşı çıkarken çoğulculuğu ve demokrasiyi gerekçe olarak gösterdiniz. Bunda haklısınız da. Yaşam tarzlarına karışmamak elbette demokrasinin ve özgürlükçülüğün gereğidir ama AKP, bugün, kendisi inanç tarzları dayatan, bunun ötesinde "tek din, tek mezhep, tek parti" anlayışıyla hareket eden bir yapı hâline gelmiştir. Daha önce bu topluma bu yapılardan gelen zararları tekrar değerlendirin. Bu yol, yol değildir arkadaşlar.
Türkiye, İnsani Gelişme Endeksi'nde eğitimde neden bu kadar geridir? Demokrasiden uzaklaştıkça, özgürlükçülükten uzaklaştıkça, tek tip anlayış hâkim kılındıkça insan zihni de, insan yetenekleri de gelişmiyor. Bunu biliyorsunuz. O hâlde dönüp sorun bakalım Türkiye niye bu kadar gerilerde eğitim kalitesinde?
Dünyanın inovasyon ve gelişimcilik açısından en iyi 100 üniversitesi arasında neden Türkiye'den bir üniversite yok? Türkiye'de insanların zekâ düzeyi başka ülkelerden daha geri olduğu için değil, bu zihniyet yüzünden. Eğitimi yapboz tahtasına çeviren, sürekli devleti nasıl kendi kontrolüm altına alırım diye uğraşan anlayış yüzünden bu hâle geliniyor.
Daha önceki yapılar, devlet anlayışı neyse AKP bunu bire bir sürdürüyor. Devlet anlayışı, devleti işgal etme üzerinden siyasal üstünlük, ekonomik rant ve ideolojik avantaj sağlamaya dayanıyordu. AKP de bunları harfiyen, daha fazlasıyla yerine getiriyor. "O devlet anlayışı duracak ama içine ben gireceğim." diyor. İçine girdiğinizde siz artık kendinizle yüzleşme cesareti bulduğunuzda ne hâle geldiğinizi umarım görürsünüz.
Bu duygularla hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)