GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:92
Tarih:24.05.2016

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, yargı, çok derin ve detaylı konuşulması gereken bir konu gerçekten hele içinde bulunduğumuz dönemde. Daha milletvekillerinin haklarında düzenlenen fezlekelerin içeriğinden haberdar olmadığı, neden yargılandıklarını bilemedikleri, bu bilgiye sahip olamadıkları bir ülkede bağımsız ve tarafsız yargıyı, üstelik de bunun garantörlerinden birisi olması gereken Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşacağız. İlahi adalet insana maalesef bu görevi de veriyor.

Bugün, hiçbir gazetecinin güvence altında olmadığı, düşüncesini söyleyen hiç kimsenin aslında güvence altında olmadığı bir dönemi yaşıyoruz. Kendisi, gazetecilik görevini yapan gazetecilere ilişkin Anayasa Mahkemesi kararını tanımadığını ifade eden, yasama, yürütme ve yargıyı tek elde toplamaya çalışan, sürekli, muhalif olan herkese hakaretler yağdırdığı hâlde kendisine karşı insanların -2 bine yakın- Cumhurbaşkanına hakaret davasıyla yargılandığı ve çoğunun da mahkûm olduğu bir ülkede, yetkisini sürekli Anayasa'ya aykırı olarak kullanan bir Cumhurbaşkanının olduğu bu ülkede, bağımsız ve tarafsız yargıyı konuşacağız. Bunu konuşmak gerçekten zor. 1980'leri, 1990'ları ve bugünleri de yaşayan birisi olarak ifade etmek isterim ki Türkiye'de yargı belki hiçbir zaman tam anlamıyla tarafsız ve bağımsız olmadı; evet, doğrudur, ama bugünkü kadar yargı mensuplarının ve vatandaşların kendilerini bu kadar tedirgin ve güvencesiz hissettiği, yargıdan yana hiçbir güven duymadıkları başka bir dönem de galiba olmadı.

Şimdi, araştırma önergesinde ifade edildiği gibi, Avrupa Birliğinin Türkiye İlerleme Raporu'nda getirdiği eleştirilerin yanı sıra, aynı zamanda Avrupa Konseyinin de özellikle milletvekillerinin ifadeleri nedeniyle yargılanması konusundaki endişelerini ifade ettiği bir açıklaması oldu yakın zamanda ve "Temsilciler yargılanma korkusu olmadan kendilerini ifade edemez hâle gelmiştir." diyor, "Türkiye'deki yargı kararları ifade özgürlüğüyle bağdaşmamaktadır ve Avrupa Konseyinin ifade özgürlüğüyle ilgili standartlarına uymayı vadeden Türkiye'yi bu standartlara uymaya davet ediyoruz." diyor.

Ben, "Avrupa oraya davet ediyor, buraya davet ediyor."la, yargı faaliyeti içerisinde bulunduğum otuz yıl boyunca aslında çok ilgilenen bir insan olmadım. İmzaladığımız uluslararası sözleşmelere, bunlar Anayasa 90'a göre iç hukuk hükmünde olduğu için uymak zorunda olduğumuzu biliyorum ve buna uymak, buna uygun dilekçeler hazırlamak için çaba gösterdim, ama önemli olan, gerçekten bizim bu ülkede neyi yaşadığımız ve vatandaşlarımıza neyi yaşattığımızdır, sadece Avrupa standartları değil. Ben, Sayın İlhan Cihaner'in de zaten bunu düşünerek bu önergeyi verdiğini düşünmüyorum, kendisi de Türkiye'de bu standartların olması için mücadele eden insanlardan biridir, fakat, hakikaten, adil ve bağımsız bir yargı herkes için, hepimiz için bir ihtiyaçtır ve maalesef, adalete erişimin bu kadar zor olduğu bir ülkede demokrasiden söz etmek de mümkün değildir. Bunun adı ancak bir darbe rejimi olabilir, bir diktatörlük olabilir.

Sıkıyönetim mahkemeleri, devlet güvenlik mahkemeleri, özel yetkili mahkemeler, bütün bunlarla gelen tarihî süreç bugün sulh ceza mahkemeleriyle devam ettiriliyor ve öyle ki bir sulh ceza mahkemesinin kararına, aynı sulh ceza mahkemesinin kararına yapılan itirazı, 2 kez, yine aynı sulh ceza mahkemesi değerlendirebiliyor. Yani, denetimin de tamamen saf dışı bırakıldığı bir dönemi yaşıyoruz.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi adil bir yargı için öncelikle bağımsız ve tarafsız bir yargının olması gereğinden söz etmektedir. Bugün keyfî olarak yerlerinden alınan, yıllarca yürüttükleri ve hâkim oldukları davalar ellerinden alınan ve iktidarın istediği kararları verecek olan yargıçların, savcıların getirildiği yargılamalarla maalesef karşı karşıyayız. Bir ülkede, değerli milletvekilleri, ne kadar çok siyasi dava olursa o ülke aslında o kadar demokrasiden yoksundur. Çünkü, normalde, bir ülkede örneğin, af olması gerekiyorsa aslında devlet, vatandaşın vatandaşa yaptığını affetme hakkına sahip değildir, devlet aslında siyasi olarak bir af getirebilmek durumundadır. Ama, Türkiye'de olagelen, sürekli siyasi davalar, sürekli o 141, 142 -zamanında benim de yargılandığım- ve bu gibi, ifade özgürlüğüyle ilgili maddeler, bunların sürekliliği, insanların düşüncelerini ifade ettikleri için yargılanmaları ve bağımsız olmayan mahkemelerdir. Sonunda gelen af da adli suçlulara, tecavüzcülere, gaspçılara gelir, hiçbir zaman siyasilere gelmez ki devletin buna hiç hakkı olmadığı hâlde. Bugün de evet, bu ülke bir siyasi davalar tarlası. Ergenekon, Balyoz, KCK gibi siyasi davalar ne kadar çoksa, dediğim gibi, adil ve bağımsız yargıdan söz etmek de o kadar imkânsızdır.

Bugün, Demokratik Toplum Partisi Başkanı Kamuran Yüksek gibi binlerce Kürt siyasetçi hâlen, sadece siyaset yaptıkları için yargılanmaya devam ediyorlar. Ve siz dokunulmazlıkları kaldırarak bu adil ve tarafsız olmayan yargıya aynı zamanda milletvekillerini yargılatacaksınız. Buyurun, yargılatın.

Koca koca binalar yaparak ve "Dünyanın en büyüğü, Avrupa'nın en büyüğü." diyerek, maalesef, adalete erişmek mümkün olmuyor. Gerçekten, adaleti büyütmek gerekiyor, o AVM benzeri, insanların birbirine yabancılaştığı binaları değil.

Adliyeler hâlâ vatandaşlarımızın tanık olarak dahi gitmeye korktuğu yerler. Adalete erişim vatandaşlar için de aynı zamanda çok güç. İnsanlar kolaylıkla adalete erişebileceklerine, orada hakkını savunabileceklerine inanarak adliyelere gitmiyorlar. Böyle bir sistem de kurulmuş değil.

Yargıyı en fazla denetleyecek olan unsurlar yurttaşlarımız, yani yargılanan insanlar ya da hakkını arayan insanlar. Aslında o denetim en fazla yurttaşlar tarafından sağlanabilir. Ama bugün bu yurttaşlar yüzde 30 ve bunun altında oranlarda yargıya güveniyorlar. Ve bu güvenin sıfırlandığı bir yerde, gerçekten, aslında bir süre sonra vatandaşların sorunlarını kendi kendilerine çözmeye başladıklarına da biz tanık olabiliriz ki bu bir ülke için en tehlikeli olan şeydir.

Evet, "Bu bize yeter." diyorsanız, "Bu adalet seviyesi bize yeter. Bizim Bakanlığımız da bundan memnun." diyorsanız bilemeyiz ama bize hiçbir zaman yetmedi ve bundan sonra da yetmeyecek. Bizim hak ve adalet seviyemiz bu değil. Biz 1990'lı yıllarda insan haklarını savunurken karşımıza "Kahrolsun insan hakları." diyebilen Emniyet görevlileri bile çıkmıştı. Komik, trajikomik bir şey ama ben bunu yaşadım, gerçekten "Kahrolsun insan hakları." diye bağırabiliyorlardı. Şimdi, bugün gene aynı şeylere dönmek istemiyorsak gerçekten bağımsız ve tarafsız bir yargıya sahip olmak zorundayız.

Ben bu anlamda yargı mensuplarına, kendimin de savunma olarak önemli unsurlarından biri olarak mensup olduğum yargı mensuplarına, özellikle yargıçlara ve savcılara da birkaç söz söylemek istiyorum: Eğer gerçekten adil bir yargı faaliyeti yürütmek istiyorsanız sizler de en azından bu yasalara ve iç hukuk hükmünde olan uluslararası sözleşmelere uyun ve sadece Cumhurbaşkanının "Yargıyı göreve çağırıyorum." sözünün peşinden koşmayın, adaletin peşinden koşun çünkü gerçekten iktidarlar da değişir ama adil yargılanma herkese lazımdır ve sizlerin de ihtiyacı olabilir. İktidarlar değişir, insan onuru değişmez.

Hepinize saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)