| Konu: | Velayet Sorumluluğu ve Çocukların Korunması Hakkında Tedbirler Yönünden Yetki, Uygulanacak Hukuk, Tanıma, Tenfiz ve İşbirliğine Dair Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 80 |
| Tarih: | 25.04.2016 |
HDP GRUBU ADINA ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri; evet, 280 sıra sayılı Kanun Tasarısı hakkında konuşmalarımızı ifade ederken tabii ki bu, AB sözleşmesi kapsamında ele aldığımız, özelde Avrupa Birliği Vize Serbestisi Antlaşması'nın gereklerinin yasal düzenlemesi olarak ele aldığımız fakat bu tasarı mahiyetinde -bu tasarıyı bugün Genel Kurulda görüşürken- aslında bu tasarıyla, sadece göstermek istediğimiz ya da AB uyum yasasına girmemiz açısından değerlendirdiğimiz bir süreçtir.
Oysa biz, bu yasalaştıktan sonra da bunun gereklerini ne kadar yerine getireceğiz ya da şu anda bile bunun gereklerini ne kadar yerine getiriyoruz, biraz bunlara bakmak gerekiyor.
Bu yasanın hedefleri, çocukların korunmasına ilişkindir. Oysa, şu anda Türkiye'de çocukların durumunun ne hâlde olduğunu çok net olarak biliyoruz. Çocukların durumunu 23 Nisan Bayramı vesilesiyle de ifade etmiştik, yine bugün de ifade edersek, Türkiye'de çocukların, bırakın mülkiyet hakkını, yaşam hakkının bile olmadığını çok net olarak söyleyebiliriz.
Yine, özellikle 2015 ve 2016 yılları arasında Türkiye için, çok fazla ölümün yaşandığı, çocuğun yok sayıldığı ve çocukların insan hakları ihlalleri açısından geriye düşülen zamanların olduğunu da söylemek mümkündür. Çocukların her zamankinden daha fazla acı çektiği ve hayatını kaybettiği süreçleri yaşıyoruz.
Burada çocuklara dair uluslararası sözleşmelerden bahsedersek, kanımca önce Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme'ye değinmemiz gerekiyor. Söz konusu sözleşme, Türkiye Cumhuriyeti devletiyle ciddiyetle uyulması gereken yükümlülüklerin yerine getirilmesi olarak ifade edilse de sözleşmeye göre taraf devletlerin, silahlı çatışma hâlinde uluslararası hukukun insan kurallarına uymak ve uyulmasını sağlamak, silahlı çatışmalardan etkilenen çocukları korumak ve bakımını sağlamak amacıyla mümkün olan her türlü önlemi almakla yükümlü olduğunu bir kez daha ifade edelim.
Fakat ne yazık ki bugün, daha bugün Gündem Çocuk Derneği tarafından yayınlanan Türkiye raporunda şöyle ifadeler yer alıyor: Türkiye'de çocuğun yaşam hakkı, 2015 verilerine göre yani 2015 yılının Türkiye'de özellikle savaş politikalarının çocukların yaşamını doğrudan etkilediği bir yıl olduğunu ve sadece 2015 yılında en az 873 çocuğun önlenebilir sebeplerden yaşamını kaybettiğini görüyoruz. Yine, 2016'da da bu çocukların ölüm durumları bildiğimiz gibidir. Dokuz aydır süren ablukalardan ötürü yaşamını yitirenler içerisinde 102'si çocuktur. Yani bu dokuz aylık bir süreçte Şırnak'ta, Cizre'de, Silopi'de, Sur'da, İdil'de, Nusaybin'de yaşamını yitiren çocukların 102'sinin yaşam hakkının bile elinden alındığı bir süreci yaşıyoruz. Çocuklar ablukalarda yaşadıkları, yaşam haklarının ihlali, yaşamlarını kaybetmesi ve aynı zamanda birçok çocuğun orada yaralanmasına neden olmuştur. Yine, cezaevlerinde, sokaklarda çalışmak zorunda kalan çocuklar; yine, beslenemeyen çocukların beslenmemelerinden kaynaklı yaşamlarını yitirmeleri; yine, istismara uğramaları; yine, ifade özgürlükleri kapsamında özgürlüklerini kullanamadıkları için özelde de yaşamlarını cezaevinde geçirmek zorunda kalan çocuklar; yine, savaştan kaçarken sahillerde yaşamlarını yitiren çocuklar; sınırı geçmek istemeleri hâlinde, yine, vurulan ve sınırı geçemeyen çocuklar... Ne yazık ki bunları artırabiliriz. 2015 yılı, son beş yılın içerisinde çocuk ölümlerinin en çok olduğu bir yıl olarak kayda geçmiş olacak.
Bu süreçte ülkenin geçmişine büyük bir ayıp olarak kazınan çocuk katliamlarından yine listeden birkaç ismi ifade etmek istiyorum: Ceylan Önkol'u unutmadık, yine Uğur Kaymazları, yine Berkin Elvanları, yine Silopi'de top atışları sonucu katledilen 2 yaşındaki Esra Şalk bebeği, yine Cizre'de 3 aylık Miray bebeği ve ölü bedeni buzdolabında bekletilen 10 yaşındaki Cemile Çağırga'yı. Bunlar sadece birkaçıdır. Yine, Sur'da ekmek almaya giderken polis kurşunuyla yere yığılan 12 yaşındaki Helin Hasret Şen'i unutmadık. Yine, cenazesi hâlâ Sur'da bekletilen aileleri, hâlâ Sur'daki cenazesi bile alınamayan Rozerin Çukur'u asla unutmadık. Yine, ismini sayacağımız yüzlerce çocuğumuzu hâlâ unutmadık. Birkaç tanesini daha buradan anmak istiyorum: Çekvar Çubuk, Beytullah Aydın, Baran Çağlı, Emin Yanaş, Selman Ağar, Elif Şimşek, Tahsin Uray, Berat Güzel, Tevriz Dora, Bişeng Garan, Büşra ve Yusuf Akalın ve bunlar gibi yüzlerce çocuk bu süreç içerisinde katledildi ve yaşamını yitirdi. Bunlar, bahsettiğimiz abluka alanı içerisinde yaşamını yitiren çocuklardı.
Çatışmalı süreç boyunca çocukların yaşam haklarının ihlali dışında, korunma, eğitim, sağlık, güvenli bir ortamda yaşama gibi birçok hakkı bile ihlal edildi. Yaşamları abluka altına alınan çocuklar çok büyük yıkımlara tanık oldular. Bu çocuklar ebeveynlerini ve yakınlarını kaybettiler, annelerini ve babalarını kendi gözleri önlerinde kaybettiler, aileleriyle birlikte göç etmek zorunda kaldılar, yaralandılar, gözaltına alındılar, sokağa çıkma yasağının bulunduğu yerlerde okulların kapatılmasıyla eğitim haklarından mahrum bırakıldılar. Yine, sağlık hizmetlerine erişimleri engellendi ve tüm bu yaşadıklarının ağır psikolojik, sosyal ve ekonomik etkileriyle mücadele etmek zorunda kaldılar. Savaş ve şiddete doğrudan maruz kalan veya şiddete tanıklık eden çocuklar üzerinde geleceğe dönük izler bırakmakta, çocukların kişiliklerinin tam ve uyumlu olarak gelişebilmesi önlenmektedir. Çocuklar savaş süreçlerinde üzüntü, kaygı, umutsuzluk, güvensizlik gibi duyguları yoğun biçimde yaşamakta, bunların etkilerini ileriki yaşamlarında hissedebilecekleri travmalarla karşılaşacaklardır. Bu sebeple, bahsi geçen uluslararası sözleşmelerden önce çocukların çatışma süreçlerinden zarar görmelerinin önüne geçmek üzere devletin öncelikle silahlı çatışmaların durması için demokratik adımları atması ve barışçıl çözüm yollarının geliştirilmesi gerekmektedir. Bizim bugün bunları konuşmamız gerekirken, ne yazık ki, bunları önlemekle birlikte, ancak Avrupa Birliği uyum yasaları içerisinde sorumluluğumuzu yerine getirmiş olacağız ama bunları tekrarlarsak, Avrupa Birliği sözleşmelerine uyumu gerçekleştiremezsek, ne yazık ki, bu vizelerin, bu uluslararası sözleşmelerin yasallaşmasının da bir anlamı kalmayacaktır.
Yine, Ensar Vakfının üstünü kapatarak, sadece bir bireye yükleyerek, o bireyin cezalandırılmasıyla çocuk istismarlarının önleneceğini zannediyorsak bunda da yanılmış olacağız. Biz, çocukları istismar eden birey/bireyleri değil sadece, kurumsal ve o zihniyeti ortadan kaldıracak bir yaklaşımı ele almak zorundayız. Bunları gerçekleştirmediğimiz sürece ne kadar yasa çıkartırsak, kanun çıkartırsak da yine de bunlar sadece kâğıt üzerinde kalacaktır.
Yine, aynı şekilde, bizler çocukların hak ve hukuklarını savunmak yerine Avrupa Birliğine uyum sürecini nasıl geliştirebiliriz, Avrupa Birliği sürecinde nasıl onların gözlerini boyayacak yasalar, tasarılar gerçekleştirebiliriz diye ifade ediyoruz. Oysa, bunları gerçekleştirebilmenin tek yolu pratik uygulamaların, yaşadığımız sorunların birebir çözümünden geçecektir. Biz çok net olarak şunu söyleyelim: Sadece cezaevlerinde 12-17 yaş arası çocukların olduğu toplam 2.373 kişi yer almaktadır. Cezaevlerine kapattığımız bu çocukları nasıl koruma altına alacağız, nasıl özgürlüklerinden, nasıl barıştan, nasıl adaletten söz edeceğiz? O yüzden, bunları ele alırken bütün çocukların yaşadıkları sorunları gidermenin yollarını arayacağız ve çocukların yaşam hakkı ihlalini ortadan kaldırmayı önümüze hedef olarak bırakacağız diyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)