GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cezaî Konularda Uluslararası Adlî İşbirliği Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:75
Tarih:19.04.2016

CHP GRUBU ADINA CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; akşamın bu ilerleyen saatlerinde hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Cezaî Konularda Uluslararası Adlî İşbirliği Kanunu Tasarısı, maalesef, Adalet Komisyonunda ve alt komisyonda yeterli çalışma yapılmadan, alelacele, çok büyük bir hızla geçirildi.

Sayın grup başkan vekilleri, vallaha, arkanıza bir dönün, bakın. Ben şimdi, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10 kişi sayıyorum, bari siz dinleyin, en azından söylediklerimiz bir yerine varsın çünkü muhalefet olarak taleplerimizi şey yapacağız. Yani 317 milletvekilinin sahibi AKP'nin 8-9 milletvekiliyle burada temsili millî iradeye duyduğunuz saygının da bir tezahürü olsa gerek. (CHP sıralarından alkışlar)

COŞKUN ÇAKIR (Tokat) - 4 partiyiz, 4.

CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) - Türkiye Büyük Millet Meclisine son yıllarda "yargı paketi" adı altında sunulan tasarı ve tekliflerin içeriğinde yargı mevzuatına yönelik gerekliliğin dışında konjonktürel olguyu esas alan değişiklikler göze çarpmaktadır, bu doğaldır da. Şimdi huzurlarınızdaki yasa da Avrupa Birliği vize muafiyeti noktasında alelacele getirilen taslak ve tasarılardan birisidir. Bu kadar önemli bir kanunun, onlarca uluslararası sözleşmeyle daha önce çerçevesi çizilmiş bu kadar önemli bir konunun topu topu üç günde alelacele Komisyondan geçirilmesi gerçekten takdire şayan. Yani Hükûmetin bir oldubitti mantığıyla bu kadar önemli yasaları, uluslararası arenada memleketimizin bakış açısını getiren yasaları geçirmesi hukuk devleti ilkesini zedelemektedir. Bu yaratılan olgu, hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayan, yargıya ve Parlamentoya da güveni giderek ortadan kaldıran sonuçlar yaratmaktadır.

Kanun tasarısının gerekçesinde de belirtildiği üzere, Avrupa Birliği vize serbestliği için öngörülen şartlardan birisi de cezai konularda uluslararası adli iş birliğiyle ilgili müstakil bir düzenleme yapılmasıydı.

Tasarıyla ilgili yapılan teknik çalışmalar neticesinde -burası çok önemli- esas itibarıyla yasal düzenlemenin ilk hâli yani Barolar Birliğine, meslek kuruluşlarına gönderilen ilk hâli 200 maddenin üzerindeydi arkadaşlar. Biz meslek kuruluşlarına gönderilen tasarıdan Adalet Komisyonuna gelmeden önce bir çalışalım dedik, çalıştık. Adalet Komisyonuna tasarı bir geldi, 38 madde. Şu 170 küsur madde ne oldu? Hani inek mi yedi, dağa mı kaçtı, yandı bitti kül mü oldu? Yani ilk hâlde düzenlenen bu 200 maddenin 170 maddesinin Parlamentonun iradesinden kaçırılmasının amacı nedir? Ben söyleyeyim. Anayasa'nın 7'nci maddesinde, yasama yetkisinin kim tarafından -yani bu Parlamento tarafından- kullanılacağı açıkça belirtilmiş olmasına rağmen, bu 170 maddeyi maalesef AKP Hükûmeti, Parlamentodan yetki devriyle, yönetmelikler yoluyla düzenlenmek üzere Bakanlığa teslim ediyor arkadaşlar. Anayasa Mahkemesi birçok kararında "kanunla düzenleme" ilkesine atıf yaparak, aynı zamanda yasama yetkisinin de Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğunu ve bu yetkinin devredilemeyeceğini öngören Anayasa'nın 7'nci maddesini ve hukuk devletini düzenleyen 2'nci maddeyi esas alarak değerlendirme yapmakta ve bu düzenlemeleri iptal etmektedir. Egemenliğin bir yansıması olan cezalandırma yetkisi söz konusu devletin egemenlik alanıyla sınırlı olup başka bir devletin, başka bir egemen devletin ülkesinde bu yetkiyi kullanması pek tabii ki söz konusu değil. İşte, huzurlarımızdaki bu yasa yani aslı 200 madde olan fakat Parlamentoya 38 madde olarak getirilen ve kalan 170 maddesi Adalet Bakanlığı tarafından yönetmeliklerle düzenlenmesi beklenen bu yasa, işte, bir devletin bizim ülkemizde ceza kovuşturması yapıp yapamayacağıyla ilgili.

Şimdi, bu kanun tasarısının gerekçesinde de belirtildiği üzere, Avrupa Birliği vize serbestliği demek, Schengen uygulamasının bu yasal düzenlemeyle ülkemizi kapsaması anlamına geliyor. Bu ne anlama geliyor? Anılan anlaşmaya taraf olan devletler egemenlik yetkilerinin bir kısmından feragat etmek suretiyle, anlaşmaya taraf başka bir devlete o devletin kendi ülkesinde belirli koşullar altında sınır ötesi "observasyon" ve sıcak takip yapma olanağı veriyor. Bu denli önem arz eden konuların Adalet Komisyonundan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinden kaçırılarak Adalet Bakanlığı tarafından yönetmeliklerle düzenlenmesine olanak sağlanması da ayrı bir vahamet konusu.

Anayasa'da öngörülen ayrık durumlar dışında, yasalarla düzenlenmemiş bir alanda yasayla yürütmeye genel nitelikte kural koyma yetkisi verilemiyor ama geçenlerde, bir milletvekiliniz çıktı "Yasama da bizde, yürütme de bizde, yargı da bizde." diye bir itirafta bulundu. Bu kanunda o itirafın aslında çok somut bir örneğini göreceğiz.

Şimdi, taraf olduğumuz Ceza İşlerinde Karşılıklı Adli Yardım Avrupa Sözleşmesi'nde -kısa adıyla CİKAYAS- olan delil, dosya ve belgelerin gönderilmesi hükmü yasa tasarısında yok. Dolayısıyla, adli yardımlaşma talepleri kapsamında belge talep edildiğinde, müstakil mevzuatımızda buna ilişkin bir düzenleme olmaması nedeniyle delillerin, transferin reddedilebileceği düşünülüyor.

Ayrıca, gene CİKAYAS'ta yer alan tanık ve bilirkişilerin ifade vermesi, tanık ve bilirkişilerin yabancı devletin adli makamları önüne bizzat çıkması, tanık sıfatıyla veya yüzleştirilmek amacıyla tutuklunun geçici nakli ve bağışıklık, hususiyet ilkesi tasarıda gene yok.

Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi'nde yani SİDAS'ta yer alan hususilik ilkesi tasarıda yok.

Ama, tasarıda çok önemli bir şey var: Tasarının 2'nci maddesinde Adalet Bakanlığı merkezî makam olarak tanımlanıyor ve pek çok maddede de bu merkezî makama yani Adalet Bakanlığına çok önemli yetki ve görevler veriliyor. Ancak, bu görev ve yetkilerin, örneğin 3'üncü maddenin (4)'üncü fıkrasında olduğu gibi, yargı mercilerinin de üstünde konumlanmayı gerektirecek amir hükümler içermesi gözetildiğinde, bu durumun siyasi bir makam olan Adalet Bakanlığının yargı mercilerinin üstünde konumlanması sonucunu yarattığı, güçler ayrılığı ilkesine aykırı olduğu çok açıkça görülmektedir. Ben, aynı, okuyayım bu maddeyi, diyor ki: "Merkezî Makam -yani Adalet Bakanlığı- devletlerce ileri sürülen şartları kabul edebilir veya istenen teminatı verebilir. Merkezî Makamca kabul edilen şartlar veya verilen teminatlar adlî mercileri bağlar." Yani, Adalet Bakanı yargının üstünde, yargıya talimat veren bir konumda konumlandırılıyor. İşte, bu, güçler ayrılığı ilkesine aykırı bir durum.

Kuşkusuz ki devletlerin diğer devletlerle ilişkilerinde egemenlik haklarını gözetme kaygısıyla bazı işlemlerde yürütme organına yetki tanıması doğal gibi görünse de bu durum yargının görev alanına doğrudan müdahaleyi gerektirici nitelikte olmamalı. Kaldı ki her ne kadar idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolu açık olsa da Adalet Bakanlığının tasarruflarının yargısal denetime sahip olacağı düşünülse de sonuçta, çok az kişinin bildiği bir uluslararası yazışma faaliyetinin yargı önüne götürülmesi zor görünmekte.

Yine, HSYK'nın Başkanı konumundaki bir Bakanın olumsuz kararlarına karşı HSYK'ya tabi yargı mensuplarının karşı çıkması da konjonktürel olarak uzak bir olasılık. Anayasa'mızın 138'inci maddesinin ikinci fıkrasında "Hiçbir organ, makam, merci ve kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz." hükmü var. Dolayısıyla, merkezî makamın yani Adalet Bakanlığının yargı mercisi adına taahhüde girmesi ve bunu yargı mercisine bağlamasının Anayasa'nın 138'inci maddesine de aykırı bir durum yaratacağı açık.

Tasarının 11'inci maddesinin (1)'inci fıkrasında cinsel kimliğin iade edilmeme nedeni olarak gösterilmemesi doğru değil. Şimdi, bizim yasalarımızda eş cinsellik bir suç değil fakat çoğu ülkenin yasalarında eş cinsellik idamı gerektirecek bir suç. Cinsel tercihin iade edilen ülkede eziyet, fena muamele ya da idamı gerektirmesi hâlinde iade edilmemenin gerektiğinin kanun tasarısında mutlaka olması gerekir.

Yine, savaş suçunun siyasi suç olarak kabul edilmemesi uzun vadede ülkemizi uluslararası alanda güç duruma düşürmektedir.

22'nci maddede, merkezî makama yani Adalet Bakanlığına iade taleplerini reddetme konusunda soyut ve geniş bir takdir yetkisi tanınmaktadır. Benden önceki hatiplerin söylediği gibi, aslında bu ilk etapta şu ünlü Reza Zarrab'la ilgili adli iş birliği taleplerinde Adalet Bakanının işlerine gelmediği durumda bilgi ya da belgeyi diğer devlete vermesinin engellenebileceği düşünülmektedir. Keza, aynı durum infazın devrinde de söz konusu.

Tasarının 30'uncu maddesinde yer alan, Türkiye'ye hükümlü naklinin bir anlamda soyut yetkiyle Adalet Bakanlığına bırakılması, infazını memleket toprağında geçirmek isteyen Türk vatandaşlarının hakkını açıkça sınırlandıran bir girişim.

Bu çerçevede Cezaî Konularda Uluslararası Adlî İşbirliği Kanunu Tasarısı'yla temel ilkelerin konulması, çerçevenin çizilmesi, sınırsız, belirsiz geniş bir alanın idarenin düzenlemesine bırakılmaması gerekmektedir. Oysa, bu alanda taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler çerçevesinde tasarı incelendiğinde, uluslararası sözleşmelerde temel olan bazı hususların tasarıda düzenlenmediği görülmekte.

Tasarının "Yönetmelik" başlıklı 35'inci maddesinde, biraz önce anlattığım gibi, aslında, aslı 200 madde olan fakat 38 maddeye indirilen ve kalan 170 maddenin Adalet Bakanlığının yönetmeliklerle düzenlemesini sağlayacak bir düzenleme var. Yani aslında, daha çok fazla şey söylenebilir fakat görüyorum ki bu teknik konular sayın milletvekillerinin, AKP'li milletvekillerinin çok fazla ilgisini çekmiyor. O zaman, biraz ilgilerini çekecek şeylerden bahsedelim.

Şimdi, son haftalarda görüyoruz ki bu kürsüye çıkan çoğu AKP'li hatip Cumhuriyet Halk Partisini HDP'yle ya da bizim açık nitelediğimiz, terör örgütü PKK'yla aynı paralelde göstermeye çalışıyor.

Arkadaşlar, paralel bizde olmaz. Hani sizin eski ortağınız, şimdiki paraleliniz olan cemaate de dikiz, size de dikiz, terör örgütü PKK'ya da dikiz, IŞİD'e de dikiz.

Şimdi, düşünüyorum ben yani biz ne yaptık da ya da ne yapmadık da böyle bir algı yaratmaya çalışıyorsunuz? Biraz araştırdım, acaba kim PKK'ya yakın, PKK kimin gözünün nuru, bir bakalım. Ben, geçenlerde de yaptım, Sayın Bostancı kızdı bana "Sen işine gelenleri söylüyorsun." diye, gene işime gelenleri söyleyeceğim. Cumhurbaşkanı Erdoğan demiş ki: "PKK'yla görüşen arkadaşı ben gönderdim, sıkıntısı olan varsa bana söylesin." Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan demiş ki: "Öcalan'ın olayları okuma kabiliyeti ve tecrübesi var, o bölgenin yeni aktörüdür." Beşir Atalay "Abdullah Öcalan Kürtlerin lideridir, onun mesajları bizim de düşüncemizdir." demiş ve Başbakan Yardımcınız Bülent Arınç "Sayın Öcalan demeyi ve PKK bayrağı açmayı suç olmaktan çıkardık." demiş.

Şimdi, doğru, belki halkımızın haberi yok, gerçekten de siz bunları suç olmaktan çıkardınız. Şimdi de Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan diyor ki: "Şu dokunulmazlıkları kaldıralım, HDP'lileri yargılayalım." Yargılayamazsınız, yargılayamayacaksınız. Neden biliyor musunuz? Siz bunları, gerçekten de 6551 sayılı Yasa'yla suç olmaktan çıkardınız. Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun'u 10/7/2014'te kabul ettiniz ve terör örgütünün propagandasını yapmayı suç olmaktan çıkardınız. Buyurun elimde, 6 maddelik bir kanun. HDP'li vekillerin dokunulmazlığı kalksa bile, kendi çıkardığınız kanun yüzünden onları yargılayamayacaksınız. Ben HDP'li vekillerin dokunulmazlık dosyalarına şöyle bir göz gezdirdim; yüzde 80'i terör örgütünün propagandasını yapmak. İşte, sizin çıkardığınız bu 6551 sayılı Yasa'yla maalesef, terör örgütünün propagandasını yapmayı, Sayın Arınç'ın söylediği gibi "Sayın Öcalan" demeyi, PKK bayrağı açmayı suç olmaktan çıkardığınız için, amacınıza ulaşamayacaksınız.

Şimdi, biz ne yapmışız? PKK'yla Oslo'da göz göze oturan sizsiniz, HDP'yle Dolmabahçe'de diz dize oturan sizsiniz, Salih Müslim'i kırmızı halılarla karşılayan sizsiniz. Terör örgütünün bombacısının cenazesine gitti diye eleştiriyorsunuz HDP'yi, tarihini de söyleyeyim...

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Ya, savunmak sana mı düştü!

CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) - Galip Ensarioğlu bir terörist olan Şerzat Diyarbaz kod adlı Abdulkadir Durgın'ın taziye çadırına gitmedi mi? Mazereti de "O zaman PYD terör örgütü değildi." Habur'da teröristleri davul zurnayla karşılayan sizsiniz. Hâkimleri teröristin ayağına götüren sizsiniz. Bu ülkenin şanlı Silahlı Kuvvetlerinin "Şurada terörist yığınak yapıyor, burada bomba hazırlıyor, burada eylem hazırlığında." diye 290 defa valiliklerden izin istemesine rağmen, valiliklere izin verdirmeyen sizsiniz. Şimdi, kim oluyor PKK'nın destekçisi? 2002'de, siz geldiğinizde terör mü vardı? Yani, şimdi Sayın İçişleri Bakanı konuşmasında dedi ki: "Biz geldiğimizde olağanüstü hâl vardı, kim diyor biz geldiğimizde terör yoktu?" E, yoktu. İşte, o olağanüstü hâl sonuç vermiş idi; ölen, şehit haberi falan gelmiyordu. Hani, 2002'de şehitler oluyordu da bizden saklıyorduysanız, onu bilemem. Amma velakin, kendi, terör örgütü PKK'yı, iyi niyetle ya da kötü niyetle, palazlandıracak her türlü icraatı yapan, işine geldiğinde "çözüm süreci" diye konuşup "Seni başkan yaptırmayacağız." dediler diye çözüm sürecini buzdolabına kaldıran, Dağlıca'da 16 askerimiz şehit olduğu gece "Bazı şehit babalarının karakteri bozuk." diyen sizsiniz. Şimdi bize söyleyin: PKK'nın destekçisi biz miyiz, siz misiniz?

Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)