| Konu: | Eğitim ve öğretim faaliyetlerinin niteliğini düşürdüğü ve çocuklara yönelik istismar vakalarının artmasına neden olduğu iddiasıyla Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergenin (11/8) ön görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 77 |
| Tarih: | 21.04.2016 |
AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA İSEN (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi adına Millî Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı için verilen gensoru önergesi vesilesiyle huzurlarınızdayım. Yüce Meclisi ve heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Verilen bu gensoru önergesi, Hükûmetimizi ve Bakanlığı eleştirmek amacıyla yapılmış olsa da AK PARTİ iktidarının eğitim alanında yaptıklarını açıklama fırsatı verdiği için bizim açımızdan olumlu bir imkân olarak değerlendirilmektedir.
Niyetim burada size ayrıntılı bir arka plan sunmak değil ama şu kadarını ifade etmek istiyorum ki AK PARTİ iktidara gelmeden önce büyük bir iddia ve ideolojik kararlılıkla uygulamaya konulan sekiz yıllık zorunlu eğitim bizim önümüze şöyle bir tabloyla çıkmıştı: Kalabalık sınıflarda eğitimin zorlukla yapıldığı okullar, giderek düşen başarı oranları, üniversite önünde yığılan umutsuz gençler, liselerin işlevlerini özel dershanelerin yüklendiği bir ortaöğretim düzeni. Asgari fonksiyonlarını yerine getiremeyen adaletsiz bir eğitim sistemi altında sadece öğrenciler değil, bütün toplum eziliyordu. Böylesine geniş kesimleri ilgilendiren eğitimle ilgili sorunlar, sadece bu alanın değil, bütün bir toplumun ilgilendiği millî meseledir, biz böyle bakıyoruz. Bu yüzden, AK PARTİ iktidarı, baştan itibaren bu sorunu bir millî mesele olarak, ülke için bir beka işlemi olarak değerlendirmiş ve öyle yaklaşmıştır soruna. Yine bu yüzdendir ki bütçedeki en büyük payı Millî Eğitim için ayırıyoruz. Bu yıl Bakanlık için ayrılan bütçe, 2002 yılı toplam bütçesine neredeyse denk seviyededir.
Ben de bazı rakamlar vermek istiyorum. Benden önceki değerli konuşmacı biraz, bardağın boş tarafıyla ilgili rakamlar verdi, ben daha gerçekçi bir tablo sunmak istiyorum. 2002 yılında 9 milyar Türk lirası olarak gerçekleşen bütçe payı, 2016 yılında yaklaşık 100 milyardır. Bakanlığın yatırım bütçesi 2002 yılına göre yüzde 390'lık bir artışla gerçekleşmiştir. 2002-2003 eğitim yılı itibarıyla sahip olunan toplam resmî ve özel okul sayısı 50.837 iken bu sayı 2015-2016 eğitim yılı itibarıyla 73.397'dir. Yine aynı dönemde 2.251 spor salonu mevcutken 2015-2016 eğitim yılında spor salonu sayısı 7.400 olmuştur. İlköğretim ve ortaöğretimde kütüphane sayısı 2002 eğitim yılında 11.945 iken 2016'da bu rakam 23.937'dir. 2002 yılında bilim ve sanat merkezi sayısı 9 iken 2016 tarihi itibarıyla 89 olmuştur. Yine, 2002 yılında 355.234 resmî derslik mevcutken 2016 eğitim yılında 553.066 resmî derslik sayısına ulaşılmıştır. Sadece bu dönemde hizmete sunulan derslik sayısı 249.618'dir. 2002 yılında resmî kurumlarda istihdam edilen öğretmen sayısı 506.104 iken Mart 2016 tarihi itibarıyla öğretmen sayısı 921.328'e yükselmiştir. Ayrıca, eğitim tarihimizde ilk defa, yeni atanan öğretmenler doğrudan sınıflara sokulmayarak, altı aylık bir stajyerlik eğitimi çerçevesi içinde, usta öğreticiler nezaretinde bir uygulamaya tabi tutulmuşlardır.
Okullaşma oranları açısından bakıldığında, ilköğretimde okullaşma oranı 2002 yılında yüzde 90,8 iken bu rakam 2016 yılında 99,05'e yükselmiştir. Yükseköğretimde okullaşma oranı 2002 yılında yüzde 14,65 iken 2015 itibarıyla bu rakam yüzde 39,49'dur. Buna bağlı olarak üniversite sayılarında da ciddi artışlar olmuştur. 2002 yılında 53'ü devlet, 23'ü vakıf olmak üzere toplam 76 üniversite mevcutken bugün 109'u devlet, 76'sı vakıf olmak üzere 185 üniversitemiz bulunmaktadır. 8 vakıf meslek yüksekokulu da bunlara eklendiğinde üniversite sayımız 193'ü bulmaktadır. Sadece hükûmetlerimiz döneminde 56 devlet, 53 vakıf ve 8 meslek yüksekokulu olmak üzere 109 yeni kurum açılmıştır.
Değerli milletvekilleri, artık dünyamız süratle bilgi ve iletişim ağlarıyla daha entegre hâle gelmiş durumda. Buna bir bütün olarak bakmak ve böylesine bir dönüşüme ayak uydurmaktan başka çaremiz yok.
Türkiye, doğal kaynaklarımız itibarıyla sınırlı bir ülke. Ekonomimizin büyümesi için gerekli ham maddenin kaynağının çoğunu dışarıdan ithal ediyoruz. En değerli, en önemli kaynağımız beşerî sermayemiz. Avrupa'nın en büyük nüfusuna sahip ülkelerinden biriyiz. Bu büyük nüfusu ne kadar iyi yetiştirebilirsek, ne kadar iyi ve güncel becerilerle donatabilirsek Türkiye'nin geleceği de o kadar parlak olacaktır. İşte, bu yüzdendir ki en büyük bütçeyi Millî Eğitime ayırıyoruz. Nitekim, bunun sonuçlarını belli ölçüler içinde almaya başladık. Başta değerli halkımız olmak üzere eğitim camiası bu gayreti görüp takdir etmektedir. Nitekim, evrensel ölçütlere göre bakıldığında da eğitim alanında OECD ülkeleri seviyesi yakalanmıştır. Bu konuyla ilgili de birkaç rakam vermek istiyorum. Okullaşma oranı baz alındığında Türkiye'de 5-14 yaş grubunda bu oran 2003 yılında yüzde 82'yken 2013 yılında yüzde 96'ya ulaşmıştır. OECD ortalaması yüzde 98'dir. Türkiye'de 20-29 yaş grubunda okullaşma oranı 2003 yılında yüzde 6'yken 2013 yılında yüzde 31'e ulaşmıştır. OECD ortalaması yüzde 28'dir. Bütün bu gayretlere rağmen, şu anda çalışan nüfusun ortalama eğitim süresi ancak 7,6'dır. Onun için zorunlu eğitimi on iki yıla çıkardık. Nitekim, bu sayede 6,1 olan çalışan nüfustaki eğitim oranımız şimdi, az önce verdiğim rakama ulaştı ama şunu da belirteyim ki kısa bir süre sonra bu rakamı ikiye katlayacağız ve on dört buçuk yıla yükselteceğiz.
Burada bir hususa dikkat çekmek istiyorum. İnsani Gelişme Endeksi'nin de en önemli parametrelerinden biri eğitimde geçen süredir. Bu noktada da çalışmalarımızın bir anlamda semeresi alınmış ve 2014 yılında bu alanda 14 sıra birden atlanarak üst sıralara ulaşılmıştır. Ancak, belirtmek isterim ki hem demokrasimizin işleyişi hem de geleceğimizin ortak bir biçimde inşası açısından rasyonel eleştirilerine ihtiyaç duyduğumuz muhalefet partileri bu ilerlemeleri görmemekte, yapılan her şeye kategorik bir tutumla ve ideolojik bir tepkisellikle karşı çıkmaktadırlar. Huzurlarınızda bulunmama vesile olan gensoru önergesi de yıllardır aşina olduğumuz bu tutumun tipik bir örneğini oluşturuyor. Bu önerge 2002 yılından sonraki eğitim politikamızın çağdaş, bilimsel, laik eğitim normlarından uzaklaştığını, dogmatik bir yapıya doğru evrildiğini iddia ediyor. Bakanlığı, Sayın Bakanı, açıklamaları ve çalışmaları izlenmediği için bu türden ideolojik ön yargılarla dolu bir iddiayı gensoru gibi çok ciddi bir müessesenin konusu yapabiliyor ve yüce Meclisin gündemi meşgul ediliyor.
MUSA ÇAM (İzmir) - Bir büyükelçi olarak yakışıyor mu şu konuşmayı yapmak, yakışıyor mu?
BAŞKAN - Sayın Milletvekili...
MUSTAFA İSEN (Devamla) - Onun takdiri bana ait.
MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) - Siz önce dinlemeyi öğrenin!
BAŞKAN - Sayın Çam...
MUSA ÇAM (İzmir) - Büyükelçi olarak yakışıyor mu?
MUSTAFA İSEN (Devamla) - Onun takdiri bana ait.
BAŞKAN - Düşüncesini ifade ediyor, lütfen...
Sayın İsen, devam ediniz siz lütfen.
MUSA ÇAM (İzmir) - Yıllarca büyükelçilik yap, genel sekreterlik yap, yaptığın konuşmaya bak!
BAŞKAN - Sayın Çam...
MUSTAFA İSEN (Devamla) - Bu bilginiz de yanlış, ben büyükelçilik yapmadım.
MUSA ÇAM (İzmir) - Dışişleri uzmanısın sen.
BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen...
MUSTAFA İSEN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz, eğitimi, insana ve ülkemizin geleceğine yapılacak en büyük yatırım alanı olarak tanımlıyoruz. Bu tanımın ifade ettiği soyut ve derin gerçekliği somut ve tafsilatlı bir hakikate dönüştüren eğitim politikalarıyla ülkemizin eğitim alanındaki başarı indeksini her geçen gün daha yukarılara taşıyor, önemli gelişmeler kaydediyoruz.
2002 öncesinin Türkiye gerçekliğiyle kıyaslandığında, bu gensoruda konu edilen çağdaşlık, bilimsellik ve laiklik bağlamında geçmişle mukayese bile edilemeyecek bir ilerleme sürecini yaşadık, yaşıyoruz. Bunu az önce rakamlarla ifade ettim. Ancak, 2002 öncesinin Türkiyesi'ne özgü sivil askerî vesayetin eğitim alanındaki yansımasını oluşturan yasakçı zihniyeti ve onun dogmatik anlayışını çağdaşlık, bilimsellik ve laiklik olarak tanımlayanlar için durumun böyle görülmediği ve görülmeyeceği aşikârdır. Biz, 2002 öncesinin bu anlayışını her alanda olduğu gibi eğitim alanında da tasfiye ederek yolumuza devam ediyor ve başta laiklik olmak üzere tüm demokratik ve hukuki ilkeleri kendi gerçek doğalarına uygun olarak konumlandırıyoruz.
Eğitim ortamlarımızı bilimsel ve pedagojik gelişmelerle paralel olarak sürekli şekilde yeniliyor, öğretmenlik, öğrencilik ve okul kavramlarını çağdaş yaklaşımlarla ve kendi medeniyet değerlerimizle uyumlu olacak biçimde yeniden tanımlıyor, okullardaki fiziksel ve teknolojik altyapıları iyileştirerek Avrupa Birliği standartlarına kavuşturuyoruz. Çünkü, biz hep bir adım sonrasına talip olan ve muhatap olduğu gerçekliği bu yönde değiştirmeye çalışan bir anlayışı temsil ediyoruz. Zaten çağdaşlık ve bilimsellik olarak ifade ettiğimiz evrensel ölçütler de bunu, bu anlayışı içselleştirmeyi gerektiriyor.
Gensoru önergesinin gerekçesinde öne sürülen ikinci iddia ise Bakanlığımızla imzalanan çeşitli protokoller yoluyla vakıf, dernek, cemaatlerin eğitim sistemi içerisinde etkin bir rol almaya başladıkları ve başta Sayın Bakan olmak üzere Bakanlığın üst düzey yöneticilerinin yetkilerini bu yapılara devrederek yönetim gücünü kaybettikleri şeklindedir. Evet, vakıf, dernek ve benzeri sivil toplum kuruluşlarını demokratik yaşamın vazgeçilmez unsurları olarak görüyor ve bunları ilgi ve uzmanlık alanlarına göre eğitim alanındaki paydaşlar olarak kabul ediyoruz. Bunlardan hiçbirisine ideolojik bir ön yargıyla yaklaşmıyoruz. Eğitim alanının daha demokratik, sivil ve çoğulcu bir hâle gelmesini sağlamak amacıyla bu türden kurumlarla Bakanlığın politikalarına ve müfredata uygun olarak ve yine Bakanlığın denetim ve gözetiminde olmak kaydıyla çeşitli alanlarda iş birliği yapılmasına sıcak bakıyoruz. Ancak, bu yöndeki çalışmalar gensoru sahiplerinin iddia ettikleri gibi yalnızca vakıf ve derneklerden oluşan birkaç kurumla sınırlı tutulmamakta, üniversitelerden büyükelçiliklere, içlerinde muhalefet partilerine mensup belediyelerin de olduğu yerel yönetimlerden özel sektör kurumlarına, sendikalardan muhtelif meslek örgütlenmelerine kadar uzanan oldukça geniş ve zengin bir alana yayılmakta, ilgili tüm aktörlerle paydaşlık ilişkisi geliştirilmektedir. TÜRGEV ve Birlik Vakfıyla çalışıldığı gibi, AÇEV, ÖRAV ve Otizm Vakfıyla da çalışılmaktadır. Ankara Üniversitesiyle çalışıldığı gibi, Alman Goethe Enstitüsüyle de birlikte hareket edilmektedir. Konya Büyükşehir Belediyesiyle çalışıldığı gibi Edirne Belediyesiyle de ortak faaliyetler yürütülmektedir. Buna UNICEF gibi uluslararası kuruluşlar da dâhildir. Ancak, görülüyor ki çağdaş yönetim anlayışına uygun olarak ve eğitim alanının daha demokratik ve çoğulcu bir yapıya kavuşmasını sağlamak amacıyla ilgili paydaşlarla geliştirilen bu ilişki birilerini rahatsız ediyor. Bakanlığı ve Sayın Bakanı çağdaş eğitim normlarından uzaklaşmakla itham edenlerin bizatihi kendileri bu tutumu savunmakla çağdaşlığa karşı çıkmış olmuyorlar mı? Tekrar altını çizeyim, evet, biz eğitim meselesine katkı sağlamak isteyen, taşın altına elini koymak isteyen, uygun şartları taşıyan bütün paydaşlarla iş birliği yapmaya açığız, bugüne değin bunu yaptık, bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz.
Değerli milletvekilleri, şimdi bu iddianın en yanlış olarak nitelendirilecek kısmına yani başta Sayın Bakan olmak üzere, Bakanlığın üst düzey yöneticilerinin yetkilerini bu yapılara devrederek yönetim gücünü kaybettikleri yönündeki kısmına değinmek istiyorum. Her türlü vesayet anlayışıyla mücadele ederek ve bu türden yaklaşımları tasfiye ederek bugünlere gelmiş ve her defasında halkın teveccühünü kazanmış bir hareketin mensubu olarak, bu iddianın ispatı mümkün olmayan bir karalamadan ibaret olduğunu belirtelim. Kaldı ki bahse konu sivil toplum örgütleriyle ve diğer paydaş kuruluşlarla yapılan protokollerin hiçbirinde yetki devri anlamına gelebilecek en küçük bir husus bulunmamaktadır. Bu protokoller Bakanlığın uhdesinde, talep eden herkese sunulmaktadır değerli milletvekilleri. Muhtelif içeriklere sahip olan bu protokoller, eğitim alanındaki ihtiyaç ve taleplerin daha nitelikli şekilde karşılanması bakımından işlevsel olmakta, sivil toplumun deneyim ve katkısının eğitim alanına yansımasına imkân sunmaktadır. Bu durumu yetki devri ve yönetim gücünün kaybı olarak eleştirmek yerine, diyalog ve iş birliğine açık rasyonel bir yönetim anlayışı olarak takdir edilmelidir. Tersine, muhalefet partilerinden, sivil siyasetten ve siyasal kurumlardan "Bakanlık sivil örgütlerle istişare etmiyor, onların görüşlerini dikkate almıyor." eleştirileri gelseydi buna üzülmemiz gerekirdi.
Değerli milletvekilleri, gensoruda öne sürülen bir diğer iddia ise bazı vakıf ve dernekler tarafından kaçak ev ve okulların açıldığı, Millî Eğitim Bakanlığının da bunlara göz yumduğu ve bunları denetlemediği iddiasıdır. Ülkemizde Millî Eğitim Bakanlığından izin almak kaydıyla öğrenci barınma hizmetleri özel kurumlarca sadece "yurt" adı altında yürütülmektedir. Bu özel kurumlar gerçek kişiler ve tüzel kişilerce kurulmaktadır. Ülkemizde bu şekilde işletilen 2.580 ortaöğretim yurdunda yaklaşık 82.715 öğrenci kalmaktadır.
Ayrıca, aynı prosedüre tabi olarak kurulan ve yine Bakanlığın izin ve denetimine tabi olan 2.153 adet özel yükseköğretim yurdu bulunduğunu da hatırlatmak isterim.
Bunlar dışında, özel öğrencievi, stüdyo öğrenci daireleri, öğrenci apartları, öğrenci konukevleri gibi farklı isimlerle belediyeler, yerel otoriteler, kültür ve turizm müdürlükleri gibi birimlerden alınan izinle açılan işletmelerin açılmasına ve denetlenmesine ilişkin bir mevzuat ise bulunmamaktadır. Buna rağmen, Bakanlık, 5661 sayılı Yasa'nın kendisine verdiği yetkiyle, bu türden, içinde yalnızca öğrenci barındıran işletmelerin tespiti hâlinde illerde oluşturulan izleme ve koordinasyon komisyonları aracılığıyla bunların takibini yapmakta ve usulsüz hizmet verenlerin valiliklerce kapatılması yoluna gidilmektedir. Ayrıca, Millî Eğitim Bakanlığı, kendi izniyle açılan özel öğrenci yurtlarında yılda 2 defa olağan, şikâyet hâlinde de hemen Özel Öğrenci Yurtları Yönetmeliği hükümleri doğrultusunda denetlediği gibi, illerde de maarif müfettişleri vasıtasıyla bu işlemi yerine getirmektedir.
Okullarla ilgili de sıkı bir gözetim ve denetim mekanizması bulunmaktadır. Resmî ve özel okul kurum çalışanları ile bunların uygulamaları hakkında Bakanlığa ulaşan ihbar ve şikâyetler titizlikle değerlendirilmekte ve ceza hukuku açısından adli yargı görev alanına giren hususların tespiti durumunda ise görevli yetkili yer olan cumhuriyet başsavcılıklarına suç duyurusunda bulunulmaktadır.
Dershane ve test sistemi üzerinden öğrencilerimizin, gençlerimizin okuma, düşünme ve kendilerini geliştirmesinin önüne set vuran bir mekanizma olan paralel yapıyla her kademede ciddi şekilde, aynı şekilde mücadele edilmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu vesileyle Karaman'da yaşanan son derece üzücü, kamuoyunu derinden etkileyen olayla ilgili görüşlerimi de sunmak isterim.
Maalesef, hepimizi derinden üzen bir olay yaşandı. Bu ve buna benzer olaylarda teftiş kurulları çok hassas davranmakta, ivedilikle soruşturma süreci yürütülmektedir. Nitekim, Karaman'daki olayda da aynı hassasiyet gösterilmiş, hiçbir şekilde kabul edilemeyecek bu meseleyle ilgili şikâyet İl Müdürlüğüne ulaşır ulaşmaz gerekli soruşturma süreci başlatılmış ve ilgilinin öğretmenlik mesleğiyle derhâl ilişiği kesilmiştir. Bakanlık bugüne değin bu tür olaylara sendika, vakıf, dernek ya da benzeri sivil toplum örgütü üyelikleri açısından ayrımcı bir bakış açısıyla bakmamıştır. Burada önemli olan, bizatihi bu kabul edilemez eylemin kendisidir. Partimiz ve Hükûmetimizin bu ve benzeri konulardaki duruşu ve tavrı çok nettir. Bizim kültürümüzde çocuğun en önemli vasfı masum oluşudur. Bu ve benzeri masumiyetlerin istismarı asla kabul edilemez. Nitekim, dün yargı da bu hassasiyete uygun bir karar vermiştir.
Değerli milletvekilleri, bütün bu söylenenlerden sonra nihai bir değerlendirme yapacak olursak, başta da söylediğimiz gibi, eğitim alanında AK PARTİ iktidarları döneminde cumhuriyet tarihinin en büyük atılımları gerçekleştirilmiştir. Fiziki iyileştirmeler, teknolojik donanımlar, müfredat çalışmaları, "Haydi Kızlar Okula!" kampanyası gibi uluslararası muhatap kuruluşların ilgisini çeken faaliyetler bunların sadece birkaçıdır.
Sözlerimi burada tamamlarken haksız isnatlardan ve temelsiz iddialardan oluşan bu gensoru önergesine ret oyu vereceğimizi bildirir, yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)