GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Belçika Fransız Toplumu Hükümeti, Valonya Hükümeti ve Brüksel-Başkent Bölgesi Fransız Toplumu Komisyonu Heyeti Arasında Kültür, Eğitim ve Bilimsel Araştırma Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:87
Tarih:10.05.2016

MHP GRUBU ADINA KADİR KOÇDEMİR (Bursa) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Belçika Fransız Toplumu Hükümeti, Valonya Hükümeti ve Brüksel-Başkent Bölgesi Fransız Toplumu Komisyonu Heyeti Arasında Kültür, Eğitim ve Bilimsel Araştırma Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı'nın 1'inci maddesiyle ilgili Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yine sözlerimin başında, başımızın tacı annelerimizin Anneler Günü'nü kutluyor, annelerimizin başta şehit ve ölüm haberleri olmak üzere kötü yönetimden kaynaklanan üzüntüleri yaşamadığı günler diliyorum.

Bugünlere çok benzeyen 12'nci yüzyılın sonu, 13'üncü yüzyılın başında yaşayan Yunus Emre'nin güzel bir sözü var, belki hayatı birlikte yaşamanın bütün boyutlarını kendine göre, güzel Türkçeyle özetleyen bir söz, diyor ki: "Gelin tanış olalım/ İşi kolay kılalım/ Sevelim, sevilelim/ Dünya kimseye kalmaz."

Uluslararası ilişkiler bu realiteyi, bu hakikati dünya ölçeğinde, küre ölçeğinde hayata geçirmenin önemli bir yoludur ama son zamanlarda uluslararası ilişkilere baktığımızda uluslararası ilişkilerin bu boyutunun unutulduğunu, uluslararası ilişkilerin belli ilkeler temelinde imkânlar ile millî menfaatler, millî çıkarlar ve hedefler arasında ahengi bulma sanatı olduğunun bir tarafa bırakıldığını görüyoruz.

Geçen günlerde görevinden ayrılan Başbakanımızın damgasını vurduğu uluslararası ilişkiler, özellikle içinde yer aldığımız coğrafyada, Türkiye içine de, iç işlerimize de çok yakından ve maalesef olumsuz olarak etkide bulunan bir sürece dönüşmüştür. "Değer esaslı, sadece normlara dayanan" diyerek belli bir dünya görüşünün hayata geçmesini arzu eden bir dış politika maalesef bugün Türkiye'yi hem dışarıda hem de içeride hareket edemez hâle getirmiştir. Buraya çıkan başka hatipler de ifade ettiler, içeride yaşadığımız pek çok terör olayının arkasında da dışarıda kaybettiğimiz dostlarımız ve dışarıda arkasında duramayacağımız iddialar yer almaktadır.

Ben "Sayın Davutoğlu'nun dış işleri" deyince bir fıkrayı hatırlıyorum. Kasabanın birinde bir kabadayı yolda yürümektedir. Çelimsizdir, ufak tefek birisidir ama millet şerrinden uzak durmak için baş eğmektedir, onun yürüdüğü yerde herkes ayağa kalkmakta, önünü iliklemekte, ihtirama durmaktadır. Bu durumu seyreden birisi, bir hürmet edenlere, ayağa kalkanlara, bir de bizim çelimsiz kabadayıya bakar ve kabadayıya yaklaşarak onun ensesine bir şaplak indirir. Kabadayı arkasına döner, bakar adama, güçlü kuvvetli, kavga etse alt edemeyecek ama bu arada o sokaktaki herkes de ikisine bakmaktadır, bir şey demesi gerekir. "Bana mı vuruyorsun?" der. Bizim adam bir şaplak daha indirerek "Sana vuruyorum." der. Kabadayı yine düşünür, bir çıkış yolu bulması gerekmektedir. "Essah mı vuruyorsun, şakadan mı vuruyorsun?" der. Bu kabadayıya vuran adam ilk ikisinden daha şiddetli olmak üzere üçüncü bir şaplağı indirir ve "Essah vuruyorum." der. Kabadayı yoluna devam eder, devam ederken de "Şakadan hoşlanmam da." der. Türk dış politikası da buna benziyor, büyük iddialarla yola çıkıp daha sonra realiteyle yüzleştiğinde şakadan hoşlanmama yoluna gidiyor.

Bugün, uluslararası anlaşmanın karşı tarafı, Türkiye'nin içini bu dış politika sebebiyle getirdiğimiz nokta bakımından ayrıca anlamlıdır. Belçika'yla yaptık biz anlaşmayı ama Belçika'da, kendi iç hukukundaki değişiklikler sebebiyle demin saydığım 3 tane hükûmetle, 3 tane bölgeyle bu anlaşmayı yapıyoruz. Belçika'nın 6 eyalet, 3 toplumu var, Fransızca konuşanlar, Almanca konuşanlar ve Flamanca konuşanlar; ayrıca 3 tane de bölge var. Anayasal federal bir monarşi, iki meclisli bir sistemle çalışıyor. Türkiye için çok küçük sayılabilecek bir yer, 30 bin kilometrekarelik bir alanda 11 milyon insan yaşıyor ama Belçika deyince, yakın tarihte birkaç şeyi hatırlıyoruz. Bu dil temelli topluluklar sürekli bir ayrışmaya doğru gitmektedir. Modern Avrupa tarihinde bir ilke Belçika'da imza atılmış ve 2011 yılında yapılan seçimlerde beş yüz kırk gün hükûmet kurulamamıştır. 1961'den beri etnik aidiyetin nüfus sayımlarında ve şeyde belirtilmesi yasaklanmıştır.

Nihayet, yakın zamanlarda, 22 Martta Belçika'da 2 tane terör olayı oldu biliyorsunuz ve burada, başta Independent'ta olmak üzere pek çok uluslararası makalede Belçika devlet teşkilatı ahenkli çalışamadığı için, pek çok bilgi olduğu hâlde -ki Türkiye de bu saldırıyı yapanla ilgili Yunanistan'la birlikte Belçika birimlerini uyardığını söylemişti- bu ahenk olmadığı için bu terör saldırısında önlenebilecek bir saldırı maalesef önlenememiştir. Bu, Türkiye bakımından şu bakımdan anlamlıdır. Eğer demokrasiden bahsediyor isek, müşterek bir "biz" duygusunu tesis etmek zorundayız. Demokratik sahaya insanlar diğer özellikleriyle... Bu özelliklerini toplum içinde tabii ki söylemelerinde hiçbir beis yoktur ama bunları söyleyerek, kendilerini böyle tarif ederek geldiklerinde, bu dil ya da kan, genetik, biyolojik özelliklere dayanan bir referans noktası olduğunda burada demokrasi işlememektedir, dünyanın başka yerlerinde de bunun pek çok örneği vardır. İşte, birisi de geçenlerde gittiğimiz... Biz, Mülkiyede okurken öz yönetimin timsali, sembolü diye bize gösterilen Yugoslavya'dan 7 devletin çıkmış olması ve bugün kalan Bosna-Hersek'in de on yıl sonra nereye gideceğinin belli olmamasıdır. Türkiye'de de "alt-üst kimlik" diyerek kafaların altüst edildiği, 36 etnik grubun sayılarak bunun nereye varacağının bilinmediği bir süreç demokrasiyi de felç etmeye doğru gitmektedir. Ve bu demokrasimiz, son günlerde yaşanan olaylarla hibrit bir demokrasi olduğunu ortaya koymuştur. Biliyorsunuz, hibrit araçlar var, bunlar klasik yakıtla devam ediyor ama aynı zamanda güneş enerjisiyle de çalışabiliyor; bizim demokrasimizde normal parlamenter sistemle kabine kuruluyor, güvenoyunu Meclisten alıyor ama başka yerde o bittiği vakit başka enerjiler devreye giriyor.

Bu, şunu göstermiştir: "Tek millet", "tek vatan", "tek bayrak", "tek devlet" denilerek Türkiye tek adamlığa, tek adamlık noktasına getirilmiştir ve iktidar partisinin çok sevdiği sözle ifade etmek gerekirse, Türkiye, 80 milyona yaklaşan nüfusuyla tek adamdan daha büyüktür. Bugünlerde ihtiyacımız olan husus, tekrar Meclisin meclis gibi davranması, anayasal kurumlarımızın kendi dengeleme ve kontrol mekanizmalarını yerine getirmesidir.

Yunus'la başladım, onunla bitireyim, diyor ki Yunus:

"Kişi bile söz demini,

Demeye sözün kemini.

Bu cihan cehennemini,

Sekiz uçmağ ede bir söz."

Bugünlerde cihan cehennemini sekiz uçmağ edecek söz "Biz bir milletiz ve burası millî iradenin tecelli ettiği yerdir." olmalıdır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)