Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 86 |
Tarih: | 05.05.2016 |
DİRAYET TAŞDEMİR (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grubumuzun kadına yönelik şiddetle ilgili verdiği araştırma önergesi üzerine söz almış bulunmaktayım.
Kadına yönelik şiddet, açıkçası ülkemizin en temel sorunlarından biri ama maalesef, bu, kadına yönelik şiddet sürekli kişiselleştirilerek, normalleştirilerek görünmez kılınmaya çalışılıyor. Bizler biliyoruz ki bunun tarihsel, ideolojik ve aktüel nedenleri mevcut.
Tarihte karanlık çağlar önce hep kadınların köleleştirilmeye çalışılmasıyla başlamıştır. Önce kadınların emeğine el konulup, kadınlar kimliksizleştirilip bir anlamda kuşatma altına alınarak yeni sistemler inşa edilir. Bugün yaşadığımız da bu anlamda tam bir karanlık çağ.
Yine, kadınlar üzerinden toplum susturulmaya, itaate zorlanarak sessiz, renksiz, cinsiyete duyarsız bir toplum inşa edilmeye çalışılıyor. Kadınların talepleri, kadınların istemleri marjinalleştiriliyor. Kadının adının olmadığı, kadının sözünün olmadığı bir sistem bu şekilde yeniden inşa edilmek isteniyor. Onun içindir ki kadına yönelik şiddet, kadına uygulanan zulüm bir anlamda normalleştirilip, bir şekilde üstü de örtülüyor. Nüfusun yüzde 50'si kadın. Biliyorsunuz ki bu kadınların yarısından fazlası evde, sokakta ve yaşamın her alanında bir anlamda şiddete maruz kalıyor. Yaşamının bir döneminde şiddet görmeyen hemen hemen hiçbir kadın, maalesef, bulunmamakta. Bu veriler bize şunu gösteriyor ki: Kadına yönelik şiddet örgütlü ve yapısallaşmış bir sorundur.
Şiddeti uygulayan erkekler ise genelde psikolojik sorunları olan, madde bağımlısı ve anormal kişiler olarak resmediliyor. Dolayısıyla, bu şiddeti uygulayan erkekler, şiddeti uygulayanlar bir anlamda meşru gösterilmeye çalışılıyor. Dolayısıyla, bu şiddeti uygulayanların psikolojik problemlerine bağlanarak şiddet; yoksulluk, eğitimsizlik gibi kategorilerle ifade ediliyor. Oysa biz biliyoruz ki şiddet uygulayan erkeklerin çoğu normal yaşamda itibarı olan, saygınlık gören erkekler. Birçoğu hatta bu Mecliste, bu kürsüde milletvekili olabilecek kadar da saygın ve itibarlı. Ama bu normal erkekler ne zaman kadınlara şiddet uyguladıysa, o zaman, bir şekilde, şiddet anormalleştiriliyor ve erkekliğin bu konudaki sorumluluğu ve şiddetin aslında temel nedeni örtbas ediliyor.
Şiddetin, sıkça vurgulandığının tersine, erkeğin güçsüzlüğünden değil; erkekliğini vurgulama ihtiyacından yani toplumda başlı başına bir değer olan erkeklik gücünün ifade edilmesinden kaynaklandığını da biliyoruz. Hükûmet de bu değerleri, açıkçası, politikalarıyla destekleyerek güçlendiriyor ve bu politikalar kadınlara şiddet olarak geri dönüyor.
Kadına sokakta, evde, işte yöneltilen şiddet o derece normalleşmiş ki siyasetin üretildiği en üst makam olan Mecliste bile kadınlara yönelik şiddet uygulanıyor. Biliyorsunuz ki dokunulmazlıkların kaldırılmak istendiği komisyonda bir AKP'li vekil, bir kadın vekile "Seni döverim." şeklinde bir ifade kullanmıştı. Şimdi, biz bu erkeği nasıl tanımlayacağız? Alkole mi bağımlı, psikolojik sorunları mı var, yoksa gerçekten erkeklik değerleriyle eğitilmiş, erkeklik değerleriyle beslenmiş, normal bir erkek mi; bunun cevabını da biz sizlerden bekliyoruz çünkü biz, bunun tanımını yapamadık maalesef.
AKP'li vekiller, kadınları koruyan düzenlemeleri de kadınların fırsatçılığı olarak yorumlayabiliyorlar. Bir AKP'li vekil, benim bizzat üyesi olduğum ismi "boşanmaların sebeplerinin araştırılması" olan ama boşanmaların sebeplerini değil, her koşulda, boşanmaların önlenmesi için çalışan Komisyonda bazı kadınların gayriahlaki yaşantısını devam ettirmek amacıyla kocasını uzak tutmak için şiddet gördüğü şeklinde yanıltıcı beyanlarda bulunduğunu bile iddia etti.
Başka bir vekil, şiddet davalarında kadınların beyanının esas alınmasını doğru bulmadığını ifade etmiştir.
Her koşulda, ilk sorgulayan, ilk sorgulanan genelde kadınlar oluyor. Maalesef, bu, şiddetin önlenmesi, kadınların sorunlarının araştırılması için kurulan araştırma komisyonlarında da benzer uygulamaları, benzer zihniyeti biz görüyoruz.
Şimdi de İstanbul Sözleşmesi'nde yasaklanan ara buluculuk gündeme getirilmeye çalışılıyor. Toplumsal alanda, erkeklerle eşit olma olanaklarına sahip olmayan kadınlar için ara buluculuk, kadının hayatını erkeklerin insafına teslim etmektir. Erkek ve onun karşısında dezavantajlı olan kadın arasında güç eşitsizliğini görmeden bu ara buluculuk kurumunu kurumsallaştırmak, aslında kadınları tekrar şiddet döngüsüne geri döndürmek anlamına gelir. Dolayısıyla, bu ara buluculuk kurumunu kurumsallaştırmak yerine bireyleri güçlendirin. Bireyler eğer evlenecekse, boşanacaksa bunun kararını bireyler versin; kurumlar, ara bulucu kurumlar değil.
Dolayısıyla, bu ara bulucu kurumlardan geri eve dönen birçok kadın katledildi, kadın cinayetlerine kurban gitti. Çocuklar, bu döngünün içerisinde şiddet görüyor ve şiddete tanıklık ediyor.
Şiddetle mücadelede, erkeğin şiddet uygulamasının hedef alması gerektiği gibi, kadınların şiddetle mücadele yöntemi olarak kendi kendine suçlanmasının, cezalandırılmasının önüne geçecek önlemler de alınmalıdır. Buna karşın, Hükûmet kadınların tek değerini aile üzerinden tanımlayarak kendileri için bir şey istemelerini bile sorun hâline getiriyor. Unutulmamalı ki şiddete maruz kalma süreci, kadınlar açısından bakıldığında bir değersizleştirme sürecidir. "Kadın" kelimesiyle bile barışmayan bir yaklaşım kadınlara bir kadın olarak sahip oldukları değeri nasıl teslim edebilir? Mecliste kadına şiddet uygulamak isteyen bu zihniyetin uzantılarının, hak arayan, alanlara çıkan, mücadele eden örgütlü kadınlara neler yaptığını da sizler varın düşünün.
Kadınların ekonomik, siyasal, kişisel özgürlüğü için farklı alanlarda mücadele eden kadınlar ve kurumlar Hükûmetin hedefi hâline geliyor. Kadınların bilincinin açığa çıkmasından, politika yapmasından ve karşılarında bir güç olarak yer almasından duyulan korkuyla baskılar karşısında geri adım atmayan kadınlar saldırılara maruz kalıyor.
Kâr ve sermayeye dayalı bir ekonomi içinde, emeği görünmez kılınmış, ücretsiz işçi konumunda tutulmuş, mülksüzleştirilmiş ve kimliksizleştirilmeye çalışılan kadınların örgütlü sesi olan Kongreya Jinen Azad, tam da bu gücü nedeniyle son dönemde doğrudan ve apaçık şekilde baskı altına alınıyor. 1990'lardan bu yana örgütlü olan ve 2013'ten itibaren "Demokratik, Özgür Kadın Hareketi" ve sonrasında "Kongreya Jinen Azad" olarak örgütlenen Kürt kadınları devletin her türlü şiddetiyle bugün yüz yüze. Kadınların ekonomik olarak güçlenmesi, şiddetin önlenmesi, kadınların karar verme mekanizmalarına eşit katılımı için çalışma yürüten KJA aktivistleri gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, KJA'nın dergilerine el konuluyor. Tutuklanan aktivistlerin iddianameleri trajikomik gerekçelerle dolu: 8 Marta katılmak, Sığınaklar Kurultayı'na katılmak; kadınların politik yaşama, siyasi yaşama, sosyal yaşama, ekonomik yaşama katılımı için düzenlenen konferanslar, çalıştaylar ve atölyeler suç gibi gösteriliyor; bundan kaynaklı da kadın aktivistler tutuklanıyor. KJA'nın geçen ay derneğine baskın düzenlendi, birçok KJA aktivisti -onlarcası hatta- şu an tutuklu, birçoğu soruşturmalarla yüz yüze. Bu anlamdaki çalışmalarına yönelik bu saldırıların nedenlerini açıkçası biz çok iyi biliyoruz. Eğer bu örgütlü kadın gücü olmamış olsaydı yerel yönetimlerde eş başkanlık, meclislerde eşit temsiliyet olmayacaktı. KJA'nın "Kadın özgürleşirse toplum özgürleşir." şiarıyla çalışmalarını yürütmesi aslında tam da kadın öncülüğünde özgürleştirilmek istenen topluma karşı duyulan korku ve kaygıdan ileri gelmektedir. Çünkü kadın özgürlüğüyle, kadın öncülüğünde özgürleşecek olan toplum açıkçası bu karanlık zihniyetin korkulu rüyasıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DİRAYET TAŞDEMİR (Devamla) - Abluka altına alınan kentlerde kadınların hedef alınması da bu nedenle tesadüfi değildir. Abluka altına alınan kentlerde, özellikle Cizre'de, Nusaybin'de, Silopi'de 99'a yakın kadın katledildi, kadınların bedenleri teşhir edildi. Kadınların bedenlerinin teşhir edilmesi IŞİD zihniyetiyle bir paralellik gösteriyor, sizler de biliyorsunuz ki IŞİD Musul'da kadınları köle pazarlarında satarak teşhir etti.
İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Sayın Başkan, süresi bitmiştir, konuşmasını tamamlasın.
DİRAYET TAŞDEMİR (Devamla) - Nusaybin'de, Cizre'de, Silopi'de ve Yüksekova'da da sizler kadın bedenini teşhir ederek açıkçası IŞİD'le nasıl ideolojik, felsefik bir benzerlik içinde olduğunuzu da kanıtladınız. (HDP sıralarından alkışlar)