GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:80
Tarih:25.04.2016

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, parti grubumuzun vermiş olduğu önerge kamu emekçilerine yönelik baskı ve tehditlerin araştırılmasına ilişkin. Kamu emekçilerinin, hiç şüphesiz, bu ülkede kamu hizmetini yürütürken kendi bilgi birikimlerinin, emeklerinin ötesinde satabilecekleri ve günlük yaşamlarını ikame ettirebilecekleri başkaca bir sermayeleri yok. Kamu emekçileri emeklerini, bilgilerini ve sundukları hizmetle hem kendilerinin hem çocuklarının geleceğini bir bakıma teminat altına almış olmaktadır ama kamu emekçileri de bu emeklerini kamunun hizmetine sunarken geleceklerinin devlet erki tarafından güvence altına alınması bir yana, tam bir baskı, tehdit ve çalışma hakkından yoksun bırakılmaya yönelik durumla, şiddetle karşı karşıyalar.

Değerli arkadaşlar, bildiğiniz üzere, sendikal haklar özgür biçimde örgütlenme, toplu sözleşme yapma ve grev hakkını içerdiği gibi, yine, uluslararası sözleşmelerden ve Anayasa'dan kaynaklanan düşünce ve ifade özgürlüğü gibi temel hakları da içermektedir. Yine, ILO sözleşmeleri gereğince yani Uluslararası Çalışma Örgütünün 8 temel sözleşmeden 2'si olarak kabul ettiği 87 ve 98 sayılı Sözleşmelerle de bu hakların aslında güvence altında bulunması gerekiyor. Türkiye'nin de imzalamış olduğu ve taraf olduğu bu sözleşmeler, Anayasa'nın 90'ıncı maddesine göre, usulüne uygun yürürlüğe giren bu sözleşmelere karşı Anayasa Mahkemesine aykırılık iddiasında bulunulamayacağı gibi, bu sözleşmelerin hükümleri de aynı zamanda Anayasa hükmündedir.

Yine, değerli arkadaşlar, ulusal ve uluslararası mahkemeler, özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11'inci maddesine dayanarak özellikle İsveçli Lokomotif Sürücüleri Sendikası ile İsveç Hükûmeti ve yine, Schmidt ve Dahlström ile İsveç Hükûmeti arasındaki bir davada vermiş olduğu kararda şu hükmü kurmuştur: "Sendika hakkı, bir sendikanın üyelerinin mesleki çıkarlarını sendikanın toplu eylemi yoluyla koruma ilkesini içermektedir. Sözleşmeci devletler ortak hareketlere izin vermeli, seyrini ve gelişimini mümkün kılabilmelidir." Yani, sendikal hak... Aynı zamanda, egemen ya da taraf devlet tarafından bu sendikal haktan doğan tüm hakların kullanılmasına bırakın göz yummayı, devletin bizzat teşvik etmesi, olanak sağlaması, imkân sağlaması gerektiği sonucuna varmış Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi.

Peki, bugün içinde bulunduğumuz koşullarda AKP iktidarının yaptığı ne, ona bir bakalım. Biliyorsunuz, 17 Şubatta Başbakanlığın yayımladığı bir genelge söz konusu. Bu genelgede aslında kamu çalışanlarının tüm hakları, sendikal haklarından düşünce ifade özgürlüğüne kadar tüm hakları yargının alanından çıkarılıp bizzat amirlerinin iki dudağı arasında bir söze, bir soruşturmaya tabi kılınmış durumda.

Değerli arkadaşlar, AKP iktidarı, topluma kabul ettirmek adı altında, sürekli bir biçimde, kamu güvenliğini sağlama adı altında, aslında bu kılıf altında, bugün ülkemizde halkımıza, emekçilere, yoksullara ve en önemlisi de devletin bizzat hizmetini, devlet erkinin bizzat görevlerini, hizmetlerini sunan kamu emekçilerine belki de cumhuriyet tarihinin en karanlık dönemini dayatmakta, yaşatmaktadır.

Bakın, 10 Ekim Ankara katliamı, Suruç, Diyarbakır, yine Tahir Elçi'nin öldürülmesine ilişkin dosyalar hakkında en ufak bir ilerleme kaydedilmezken, 17 Şubat tarihli Başbakanlık genelgesiyle bugün, hızlı bir biçimde idari soruşturmalar, başta KESK olmak üzere meslek odaları, TMMOB, Türk Tabipleri Birliği gibi kuruluşlara yönelik hızlı bir yargı süreci ve daha da vahimi, âdeta kamusal alanda çalışanlara yönelik soykırım tarzında inanılmaz soruşturmalar yürütülmektedir. Sadece 17 Şubattan bu yana 5 binden fazla EĞİTİM-SEN üyesi hakkında soruşturmalar başlatıldı. 29 Aralık iş bırakma gününden bu tarafa, bu sayı on binleri aşmış durumda.

Değerli arkadaşlar, AKP'nin bugün kamu emekçilerine yönelik uyguladığı bu hukuk dışı uygulamalar, 12 Eylül askerî darbesi ile 28 Şubat döneminde yaşananları da aşan hatta onları aratan düzeyde bir noktada.

AKP iktidarı, tabii, Cizre, Silopi, Sur gibi ilçelerde yüzlerce insanı tankla, topla, vahşet bodrumlarında -âdeta, cenazeleri yakılmış ve tanınmaz hâlde- yüzlerce insanımıza yönelik katliam gerçekleştirirken kamusal alanda da kendisine muhalif, AKP'nin siyasal söylemlerine muhalif, ona aykırı tek söz, tek cümle dile getiren her kamu emekçisini çeşitli cezalarla cezalandırmakta, bunları bir şekilde devre dışı bırakmaktadır.

Mesela, bu cezaların çeşitleri o kadar ileri noktalara vardı ki sadece görevden atma, sürgün veya kademe ilerlemesinin durdurulması gibi değil ama aynı zamanda, bunlara o hukuki kılıfı uyduramayınca da bu sefer uyarı cezaları, maaştan para kesme, yine idari para cezası verme, açığa alma gibi inanılmaz, akla gelmez uygulamalarla bu emekçileri karşı karşıya bırakmıştır. Mesela, yüzlerce kamu emekçisi, özellikle EĞİTİM-SEN üyesi, yine kendi amirlerinin yargı denetiminden uzak, sadece idari kararlarla sürgüne tabi tutuldu.

Size burada yüzlerce örnek verebilirim ama mesela, ilk akla gelen -belki spesifik- örnekleri vereyim: EĞİTİM-SEN üyelerinden Nihat Macit Ağrı'dan Yozgat'a; Kemal Kürkçü, Fecri Aydın, Mehmet Emin Kaya, Asım Güneş Millî Eğitim Bakanlığı kararıyla, Ağrı'dan 950 kilometre uzaktaki Kayseri, Osmaniye, Gümüşhane illerine... Mesela, kademe ilerleme cezaları verilmiş: Muş Bulanık Belediye eş başkanlarının tutuklanmasını protesto ettiği için, buna katıldığı için bir çalışana bir yıl kademe ilerleme cezası verilmiş. Mesela, temel hak ve özgürlükler kapsamında grev hakkını kullandığı için Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesinde Sürekli Eğitim Merkezi Müdürlüğü bünyesinde görevli bir kamu emekçisi yine görevinden alınmış.

Açığa almalar var, memurluktan çıkarılanlar var ve bütün bu uygulamalar, az önce ifade ettiğim gibi, 17 Şubatta yürürlüğe konulan ve aslında AKP'nin -siyasal iktidar değil, AKP eşittir devlet, yani kendisini devletle özdeşleştiren- AKP siyasal iktidarına yönelik her eleştiriyi kamu güvenliği, millî güvenlik gibi, aslında devletle kendisini özdeşleştiren, Türkiye Cumhuriyeti devletini "AKP devleti" olarak ilan eden, toplumdaki her refleksi böyle algılayan AKP iktidarının çıkardığı 2016/4 no.lu yani 17 Şubatta yürürlüğe giren Millî Güvenliği Tehdit Eden Örgüt ve Yapılarla İrtibatlı Kamu Çalışanları Hakkında Genelge'yledir. Bu genelge aslında Anayasa'ya aykırı bir genelge, bunun ne ulusal ne uluslararası düzeyde hiçbir dayanağı yok. Dilerim, bizim önergemizi yüce Meclis, sayın Meclis...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET EMİN ADIYMAN (Devamla) - ...ve Genel Kurul olumlu yönde oylar ve bu mağduriyet giderilir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)