| Konu: | Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 80 |
| Tarih: | 25.04.2016 |
HDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 294 sıra sayılı Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde Halkların Demokratik Partisi adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, 1957 tarihli Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesi'ne taraf durumdadır. Sözleşmeye taraf olan devletler ile Türkiye arasındaki suçlu iadesi işlemleri hâlihazırda bu sözleşme hükümlerine göre yerine getirilmektedir. Bununla birlikte, Türkiye, sözleşmenin 1975 tarihli ek protokolüne ise bugüne kadar taraf olmamıştı. Söz konusu, Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesi'ne Ek Protokol geçtiğimiz mart ayında Türkiye tarafından da imzalanmıştır.
Değerli milletvekilleri, üzerinde görüştüğümüz bu ek protokol, bireylerin ve insanlığın korunmasının güçlendirilmesi amacıyla hazırlanmış olup soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçların siyasi suç kapsamında görülemeyeceğini kayda geçirmektedir. Tabii, Hükûmet, bu protokolü demokratik bir gereklilikten değil, Avrupa Birliğiyle başlatılan vize serbestisi diyaloğu çerçevesinde, yüzeysel ve sembolik bir yaklaşımla ve alelacele Meclis gündemine taşımıştır.
Tasarının gerekçe bölümünde, "Uluslararası hukuk uyarınca, bir uluslararası anlaşmaya ilişkin çekince ve beyanların, anlaşmanın imzalanması ya da onay veya katılım belgesinin tevdii sırasında yapılması mümkündür. Bu bağlamda, söz konusu Ek Protokol'e ilişkin çekince ve beyanlarımız onay aşamasında bildirilecektir." denilmiştir.
Değerli milletvekilleri, bu noktada, Türkiye'nin uluslararası sözleşmeleri onaylarken yaygın bir biçimde uyguladığı, uygulayageldiği sözleşmelere çekince koyma tutumuna ilişkin birkaç konuya değinmeyi lüzumlu buluyorum. Tabii, Türkiye'nin uluslararası sözleşmelere koyduğu çekinceler âdeta bir çekince rejimi hâlini almıştır. Bildiğimiz gibi, çekinceler rejimine ilişkin, uluslararası alanda ortaya konan ve günümüzde örf ve âdet hukuku niteliği kazanmış hukuk metni, 1969 tarihli Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi'dir. Çekincelere ilişkin düzenleme ise Viyana Sözleşmesi'nin 19 ve 23'üncü maddelerinde yer almaktadır. Bu maddelerde, sırasıyla, çekincelerin ileri sürülmesi, çekincelerin kabulü ve çekincelere itiraz, çekincelerin ve çekincelere yapılan itirazların hukuki etkisi, çekincelerin ve çekincelere yapılan itirazların geri alınması ve çekincelerle ilgili usul başlıkları altında konuyla ilgili düzenlemeler öngörülmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, insan hakları hukuku ve insancıl hukuk alanında, gerek evrensel gerekse bölgesel kapsamlı sözleşme ve protokollerin birçoğuna taraf durumdadır. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin ikiz sözleşmeler, ırk ayrımcılığı karşıtı ve azınlık haklarını koruyucu sözleşmeler, kadın hakları sözleşmeleri, kölelik ve kölelik benzeri uygulamalara ilişkin sözleşmeler, işkence, onur kırıcı muamele ve kaybolmalara ilişkin sözleşmeler, çocuk hakları sözleşmeleri, örgütlenme özgürlüğüne ilişkin sözleşmeler, çalışma ve zorla çalıştırılmaya ilişkin sözleşmeler, eğitim hakkıyla ilgili sözleşmeler, mültecilere ve ilticaya ilişkin sözleşmeler, silahlı çatışma hukukuna ilişkin sözleşmeler bunlardan bazılarıdır.
Değerli milletvekilleri, uluslararası sözleşmelerin konu ve amacına aykırı biçimlerde konulan çekince ve beyanlar, 1969 Viyana Konvansiyonu ve Uluslararası Hukuk Komisyonu ilkeleri beraber değerlendirildiğinde hükümsüz addedilmektedir.
Bu hatırlatmadan sonra, çeşitli sözleşme organlarının, Türkiye'nin çekinceleri ve beyanları bakımından yaptığı değerlendirmelerden örnekler vererek konuşmamı sürdürmek istiyorum. Örneğin, Irksal Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi, 2009 yılında yayınladığı Sonuç Gözlemleri metninde, Türkiye'nin çekince ve beyanlarının tüm sözleşmenin uygulanmasına halel getirebileceği uyarısını yapmış, çekincenin yanı sıra sözleşme uygulamasına getirilen coğrafi kısıtlamanın da kaldırılması gerektiğini belirtmiş ve bir yıl içinde, Türkiye'den, bu konuda kendisini bilgilendirmesini talep etmiştir. Ancak Türkiye bu konuda makul bir düzenleme gerçekleştirmemiştir.
Yine, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin denetim organı olan İnsan Hakları Komitesi, 2011 yılında yayınladığı Sonuç Gözlemleri metninde, Türkiye'nin Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'ne koyduğu çekincelerin, Kürtler ve Romanlar gibi çeşitli azınlık grupların ayrımcılığa maruz kalmasına ve haklarının kısıtlanmasına yol açtığını, bu nedenle kendi kültürlerini gerçekleştirmelerinin ve dillerini kullanmalarının olumsuz etkilendiğini belirtmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; komite, ayrıca, her taraf devletin etnik, dinsel veya dilsel tüm azınlık gruplarının ayrımcılığa karşı etkin biçimde korunmasını ve haklarından yararlanmasını sağlama yükümlülüğü altında olduğunu belirtmiş, bunun yerine getirilebilmesi için Türkiye'nin 27'nci maddeye koyduğu çekinceyi kaldırması yönünde görüş bildirmiştir. Komitenin Türkiye'yi uyardığı ve çekinceyi kaldırmasını telkin ettiği 27'nci madde ne diyor bakalım: "Madde 27- Etnik, dinsel ya da dil azınlıklarının bulunduğu devletlerde, bu azınlıklara mensup olan kişiler, kendi gruplarının diğer üyeleri ile birlikte, kendi kültürlerinden yararlanma, kendi dinlerine inanma ve bu dine göre ibadet etme ya da kendi dillerini kullanma hakkından yoksun bırakılmayacaklardır."
Değerli milletvekilleri, gördüğümüz gibi, Türkiye hükûmetleri, Türkiye coğrafyasında yaşayan farklı kültür, farklı dil ve inançlara mensup yurttaşlarının bu temel haklarını sözleşmeye çekince koymak suretiyle açıkça engellemektedir. İnsan Hakları Komitesinin 2.929'uncu toplantısının özet kayıt metninde de Türkiye'nin Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'ne koyduğu beyan ve çekincelerin sözleşmenin konu ve amacına uygun olmadığı açıkça belirtilmektedir. Toplantı metninde, Türkiye delegasyonunun çekincenin kaldırılabileceğine ilişkin beyanlarından duyulan memnuniyet dile getirilmiştir ancak 2009'dan bugüne beyanların aksine Türkiye'de bu çekinceyi kaldırmak yönünde hiçbir düzenlemeye gidilmediğini hepimiz görüyoruz.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin uluslararası sözleşmelere koyduğu çekincelere bir diğer örnek Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi'dir. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi, 2011 yılında yayınladığı Türkiye'ye ilişkin Sonuç Gözlemlerinde, Türkiye'den sözleşmenin 13'üncü maddesine koyduğu çekinceyi kaldırmasını, söz konusu maddeyi komitenin içtihadı ışığında yorumlamasını ve uygulamasını önermiştir. Türkiye'nin çekince koyduğu maddeyi okuyalım: "Madde 13- Bu sözleşmeye taraf devletler ebeveynlerin kendi çocukları için kamu makamları tarafından kurulmuş okulların dışında devlet tarafından konulmuş ya da onaylanmış asgari eğitim standartlarına uygun diğer okulları tercih etme ve çocuklarına kendi inançlarına uygun, dinî ve ahlaki eğitim sağlama özgürlüğüne saygı göstermeyi taahhüt ederler."
Değerli milletvekilleri, gördüğümüz gibi, Türkiye, ebeveynlerin kendi çocuklarına, kendi inançlarına uygun dinî ve ahlaki eğitim sağlama haklarını açıkça engellemektedir. Bu çekinceyi yorumlarsak eğer, devlet sadece kendi yaptığı din ve ahlak tanımı üzerinden çocukların eğitimini tekelleştirmekte ve farklı inançlara mensup ailelerin, çocuklarına kendi inançlarını eğitim yoluyla aktarmalarını engellemektedir.
Tabii, bunun Türkiye'de nüfus bakımından en büyük niceliğe sahip mağdurları Alevi yurttaşlarımızdır. Alevi yurttaşlarımızın ibadethanelerinin yasal bir statüsü dahi henüz mevcut değildir. Alevi yurttaşlarımızın kutsal günlerinde ve bayramlarında gerek okul ve gerekse iş hayatında tatil yapmaları mümkün değildir. Devlet, Aleviliği kendi din anlayışına göre, Alevilere danışmadan tanımlamakta ve Alevileri bu kalıba sokmaya çalışmaktadır. Elbette devletin bu tutumu Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi'ne aykırıdır. Dolayısıyla, bu sözleşmeye konulan çekince kaldırıldığında, ülkemizde yaşayan ve farklı inançlara mensup yurttaşlarımız daha özgür zeminde kendilerini ifade edebileceklerdir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine, Çocuk Hakları Komitesi, Türkiye'ye ilişkin Sonuç Gözlemlerinde, Türkiye'nin, Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 17, 29 ve 30'uncu maddelerine koyduğu çekinceleri geri çekmesini önermektedir. Komitenin görüşüne göre ancak bu yolla, farklı gruplara mensup çocukların, özellikle Kürt çocuklarının belli eğitsel olanaklardan faydalanabilmesi sağlanabilecektir. Ayrıca, Çocuk Hakları Komitesinin 1.705'inci toplantısının özet kayıt metninde, çekincelerin kaldırılmasının azınlık gruplara mensup çocukların, özellikle Roman ve Kürt çocukların ayrımcılığa uğramasının engellenmesi bakımından önemi vurgulanmıştır.
Değerli milletvekilleri, bakınız, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin Türkiye'nin çekince koyduğu 30'uncu maddesi ne diyor: "Madde 30- Etnik, dinsel ya da dilsel azınlıkların ya da yerli halk kökenli kişilerin var olduğu devletlerde böyle bir azınlığa mensup ya da yerli halktan olan bir çocuğun kendi grubunun diğer üyeleriyle birlikte topluluk içinde kendi kültüründen yararlanması, kendi dininde ibadet etmesi ve dinin gereklerini yerine getirmesi ya da kendi dilini kullanması hakkından yoksun bırakılamaz."
Şimdi sormak gerekiyor: Türkiye bu maddeye neden çekince koymuştur? Çekince koyarak ve çekinceyi kaldırmayarak neyi hedeflemektedir? Hükûmetin çıkıp bunu açıklaması gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin çekince karnesinde eksi puan aldığı bir diğer uluslararası sözleşme Kültürel İfadelerin Çeşitliliğinin Korunması ve Geliştirilmesi Sözleşmesi'dir. Bu sözleşme UNESCO Genel Konferansı'nda Ekim 2005'te kabul edilmiş ve Mart 2007'de yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, Türkiye tarafından imzalanmış olmasına karşın henüz onaylanmamıştır. Türkiye bu sözleşmeyi de 7'nci maddesine çekince koyarak imzalamıştır. Sözleşmenin 7'nci maddesi şöyle diyor:
"Kültürel İfadelerin Geliştirilmesi Önlemleri
1. Taraflar kendi ülkelerindeki bireyleri ve grupları,
(a) Kadınların ve ayrıca azınlıklara ve yerli halklara mensup kişiler dâhil, çeşitli sosyal grupların özel şartlarına ve ihtiyaçlarına gereken önemi vererek kendi kültürel ifadelerini yaratma, üretme, yayma, dağıtma ve bunlara erişme;
(b) Gerek kendi ülkeleri içinden gerekse dünyanın başka ülkelerinden gelen çeşitli kültürel ifadelere erişme hususlarında teşvik eden bir iklim oluşturma gayreti göstereceklerdir."
Evet, ne yazık ki, Türkiye bu maddeye de çekince koymuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gördüğümüz gibi, uluslararası sözleşmelerde farklı dillere, inançlara, kültürlere tanınan asgari hakların neredeyse tamamına çekince koymak Türkiye'nin geleneksel bir politikası olagelmiştir. Türkiye'nin insan haklarına aykırı olan bu hattan bir an önce çıkması gerekmektedir.
Aslında hepimizin gördüğü gibi, ülkemizde yurttaşlarımızın yaşadığı ve kangren hâlini almış birçok mesele, uluslararası sözleşmelerde zaten yerini bulmuş olan bazı ilkelere onay vermememizden geçmektedir.
Gelişmiş demokrasilerin onayladığı çağdaş ilkelere Türkiye neden onay vermemektedir? Bunun makul bir izahı yoktur. Türkiye bu demokrasi ayıbından ne zaman kurtulacaktır? Türkiye kendi yurttaşlarının ana dilinde eğitimini daha ne kadar engelleyebilecektir? Türkiye farklı inançlara mensup yurttaşlarının sorunlarını daha ne kadar erteleyebilecektir? Çağımıza yakışmakta mıdır bu? Türkiye kendi yurttaşlarının yaşadığı farklı kültürlerin gelişimini engellemekten ne zaman vazgeçecektir? Bu soruları cevaplamanız gerekmektedir. Bu bağlamda, temel insan hakları belgelerine konulan çekincelerin bir an önce kaldırılması gerekir. Bu, demokrasinin gereğidir; bu, evrensel hukukun gereğidir; bu, eşit yurttaşlığın gereğidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, bu bağlamda, üzerinde görüştüğümüz Suçluların İadesine İlişkin Avrupa Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı'nda da Türkiye'nin sözleşmeye koyduğu çekinceleri görmekteyiz. Tasarı metninde "Türkiye Cumhuriyeti, ek protokolün 6'ncı maddesinin birinci paragrafına göre, ek protokolün I'inci faslını kabul etmemektedir." denilmiştir. Türkiye'nin çekince koyduğu maddeye baktığımızda, bu madde, Birleşmiş Milletlerin 1948'de kabul ettiği Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme'de belirtilen insanlığa karşı suçların siyasi suç kapsamında kabul edilemeyeceğini belirtmektedir. Yine, aynı maddenin diğer bendi, 1949'da kabul edilen Cenevre Sözleşmesi'nin silahlı kuvvetlerin savaş alanında sivillerin korunmasını düzenleyen maddelerinin kapsamına giren ihlallerin siyasi suç kabul edilemeyeceğini belirtmektedir. Türkiye ise koyduğu çekinceyle bu suçların siyasi olmadığını kabul etmediğini beyan etmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının gerekçe bölümüne baktığımızda aynen şu ifade bulunmaktadır: "Ek Protokol, bireylerin ve insanlığın korunmasının güçlendirilmesi amacıyla hazırlanmış olup, soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçların siyasi suç kapsamında görülmediğini kayda geçirmektedir." Evet, Hükûmet gerekçeye aynen böyle yazmıştır. Ancak, gerekçede övgüyle anlatılan bu duruma metnin sonunda çekince konulması da AKP Hükûmeti açısından trajikomik bir durumdur. Hükûmet, bu maddelere çekince konulmasının gerekçesini Meclise ve kamuoyuna açıklamak durumundadır.
Değerli milletvekilleri, evet, protokolün 6'ncı maddesi, taraf devletlerin kabul etmek durumunda olmadıkları hususları belirtmiştir ve Türkiye de buna istinaden protokolün I'inci bölümünü kabul etmediğini belirtmiştir. Ancak, burada ciddi teknik bir sorun bulunmaktadır. Türkiye'nin kabul etmediği madde, onay metninde "Çekince" başlığı altında sunulmuştur. Oysa, dikkat çekmek isterim ki protokolün 6'ncı maddesinin (3)'üncü bendinde "Bu protokolün hükümlerine herhangi bir çekince konulamaz." denmektedir. Kanımızca, burada düzeltilmesi gereken teknik bir hata bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası alanda yüzyıllar boyu süren trajedilerden elde edilen deneyimler sonucu üzülerek ortaya çıkan temel değerleri görmezden gelemeyiz. İnsan hakları görmezden gelindiği sürece, haksızlıklar, sorunlar devam edecektir. Bu da daha fazla acı demektir, daha fazla kan demektir. Temel insan haklarını yok saymakla yok edemeyiz. Eşit yurttaşlık çağın bir gereğidir, insanlığın bir gereğidir ve biz de insanlığın gereğini yerine getirmekle yükümlüyüz diyerek sözlerimi bitiriyor; yine, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)