GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:80
Tarih:25.04.2016

CHP GRUBU ADINA ÖZTÜRK YILMAZ (Ardahan) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çocuk Nafakası ve Diğer Aile Nafaka Türlerinin Uluslararası Tahsiline İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu konusunda grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle Geri Kabul Anlaşması Avrupa Birliğinin vize serbestisi sağlamak için müzakere yapan aday ülkelere önerdiği bir şablon. Bu, özellikle son on yıl içerisinde Avrupa Birliğinin kriterlerini iyice sağlamlaştırdığı bir süreç. 72 tane kriter öngörülüyor; bu, kabul eden ülkenin ev ödevi gibi takdim ediliyor. 72 kriter yerine getirildikten sonra da süreç otomatikman tamamlanmıyor. Müsaadenizle teknik bazı bilgiler vermek istiyorum.

Şimdi, Sayın Başbakan 22 Nisanda açıklama yaptığında 72 kriterin çok büyük bir bölümünün tamamlandığını ve tek haneye düşürüldüğünü açıkladı. Ancak aynı gün TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı 55 kriterin yerine getirildiğini yani hâlâ 17 kriterin kaldığını belirtti ve yine aynı gün özellikle Avrupa Komisyonu yetkililerinden yapılan açıklamada ise Türkiye'nin sadece 19 kriteri tam olarak yerine getirdiği, 72 kriterden sadece 19 kriteri yerine getirdiği açıklandı. Dolayısıyla, bu bir görecelilik, nasıl değerlendirildiğine bağlı süreç. Yani bizim ev ödevini yerine getirmemiz gerekiyor, değerlendirmeyi ise Avrupa Birliği Komisyonu yapacak. Komisyon -önümüzde çok az bir süre kaldı- mayıs ayında ilk değerlendirme raporunu sunacak. Değerlendirme raporundan olumlu bir yeşil ışık çıkması hâlinde bu otomatik olarak Türkiye'ye vize serbestliği tanınması anlamına gelmiyor. Bu raporun, bu defa, Lizbon Anlaşması gereği geliştirilen "codecision" dedikleri ortak karar alma mekanizması çerçevesinde Avrupa Birliği Parlamentosuna gitmesi gerekiyor. Avrupa Birliği Parlamentosunda, Türkiye ile yapılan "Mülteci Anlaşması" olarak takdim edilen bu anlaşmanın çok fazla eleştirildiğini, eleştirenlerin buna uygun bakanlardan daha fazla olduğunu -sayı olarak- biliyoruz. Dolayısıyla, buradan nasıl bir sonuç çıkacağını göreceğiz. Velev ki buradan olumlu bir sonuç çıksa bile bu yine bu "codecision" yani ortak karar alma mekanizması çerçevesinde otomatik yürürlüğe girmiyor süreç. Bu defa Avrupa Konseyinin de "qualified majority" yani nitelikli çoğunlukla karar vermesi gerekiyor.

Süreç, hayli uzun. Dolayısıyla, haziran ayı içerisinde bu değerlendirmelerin yapılması, bu kararların alınması ve olumlu bir kararın çıkması kolay olmayacak gibi görünüyor. Esasen, 18 Martta Türkiye-AB açıklamasında da bu belli. Doğrudan, "Bu 72 kriter konusundaki yasalar kabul edildiğinde..." demiyor. Bunun hızlandırılmasından yani vize serbestliğine giden sürecin hızlandırılmasından bahsediliyor. Vize sürecinin, otomatik olarak vize serbestisinin sağlanacağı söylenmiyor. Çok nüanslar var bu anlaşmada. Dolayısıyla, biz ne kadar koşturursak koşturalım 4 Mayıstan itibaren Avrupa Komisyonunun vereceği rapor ve daha sonra Parlamentonun alacağı karar ve Avrupa Konseyinin akabinde vereceği karar belirleyici olacak. Eğer bütün bu süreç olumlu tamamlanırsa, olumlu sonuçlanırsa Türkiye'de vize serbestliği sağlanmış olacak.

Ancak, bu olayın teknik boyutu komisyon, komisyona kadar olan boyutu belki göreceli olarak teknik boyutu. Komisyondan sonra Parlamentoda ve Konseydeki görüşmeler siyasi bir süreçtir. Türkiye'ye vize verilmesi konusu, Türkiye'ye vize serbestisi tanınması konusu tamamen Avrupa Birliğindeki siyasi bir karar mekanizmasıdır, otomatik işlemeyecektir. Biz bir müzakere eden ülke olarak 2005 yılından beri müzakere edip Avrupa Birliğine bizden çok daha önce katılmış başka ülkelere sağlanan vize serbestliği ve Geri Kabul Anlaşması senkronizasyonunu incelediğimiz zaman, hakikaten Türkiye'nin sürecinin çok yavaştan alındığı, ağırdan alındığı, otomatik işlemediği ve bu sürecin esasen belki de bir süre sonra akamete uğrayacağı sonucu çıkıyor; umarız böyle olmaz.

Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, vize serbestliğinin sağlanmasından memnuniyet duyarız, Türk vatandaşlarının kuyruklarda rezil olmasına son verecek bu düzenlemeyi elbette destekleriz, destekleyeceğimizi daha o zaman Mecliste de açıklamıştık ancak sürecin, daha o gün belirtildiği gibi kolay olmayacağını da bilmemiz gerekiyor.

Avrupa Birliği tarafından baktığımız zaman, Türkiye'ye dönük bir çifte standart var. Süreç hep sulandırılıyor; Kıbrıs'la sulandırılıyor, sözde Ermeni soykırımıyla sulandırılıyor, başka konularla sulandırılıyor. Türkiye'nin müzakere süreci, olması gerektiği noktada tutulmuyor çünkü bir irade eksikliği var, bir irade gösterilmiyor. Avrupa Birliğinin bu yaklaşımı maalesef bizim de eleştirdiğimiz bir yaklaşım ancak bu sadece Avrupa Birliğinin yaklaşımıyla kalmıyor, Türkiye'de de Hükûmet maalesef bu eleştirilere konu olmayacak düzenlemeleri yapma konusunda yeterince irade göstermiyor. Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, özellikle ifade hürriyeti, toplanma hürriyeti ve diğer alanlarda, temel hak ve özgürlükleri garanti altına alacak alanlarda, Avrupa Birliğinin eleştirmeye meyilli yapısını önleyecek düzenlemeler konusunda gerekli iradeyi maalesef göstermiyor. Hâl böyle olunca, iki tarafta da bu iradesizlik bir sonuç alınmasını engelliyor.

Bir başka konu arz etmek istiyorum: Şimdi, bize Avrupa Birliği süreciyle ilgili olarak haziran ayının sonuna doğru, en geç haziran ayının sonuna kadar vize serbestliğinin tanınacağı belirtiliyor; verilmediği zaman ne olacağı da sayın Hükûmet tarafından açıklanıyor: "Biz de Geri Kabul Anlaşması'nı uygulamayız." deniliyor. Peki -teknik bir bilgidir- 18 Martta imzalanan yani o üzerinde mutabık kalınan anlaşmada sadece geri kabul ve vize yok, bir başka konu daha var. Ne var? Müzakerelerin hızlandırılması ve yeni fasılların açılması var. Peki, böyle bir adım atıldığı zaman biz tekrar ofsayta düşmüş olmuyor muyuz? Yanlış bir stratejiyle tekrar kenara itilmiş olmuyor muyuz? Biz bunu askıya aldığımız zaman yani bu anlaşmayı yaparken bunları düşünmek lazım. Böyle bir adım olmuyor; biz de bunu askıya aldığımız zaman, o zaman orada olan 33'üncü faslı da onlar bloke edecekler, başka fasılların açılmasını da onlar engelleyecekler. Dolayısıyla, bu senkronizasyon yapılırken yeterince hesaplama yapılmadı maalesef, biz bunu üzülerek gördük. Ve bu mültecilerle ilgili anlaşma hiçbir şekilde Türkiye'nin müzakere sürecine bulaştırılmamalıydı çünkü bizim müzakere sürecimiz zaten sıkıntılarla dolu, zaten zor ilerliyor, zaten bir sürü ön yargı var Avrupa'da Türkiye'nin üyeliğine karşı, aleyhte çalışan çok taraf var. Hâl böyleyken, bir de -mültecileri- sanki bunlarla ilgili yeterince adım atmasak müzakereler engellenecekmiş gibi bir noktaya getirdik kendi kendimizi, manevra alanımızı daralttık, şimdi koşuşturuyoruz "Bunu yetiştirecek miyiz?" diye. Burada kaldı on gün. Hepsini yetiştirsek bile Avrupa Komisyonu bakacak, "Bu, tam uygulanmamış." dediği anda nokta konuluyor. Biz yanlış bir yerden girdik ve yanlış sonuca gidiyoruz. Bizim müzakere sürecine kesinlikle bundan sonra hiçbir şeyi bulaştırmamamız lazım; zaten Kıbrıs bulaştırılmış, zaten sözde Ermeni soykırımı bulaştırılmış, zaten Ege adaları bulaştırılmış, iyi komşulukla başka ülkeler bulaştırılmış, bir bu kalmıştı, bu da bulaştırıldı. Dolayısıyla, bizim artık hakikaten, kendi ayağımıza kurşun sıkmaktan vazgeçmemiz lazım. Biz vize serbestisi sağlamak istiyorsak, bunu mülteciler konusunda ayrı bir paket yapmalıydık; onların istediği gibi, onların işine yarayan bütün konuları da tek bir pakete koymamalıydık; şimdi işin içinden çıkamayacağız.

Bir başka konu -söz almışken belirtmek isterim- Türkiye'nin şu anda ulusal güvenliğine yönelik bir saldırı oluyor. Terör örgütü Suriye'den Kilis'imize saldırılar düzenliyor, insanlarımız ölüyor. İnsanlar artık korkudan dışarı çıkamaz hâle geldiler. Okullar tatil olmamasına rağmen -dünkü bilgi- çocuklar gidemiyor. Halkta bir panik var "Acaba bizim kafamıza da Katyuşa roketleri mi düşecek?" diye. Bizim ciddi manada bir tedbir almamız gerekiyor. Bu, Türkiye'nin bir şehrine yönelik saldırı değildir, Türkiye'ye dönük bir saldırıdır. Bunun adını koymak lazım ve buna uygun tedbir almak lazım. Türkiye'ye niye saldırı oluyor? Türkiye'ye bir terör örgütü saldırı yapıyorsa bu terör örgütünü de afişe etmeli ve ona ilişkin en sert tedbiri almalıyız. (CHP sıralarından alkışlar)

Türkiye böyle bir ortamda, maalesef, terör örgütünün hedefi hâline getirilip, Türkiye'nin sınır güvenliği, insanların can ve mal güvenliği hiçbir zaman tehlikeye atılamaz. Biz buna izin vermemeliyiz ve bu konuda alınacak tedbirler konusunda da biz gerekli desteği veririz. Mesele Türkiye'nin güvenliği, huzuru, vatandaşlarımızın huzuru olduğu sürece her konuda biz destek veririz. Bu konuyla ilgili de Hükûmetin, Kilis'te ne oluyor, niye bu roketler atılıyor, kim atıyor bunları, amaç ne, bunları açıklamasını bekliyoruz. Bu konuyla ilgili Meclise bilgi verilmesinden memnuniyet duyacağımızı, Hükûmet açısından da bunun esasen bir zorunluluk arz ettiğini belirtmek isterim.

Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)