GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Üçüncü Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:81
Tarih:26.04.2016

HDP GRUBU ADINA MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, tabii, bu bir haftadır, muhtemelen önümüzdeki günlerde de yoğunca bu Meclisin gündemine gelecek olan Avrupa uyum süreci veya vize serbestisi uğruna yoğun sözleşmelerin kabulüyle ilgili bir süreci yaşayacağız. Hiç şüphesiz, özellikle Şansölye Merkel'in vaadine dayanarak hem yoğun olarak Avrupa'ya sığınmak durumunda olan Suriyeli göçmenlerin ve genel olarak Asyalı göçmenlerin Türkiye'de... Türkiye'nin, bir bakıma, Avrupa için açık bir kamp hâline getirilmesi, mülteci kampı hâline getirilmesi, diğer yandan vize serbestisinin Türk vatandaşları için sağlanacağına ilişkin vaat üzerine yoğunca bu sözleşmeleri ve kanun tasarılarını görüşmüş bulunuyoruz. Dileriz, umarız, 6 milyar euronun dışında, gerçekten vize serbestisi Türkiye vatandaşları açısından sağlanır ve bu vaat yerine gelir.

Şimdi, tabii, şu anda görüştüğümüz sözleşme, ek protokol, esasen ceza yargılamasını ilgilendirdiğine ve suçluların iadesine ilişkin olduğuna göre, bu sözleşmenin içerdiği hükümlerin iş hukukumuz açısından da ciddi bir önemi var. Zira, bu sözleşme gereği ya ülkemizden yurt dışına suçlu iadesi yapacağız veya yurt dışından ülkemize iade edilmesi gereken suçluların iadesini talep edeceğiz. Ama, tabii, ceza yargılamasıyla ilişkilenen bireyin ceza hukukuyla teması anından itibaren varsa bir suçu ve ceza almışsa cezanın infazına kadar geçen süre yani yargılama süresi ve hüküm aldıktan sonraki infaz süresi, bir bütün olarak, aslında adil bir yargılanmayı gerektiren bir süreç. Yani, bireyin belli bir suçtan dolayı cezalandırılması, onun cezasını meri hukuk açısından infaz etmesi, onun hürriyetinin geçici bir süre için engellenmesidir ama onun yaşam hakkının, temel insan haklarından kaynaklanan haklarının yok sayılacağı anlamına gelmez. Dolayısıyla, bireyin temel haklarını korumak adına da öncelikle adil bir yargılanma sonucu eğer hüküm giymişse, ceza almışsa bu cezanın infazının da adil bir Ceza İnfaz Yasası'yla çektirilmesi gerekiyor. Maalesef, ülkemizde Ceza Kanunu'muz ve Ceza İnfaz Kanunu'muz, hatta daha da vahimi ceza infaz yönetmelikleri çağdaş, özgürlükçü bir ceza hukuku anlayışına uygun değil. Bizim mevcut Ceza İnfaz Yasamız daha çok düşman ceza hukuku anlayışı üzerine kuruludur. Böyle olunca da bunun sonucu hükümlüler ve suçsuz oldukları ya da suçlu oldukları henüz ispatlanmamış, suçsuzluk karinesinden faydalanan tutuklulara bile âdeta düşman ceza hukuku yaklaşımıyla peşin ve ön yargıya dayalı bir yaklaşım söz konusu.

Biz hem hükümlülerin hem tutukluların aslında yasalardan, mevcut olan -evrensel hukuk kurallarına uygun olmasa bile- meri hukukumuz açısından ama genel olarak evrensel hukuk açısından haklarını koruyamıyoruz. Temel insan haklarına dayanan ve oradan kaynaklanan birçok hakkını aslında uygulamada ihlal ediyoruz. Bakın, bunu nasıl ihlal ediyoruz? En basit örneği, eğer bir cezaevinde, cezaevi kapasitesinin üstünde bir kapasitede hükümlü ya da tutuklu bulunduruluyorsa bu otomatikman o hükümlünün ya da tutuklunun insan hakları anlamında bir hak ihlaline uğradığını söylemek mümkündür. Mesela, 13 Ocak 2016 tarihi itibarıyla Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün Meclis İnsan Hakları Komisyonuna verdiği bilgiler çerçevesinde meseleye baktığımızda -13 Ocak tarihi itibarıyla- Türkiye'deki toplam cezaevi kapasitesi 180 bin ama tutuklu ve hükümlülerin toplamı 179.611. Yani, Türkiye genelinde 565 kişilik bir boş kapasite olduğunu bizatihi Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü söylüyor ki bunu ocak ayı itibarıyla söylüyor. Yine, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürünün verdiği bilgiye göre 290 kapalı, 59 açık cezaevi, 3 çocuk kapalı cezaevi, 2 çocuk eğitim evi, 4 kadın açık cezaevi ve 5 kadın kapalı cezaevi kurumunun bulunduğu ama önümüzdeki dört yıl içerisinde 165 cezaevinin daha inşa edileceği söyleniyor. Bu, şunu gösteriyor: Önümüzdeki dört yıl içerisinde 165 cezaevinin inşası demek, 100 bin yurttaşın daha tutuklanacağı veya hüküm giyeceği anlamına geliyor.

Değerli arkadaşlar, yapılan tüm araştırmalarda aslında Türkiye'de suç niteliğinde, suç çeşitliliğinde bir artış yok. Peki, artan tutuklu ve hükümlü sayısının sebebi ne? Suçta bir artış olmadığına göre tutuklu ve hükümlü sayısında neden artış oluyor? Sebep şu: Mevcut sistem, özellikle AKP iktidarının, düşünce ve ifade özgürlüğü, sendikal haklar, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu gibi, siyasal içerikli basın açıklamaları gibi toplumu kriminalize eden, âdeta suç yaratan ve dolayısıyla bunların da pek çoğu mevcut Ceza Yasa'mız açısından aslında tutuklamayı gerektirmeyen -mesela hakaret suçu gibi- Ceza Kanunu'nun 100'üncü maddesindeki tutuklamayı gerektiren suçlardan olmadığı hâlde tutuklamayı gerektiriyor gibi gösterip tutuklamalar gerçekleştirilmesi bu potansiyeli, bu sayıyı büyük oranda artırmakta. Tabii, sadece bu da değil, mesela yine bu verilere göre 56 bin, adli denetimli serbestlik yöntemiyle, takip altında bulunan insanımız var.

Şimdi, Londra merkezli Kriminal Politikalar Araştırma Enstitüsü, ICPR'nin bir değerlendirmesi var. Dünya genelinde Türkiye, tutuklu ve hükümlü sayısı itibarıyla 9'uncu ülke durumunda. Nüfus oranları bakımından baktığımızda bu çok ürkütücü bir rakam, Avrupa ölçeğinde ise Türkiye, Rusya'dan sonra 2'nci sırada bulunuyor. Bu, şunu gösteriyor: Bizim öncelikle hem Ceza Kanunu, hem Ceza İnfaz Kanunu ve ilgili yönetmeliklerde ciddi bir değişikliğe gitmemiz hem de bu sözleşmeleri kabul ederken aslında kendi iç hukukumuzdaki bu aksaklıkları, bu çağdaş ve özgürlükçü ceza hukukuna, ceza anlayışına aykırı uygulamaları ve düzenlemeleri de aynı şekilde bu uluslararası sözleşmelere uygun hâle getirmemiz gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, gene bir veri daha vereyim: Mesela 2006 yılında tutuklu ve hükümlü sayısı 70 bin 277 kişidir. Sadece on yıl sonra yani 2016 Şubat ayı itibarıyla tutuklu ve hükümlü sayısı 70 binden 180 bin rakamına ulaşmış durumdadır. Bu da bizim, az önce ifade ettiğim gibi, ceza hukuku anlayışımızı düşman ceza hukuku anlayışından kurtarmamız, özgürlükçü, demokratik ve çağdaş bir ceza hukuku anlayışına çevirmemizi gerektiriyor. Bunun öncelikli yolu da hiç şüphesiz yargı bağımsızlığını ve yargının tarafsızlığını oluşturabilmemizdir. Bağımlı yargı ve taraflı bir yargı devam ettiği sürece bu rakamların daha vahim sonuçlara ulaşacağını belirtmek isterim.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)