| Konu: | Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Üçüncü Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 81 |
| Tarih: | 26.04.2016 |
HDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 296 sıra sayılı Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Üçüncü Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı'nın 3'üncü maddesi üzerinde Halkların Demokratik Partisi adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bildiğiniz gibi Türkiye, 2010 tarihli Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Üçüncü Protokol'e taraf değildir. Protokol, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle başlattığı vize serbestisi görüşmeleri çerçevesinde hayata geçirilmesi beklenen uluslararası yükümlülüklerden biri olduğu için Hükûmetçe gündemimize getirilmiştir.
Değerli milletvekilleri, AB müktesebatına uyum çalışmaları adına da olsa uluslararası sözleşmelerin onaylanmasını olumlu olarak değerlendiriyoruz. Ancak, evrensel standartlara ilişkin sözleşmelerin imzalanıyor olması yeterli değildir, önemli olan, evrensel standartların uygulanıp uygulanmadığıdır. Yani adli konularda uluslararası iş birliği sözleşmeleri imzalamak Türkiye'de cezaevlerinin, tutuklu ve hükümlülerin sorunlarını gidermeye yetmemektedir. Çünkü özellikle, adalet alanında insan hakları temelli yasaların uygulanmasının önünde ciddi, keyfî bürokratik engeller bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri, bakınız, geçtiğimiz günlerde Özgürlükçü Hukukçular Derneği ile Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı üyesi avukatlardan oluşan cezaevi izleme komisyonu tarafından 1 Ocak-27 Mart 2016 tarihleri arasında Marmara Bölgesi'nde bulunan cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri rapor hâline getirildi. Bolu, Düzce, Edirne, Gebze, Kocaeli, İstanbul, Tekirdağ cezaevlerinde yapılan incelemeler ve yine, bire bir görüşmelerden sonra hazırlanan rapor, tutuklular üzerindeki keyfî hak ihlallerinin sistematik hâle geldiğini gözler önüne koyuyor. Rapora göre, cezaevinde yaşanan hak ihlallerine ilişkin ilgili kurumlara başvuru yapan tutuklulara disiplin cezası veriliyor, cezaevi idaresine yaptıkları başvurular kapsamında verdikleri dilekçeler işleme geç konuluyor, haftalık telefon görüşmelerinde askerî tekmil uygulaması dayatılıyor, uymayanların telefon görüşmeleri kesiliyor. Bazı cezaevlerinde özellikle havalandırma ve yatma yerlerine yirmi dört saat izleme yapan kameralar takılıyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; haziran ayından bu yana sıklaşan ani ve keyfî aramalar sonucunda mahkûmların cezaevinin "Görüldü" damgası bulunan yazışmalarına ve kitaplarına el konulduğu, açılmış olan kursların çeşitli bahanelerle kapatıldığı, ortak alana çıkarılmadıkları ve aylarca revire götürülmedikleri de raporda yer alan bilgiler arasındadır. Raporda mahkûmların ailelerinin de birçok hak ihlaliyle karşılaştığına da ayrıca dikkat çekilmektedir. Buna göre, yakınlarını ziyarete giden ailelere üst araması sırasında elle arama dışında çıplak arama yapılmak isteniyor. Bebekler çırılçıplak soyularak aranıyor. Ailelere sözlü ve fiziki taciz uygulanarak görüşmeye girmeleri engellenmek isteniyor.
Değerli milletvekilleri, özellikle eş görüşmeleri için gelenlere rencide edici arama yapılıyor. Raporda özellikle siyasi tutukluların, sevk talepleri olmadığı hâlde, ailelerinin yaşadıkları şehirlerden yüzlerce kilometre uzaktaki şehirlere sevk edilerek tecrit yaşadıkları ayrıca belirtilmektedir. Ailelerinden yüzlerce kilometre uzaklıkta cezaevlerinde tutulan tutuklu ve hükümlülerden ağır hasta durumda olanların durumlarına ilişkin ise bilgi almak mümkün olmuyor. Bildiğiniz gibi, Adalet Bakanlığının, Halkların Demokratik Partisi milletvekillerine yönelik koyduğu cezaevi ziyaret yasağı keyfî bir biçimde, yönetmeliği aykırı olarak devam etmektedir.
Değerli milletvekilleri, şimdi, cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülere yaşatılan ağır hak ihlalleri sürdürülürken imzalanan uluslararası adli sözleşmelerin anlamlı bir karşılığının olacağına inanmıyoruz. Hâlihazırda, mevcut olan tutuklu ve hükümlülerin cezaevi haklarını düzenleyen yasalar bile uygulanmıyorken uluslararası standartların kâğıt üzerinde onaylanması AKP Hükûmetinin yüzeysel yaklaştığının göstergesidir.
Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliği ülkeleriyle vize serbestisi üzerine görüşmeler yaptığımız bir dönemde basın özgürlüğünü değerlendirdiğimizde, basın özgürlüğü ayaklar altındadır. Bakınız, geçtiğimiz günlerde Sınır Tanımayan Gazeteciler, 2016 Dünya Basın Özgürlüğü Raporu'nu Washington'da açıkladı. 180 ülkenin değerlendirildiği özgürlük karnesinde Türkiye geçen yıla göre iki sıra daha gerileyerek 151'inci sırada yer aldı. Başka bir ifadeyle, Türkiye, gazetecilik yapmanın zor olduğu ülkeler arasında yer aldı. Raporda, basın özgürlüğü konusunda ilk sırada Finlandiya yer alıyor. Onu, Hollanda, Norveç, Danimarka ve Yeni Zelanda takip etmektedir. Listenin son sıralarında ise Suriye, Türkmenistan ve Kuzey Kore bulunuyor. Basın özgürlüğündeki bu sıralamayla Türkiye vize serbestisinden faydalanabilir mi? Çok inandırıcı gelmiyor açıkçası.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliği ülkelerini turist olarak gezebilmek için çeşitli yüzeysel atraksiyonlar yapmak yerine gerçekçi ve ayakları yere basan düzenlemelere ihtiyaç bulunmaktadır. Özgür basın için çok sesliliğe tahammül kültürünü geliştirecek düzenlemelere ihtiyaç vardır. Çok sesliliğe tahammül edilebilecek bir zihniyete ihtiyaç vardır. Özgür bir basın için şeffaf yönetimlere ihtiyaç vardır. Şeffaflığın asli bir ilke olduğunu kavrayıp uygulayabilecek bir zihniyete açıkça ihtiyaç vardır. Özgür bir basın için gazetecilerin haber yaparken kolluk güçlerinden şiddet görmeyecekleri bir ortama ihtiyaç vardır. Gazeteciye şiddet uygulayan bir zihniyet demokrasiyi güçlendiremez.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliğiyle müzakerelerin bir ayağı olarak vize serbestisinin tartışıldığı şu günlerde, özellikle inanç özgürlüğüne ilişkin birçok sorunun yaşanmaya devam ettiği Türkiye'de inanç özgürlüğünün temel kavramlarından birisi olan laikliğe dair birkaç noktayı da vurgulamakta fayda görüyorum. Laiklik kavramı her ne kadar Anayasa'da yer alsa da bilmekteyiz ki bugüne kadar Türkiye'de özgürlükçü manasıyla uygulanmamıştır. Uygulanmadığı için de farklı din ve inançlara mensup yurttaşlarımız sürekli bir biçimde ötekileştirici uygulamalara maruz kalmıştır. Laiklik, ancak ve ancak inanç özgürlüğünü sağlayabildiğinde layıkıyla uygulanıyor diyebiliriz.
Anayasa'da yer alan "laiklik" kavramının içi doldurulmalıdır. Bu bağlamda, özgürlükçü laikliğe ihtiyaç vardır.
Değerli milletvekilleri, düşünce, vicdan, din ve inanç özgürlüğü, uluslararası insan hakları hukukun koruduğu temel özgürlüklerden biridir. Uluslararası ve bölgesel birçok bağlayıcı sözleşme ve bağlayıcı olmayan birçok siyasal belge bu hakkı güvence altına almaktadır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 18'inci maddesi, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin 18'inci maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 9'uncu maddesi herkesin düşünce, din ve inanç özgürlüğü hakkını güvence altına almaktadır. Söz konusu uluslararası belgelerdeki bilgilere göre herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din ve inanç değiştirme özgürlüğüyle tek başına veya topluca, açıkça veya özel olarak ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini ve inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.
Bu bağlamda, Anayasa'da yazılı olan laiklik kavramını uygulama alanlarında evrensel standartlara taşıma gibi bir yükümlülüğümüz olduğu aşikârdır.
Bu sözleşmelerden bahsetmemizin nedeni, bugün Türkiye'nin altına imza koymuş olduğu uluslararası sözleşmeler ve çekince koyduğu sözleşmeleri değerlendirdiğimizde, eğer bu çekinceler konmamış olsaydı belki bugün, başta Kürt sorunumuzu olmak üzere, birçok sorunumuzu çözümlemiş olabilirdik. Örneğin ana dille ilgili uluslararası sözleşmelerde çekincelerimiz vardır, ebeveynlerin çocuklarına eğitim noktasındaki sözleşmelere, eğitim hakkı tanıyan sözleşmelere çekince koymuş bulunmaktayız.
Yine, Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni imzalamış olmasına karşın, 9'uncu maddesinde evrensel anlamda din ve vicdan özgürlüğü tanınmış olmasına karşın, bugün hâlâ Türkiye'de insanlar zorunlu din derslerine sokulmaktadır ve henüz, başta Aleviler olmak üzere, Türkiye'de birçok kesimin inanç özgürlükleri evrensel anlamda tanınmış değildir. O açıdan, bu sözleşmelerden her gün bahsediyoruz. İnanıyorum ki bu anlamda etkili olabildiğimizi değerlendiriyoruz.
Bu duygularla, hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)