GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:76
Tarih:20.04.2016

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; Halkların Demokratik Partisinin taşeron işçilerin sorunlarının araştırılmasıyla ilgili vermiş olduğu Meclis araştırması açılması önerisi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi ve sizleri saygıyla selamlıyorum.

Önemli bir konu, Türkiye'de yaklaşık 20 milyon çalışanın geleceğini ilgilendiren, onların ailelerini, çocuklarını ilgilendiren önemli bir konuyu konuşuyoruz ve tartışıyoruz. Gerçekten, son otuz yıl içerisinde Türkiye'de ve dünyada uygulanan neoliberal politikalarla birlikte, küreselleşme, yeni dünya düzeniyle birlikte, dünyada işçilerin, emekçilerin, çalışanların âdeta karın tokluğuna çalıştığı bir süreci yaşamaktayız. Türkiye'de de ülkemizde de özellikle son otuz yıldır, 24 Ocak Kararlarından sonra uygulanan neoliberal politikalarla birlikte, işçiler, emekçiler gerçekten çok zor koşullar altında, çok güç koşullar altında ve âdeta karın tokluğuna çalıştırılmaktadırlar. Ve öyle bir çalıştırılmaktadırlar ki dışarıda o kadar işsizin olduğu bir yerde "Bak taşeronda çalışıyorsun, bu kadar ücret alıyorsun, 1.300 lira asgari ücret alıyorsun, bunu da kaybetme ihtimali kuvvetle muhtemeldir. O nedenle vermiş olduğum bu 1.300 lira asgari ücrete, bu güvencesiz şekle de katlan. Yoksa kapının önünde bekleyen binlerce işsiz var ve sen de bu işini kaybedebilirsin." tehlikesiyle, tehdidiyle çalışanları ve işçileri maalesef böyle bir sıkıntıya sokmaktadırlar.

Geçenlerde de bununla ilgili bu konuşmayı burada gerçekleştirdik yine. Ülkemizin 1980'de nüfusu 40 milyondu, yaklaşık olarak 2,5 milyon sendikalı toplu sözleşme yapan işçi vardı. Bugün ülke nüfusu 78-80 milyona dayanmış, nüfus artmış, çalışan işçi sayısı artmış ama reel olarak toplu sözleşme yapan işçi sayısı 700 bin civarında. Peki, neden? 12 Eylül 1980 askerî darbesinin getirmiş olduğu Sendikalar Yasası ve Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasalarıyla birlikte Türkiye'de sendikalaşmanın önünde, örgütlenmenin önünde bir ton yasaklar ve engeller getirilmiş ve işçiler örgütsüz olsunlar, sendikasız olsunlar, karın tokluğuna ve açlıkla, sefaletle çalışsınlar arkadaşlar... Aradan bu kadar yıl geçti, Anayasa'nın birçok maddesi değiştirildi ama sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki engeller ve yasaklar maalesef tam olarak kaldırılmadı. Barajlar düşürüldü ama hâlâ daha işçilerin özgürce örgütlenmesinin önündeki yasaklar ve engeller devam ediyor. Türkiye Cumhuriyeti devletinin de altına imza atmış olduğu uluslararası ILO sözleşmeleri ne yazık ki tam olarak burada hâlâ uygulanamıyor. Hem işçi sendikaları açısından hem de kamu çalışanları açısından yasaklar devam ediyor. Dolayısıyla, işverenler ve sermaye ve kapitalizm, işçileri daha fazla sömürmek, daha fazla çalıştırmak ve daha az ücret ödemek için bu taşeron sistemini ülkemizde maalesef acımasız bir şekilde uyguluyorlar.

Kamuda yaklaşık olarak şu anda 700 bine yakın taşeron olduğu söyleniyor, özel sektörle beraber yaklaşık 1,5 milyon, 2 milyonluk bir taşeron sistemi var. Özellikle madenlerde çalışan, Soma'da 301 kardeşimizin hayatını kaybetmesinin, Ermenek'te, Zonguldak'ta onlarca insanın hayatını kaybetmesinin önemli nedeni bu taşeronlaşma sisteminin olmasından kaynaklanıyor. Redevans ve hizmet alımı sözleşmeleri çerçevesinde, o yerin altında, onlarca metre aşağısında çalışan o insanlar maalesef güvencesiz bir şekilde çalışıyorlar ve sendikasız çalıştıkları için ve taşeron şirketler marifetiyle çalıştıkları için ve ücretlerini almak için, çocuklarının rızkını çıkarmak için yerin altında, yüzlerce metre altında hayatlarını kaybediyorlar. Buna son verilmesi gerekiyor, bunun araştırılması gerekiyor ve bununla ilgili Meclisin duyarlı olması gerekiyor arkadaşlar. Hiçbir şey insan hayatından daha önemli değilse bunun mutlaka araştırılması gerekiyor arkadaşlar. Ama taşeronlaşma sistemi almış başını giderken şimdi "istihdam büroları" adı altında yeni bir tasarıyla karşı karşıyayız. Geçtiğimiz günlerde Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonundan geçti ve önümüzdeki günlerde Parlamentoya gelecek. Gelmesi gerekiyordu ama büyük bir ihtimal AKP Hükûmeti yaklaşan 1 Mayıs nedeniyle bunu 1 Mayıs sonrasına erteledi. 1 Mayıstan önce muhtemel yükselecek bir sokak hareketini, işçilerin tepkisini ve 1 Mayısla birlikte yükselecek olan bu mücadelenin önünü kesmek için bunu 1 Mayıs sonrasına, mayısın sonlarına, hatta haziranın başlarına erteledi ve haziranın başında büyük bir ihtimal, bu istihdam bürolarını -kölelik düzeni- taşeronlaşmayı da âdeta aratacak olan bir sistemi de yürürlüğe koymak istemektedirler.

Şimdi, bu istihdam büroları nedir, ne değildir, ne getiriyor; bununla ilgili de birkaç şeyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bugün sadece isimleri kalan, geçmişte ise şehirlerde en önemli ticari etkinliklerin sürdüğü pazarlar vardı arkadaşlar: Kağnı pazarı, yoğurt pazarı, saman pazarı, buğday pazarı, at pazarı ve amele pazarı, arkadaşlar. Kağnı pazarı, at pazarı, yoğurt pazarı, saman pazarı şu anda tedavülden kalkmış olabilir ama amele pazarı hâlâ daha varlığını sürdürmeye devam ediyor. Amele pazarında dün insan kiralanırdı, bugün ise yine insan kiralanıyor. Çalışma Bakanı Sayın Soylu da kiralık işçi yasa tasarısını TRT'de savunurken hâlen amele pazarlarında işçi kiralanmasının varlığına işaret etti. Kiralık işçi çalıştırmayı yasalaştırma çabalarını, çalışma hayatının içerisinde kayıt dışı olarak bulunan meseleyi kayıt içine alabilmek tezi üzerinden açıkladı. Ne var ki Sayın Bakan günümüz amele pazarlarında kiralanan işçilere "kiralık işçi" denilmesinden rahatsız olmuş, "Kiralık araba, kiralık bisiklet duydum ama bir insanı 'kiralık işçi' diye tanımlamak son derece yanlış. Kiralık işçilik tanımlamasını ben bu meselenin özüyle buluşturmaya çalışıyorum, buluşturuyorum." diyor Sayın Bakan. Oysa, Sayın Bakanın da anımsayacağı gibi, kötü bir düzenlemeyi iyi, güzel ve olumlu anlam içeren kavramlarla ifade ederek o şeyin içerdiği olumsuzluğu örtme becerisinin çok gelişmediği zamanlarda her şey ismiyle anılırdı. Örneğin, iktidarın çok övündüğü ecdat döneminde yürürlükte olan Mecelle -ilk Medeni Kanunu'muzdur- hiç alınganlık göstermeden, adını takarak var olan sosyal ilişkiyi tanımlıyordu. Mecelle'nin 421'inci maddesinde kira sözleşmesini konusuna göre ikiye ayrıldıktan sonra, işçi-işveren ilişkisini ikinci tür kira sözleşmesi içerisinde tanımlayarak diyordu ki: "Nev'-i sânî, amel üzerine vârid olan akd-i icâre olup, bunda me'cûre 'ecîr' denilir." Ücretle amele ve hademe tutmak gibi tarif ederdi bunu. Ve günümüz Türkçesiyle ifade edecek olursak diyor ki: "İkinci tür, konusu iş, hizmet olan kira sözleşmesidir. Bunda kiralanan şeye işçi 'ecîr' denilir." Ücretle işçi ve hademe, hizmetli tutmak gibi. Mecelle açıkça "Kiralanan şeye işçi denilir." demektedir. Üstelik, Mecelle 422'nci maddesinde işçiyi de ikiye ayırmaktadır. Birinci kısım, özel işçidir, yalnız bir kiracıya çalışmak üzere tutulan işçidir, aylıklı işçiler gibi. İkinci kısım, ortak, bağımsız işçidir, kiracıdan başkasına çalışmama şartıyla sınırlandırılmamış işçidir.

Tasarının tanımladığı, kayıt dışında var olan ve kayıt içerisine alınacağı söylenen kiralık işçi, adıyla sanıyla tam da Mecelle'nin bize tarif etmiş olduğu, kiracıdan başkasına çalışmama şartıyla sınırlandırılmamış işçidir. Bakanın deyimiyle, kiralık işçi yasaya aykırı bir şekilde yıllardır uygulanmış, çalışma yaşamını denetlemekle görevli Çalışma Bakanlığı bu yasa dışı uygulamayı engelleyememiş veya engellemek istememiştir. Yasa dışı bir uygulamayı engelleyemediği için de yasal düzenlemenin konusu hâline getirilip yasalaştırmak, işçiyi korumak değil, liberal dönemin katıksız yansıması olan Mecelle dönemine geri dönmektir. Kiralık işçi, adıyla sanıyla, 19'uncu yüzyılın sözleşme özgürlüğüne dayalı, güvencesiz, örgütsüz, çaresiz bırakılmış, açmaza düşürülmüş işçilerin, güvencesiz çalışma koşullarının yasal, meşru kabul edildiği döneme geri dönüşün açık ifadesidir. Kısacası, bu getirilen sistem de tam bir kölelik düzenidir, buna hep birlikte karşı çıkmamız gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, bugün 20 Mayıs; on gün sonra, pazar günü 1 Mayıs, işçi sınıfının birlik ve mücadele günü arkadaşlar. Dünyada 126 yıldır 1 Mayıs, işçi sınıfının birlik, mücadele, dayanışma günü kutlanıyor, ülkemizde de 114 yıldır kutlanıyor arkadaşlar. Sayın Başkan, siz de 1977'de İstanbul Hukuk Fakültesinin son sınıf öğrencisi veyahut da stajyer bir avukattınız, belki 1977'de Taksim'de 1 Mayıs kutlanırken siz de oradaydınız ve bugün hayattasınız ama o gün orada 34 insan hayatını kaybetti. Şimdi, 1 Mayısa on gün kalmış, 1 Mayıs dünyanın her tarafında ama her tarafında kentin ana merkezlerinde, hatta başkanlık saraylarının olduğu meydanlarda kutlanır. Taksim de -Taksim Meydanı olarak değil- 1 Mayıs alanıdır, insanlar 1977 yılında kaybettiği insanları anmak ve onların hatıralarını orada yâd etmek, onların huzurlarında saygı duruşunda bulunmak isterler ama Taksim 1 Mayıs alanı kapalı, Ankara Sıhhiye kapalı. İnsanları çayırda, kanalda, orada burada, âdeta kuş uçmaz, kervan geçmez yerlerde 1 Mayısı kutlamaya mahkûm ediyorlar. Bu doğru bir iş değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSA ÇAM (Devamla) - Dünyada yüz yirmi altı yıldır kutlanan 1 Mayıs, işçi sınıfının birlik, mücadele, dayanışma günüdür.

Hepinizi bu verilen Meclis araştırması komisyonu kurulması önerisi için lehte oy kullanmaya ve 1 Mayısta meydanlara davet ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)