GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cezaî Konularda Uluslararası Adlî İşbirliği Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:75
Tarih:19.04.2016

HDP GRUBU ADINA BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Bugün, burada, Cezaî Konularda Uluslararası Adlî İşbirliği Kanunu Tasarısı'nın geneli üzerinde söz almış bulunmaktayım.

Türkiye, cezai konularda adli işbirliğine ilişkin çok sayıda uluslararası sözleşmenin ve ikili anlaşmanın tarafıdır. Bu sözleşmelerin ve anlaşmaların etkin bir şekilde uygulanması için buradaki ilkelerin bir araya getirildiği bir çerçeve yasanın çıkarılması elbette ki şarttır. Bu kadar teknik bir konuda dağınık bir hâlde bulunan düzenlemelerin bir araya getirilmesi elbette ki oldukça önemli. Bugün tartışacağımız bu tasarı, genel olarak, şimdiye kadar taraf olduğumuz sözleşmelerdeki genel hükümleri içermekle birlikte tabii ki eksik olduğu noktalar var.

Öncelikle, son ayların alışkanlığı olsa gerek, yine alelacele geçirilmeye çalışılan bir kanunla karşı karşıyayız. Malumunuz, iktidarın vize muafiyeti çalışması sözü nedeniyle haziran ayına endeksli bir çalışma takvimimiz var ve hızla bu temponun içinde bulunmaktayız. Önceki tasarılarda olduğu gibi bu tasarıyı da incelemek için sadece üç beş gün zamanımız olabildi ve çok detaylı inceleme imkânımız olamadı, maddeler üzerinde verimli bir tartışma yürütülmedi, verimli tartışma olmayınca da iktidar partisi, muhalefeti bastırdığını düşünüyor.

Her ne kadar diğer kanunlara kıyasla daha özenli hazırlandığı tarafımızca fark edilmiş olsa da, yeterince tartışılmadan, paydaşlarınca yeterli görüş alınamadan ve kamuoyunda da yeterli tepkileri gözlemlemeden çıkarılmasından dolayı elbette ki haklar ve özgürlükler bakımından endişelerimizi artıran bir yapısı var. Bütün bu kanunlar için hepimizin aklımızda bulundurması gereken bir nokta olduğu kanaatindeyim. Avrupa Birliğinden haziran ayına kadar süre almış olabilirsiniz ama kanunların uygulama süresi haziranda bitmeyecek. Yani biz bu kanunları uzun süreli olması için hazırlamalıyız. Bu nedenle her kesimin kaygılarını rahatlıkla ifade edebileceği ortamların hazırlanması bu Meclisin en önemli görevlerinden biri olmalıdır.

Değerli milletvekilleri, daha önce de belirttiğim gibi, teknik ve gerekli bir kanun olmasına rağmen sorunları da yok değil, elimden geldiğince bu sorunları sizlere aktarmaya çalışacağım. Öncelikle, ademimerkeziyetçilik iddiası ve vaadiyle iktidara gelen AKP, merkeziyetçiliğe doğru tam gaz devam etmektedir. Devlet işlerini tek merkezden ele alma gayreti öyle bir noktaya gelmiş ki hukukun üstünlüğü ilkesi bu iktidar döneminde neredeyse yok hükmündedir. Kanunu incelerken görmüşsünüzdür, merkezî makam olarak belirlenen Adalet Bakanlığı son derece geniş yetkilerle donatılmıştır ve bu yetkiler doğrultusunda Bakanlığın verdiği kararlara bütün adli mercilerin de uyması beklenmektedir. Peki, devletlerce ileri sürülen şartların veya merkezî makamca verilen teminatın hukuka aykırılığı durumunda ne olacak? İdari bir makamın verdiği teminat ya da kabul ettiği şartların yargıyı da bağlamasını nasıl beklersiniz?

Ayrıca, tasarının 19'uncu maddesinde, iade kararının yerine getirilmesi, Başbakanın kararına bağlı hâle getirilmiştir. Eskiden Bakanlar Kurulunun yetkisi kapsamında olan iade kararının tek kişiye bağlanması, demokrasideki çoğulculuk ilkesi açısından uygulamayı geriye götürmektedir. Çoğulculuk ilkesiyle çeliştiği gibi, her kararı tek başına verme kaygısı, kendi Kabinesine güvenmeyen bir iktidar izlenimi de doğurmaktadır.

Adalet Bakanı ve Başbakanın, mahkemelerin karar vereceği adli iş birliği talepleriyle ilgili son sözü söyleyecek olması, hukuk devleti olmanın en önemli göstergelerinden olan hukukun üstünlüğü ilkesiyle çelişmektedir. Adli meselelerde yürütmenin yargıya müdahalesinin önüne geçmek için, mevcut tasarıda bakanlara verilen yetkiler asgari düzeye indirilmelidir. Ayrıca, bu makamların adli iş birliği ve iadeye ilişkin kararlarının hukuka aykırılığı durumunda, kararların denetimi için başvurulacak itiraz yolunun ilgili maddelerde açıkça belirtilmesi gerekiyor. İtiraz yolunu Türkiye'de ikamet edenler biliyor olsa bile, uluslararası ayağı olan bu kanunun, Türkiye vatandaşı olmayan kişiler için de yol gösterici olması gerekir.

Değerli milletvekilleri, belki takip etmişsinizdir, bugün yine Amerika'dan Reza Zarrab'la ilgili haberler vardı. Bu haberlere göre, Reza Zarrab hakkındaki davanın 30 Martta yenilenen iddianamesinde, Türkiye ilk kez suçun işlendiği ülkeler arasında sayıldı. Gerçi Zarrab'ın tutuklandığı ilk günden beri biz bunu biliyorduk ve ifade ediyorduk.

Yenilenen iddianameye göre Zarrab'a yöneltilen, ABD çıkarlarına karşı komplo kurmak için iş birliği, İran'a karşı uygulanan uluslararası ambargoyu delmek, banka sahteciliği ve kara para aklama suçlamalarının işlendiği yerlerden biri de Türkiye. Bu durumda, suç Türkiye'de işlendiği için, ilgili savcı, Zarrab'ın bu suçları kimlerle birlikte ve nasıl işlediğini araştırma, dosyasına koyma ve ifadesini alma hakkına sahip oldu.

Konumuz uluslararası adli iş birliği olunca, sormadan edemiyoruz. Amerika Birleşik Devletleri, Reza Zarrab soruşturması için Türkiye'ye iş birliği talebinde bulununca Hükûmetin yanıtı ne olacak? Bu suçlamaların araştırılması için iş birliği yapacak mı? Yoksa tasarının 4'üncü maddesinde yer aldığı gibi, Türkiye'nin millî güvenliği, kamu düzeni ve diğer temel çıkarları ihlal edilecek kaygısıyla bu talepleri görmezden mi gelecek? Türkiye'de artık millî güvenlik AKP'nin güvenliği, kamu düzeni de AKP'nin düzeni olduğu için, üstelik 17-25 Aralık süreci de hâlâ dün gibi hafızalardayken, ileride bu kanunun Reza Zarrab için uygulanıp uygulanmayacağını doğrusu çok merak ediyorum.

Değerli milletvekilleri, tasarının Komisyon görüşmeleri sırasında üzerinde durduğumuz bir konu da bu tasarının mevcut iktidarın muhafazakâr kaygıları nedeniyle herkese eşit koruma sağlamıyor olmasıdır. Bildiğiniz üzere, bundan önce gelen ve insan haklarını etkileyen kanunlarda da bütün ayrımcılık temellerinin sıralanmasını ve AKP iktidarının görmemekte ısrar ettiği cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği farklılıklarının da koruma altına alınmasını sıklıkla vurgulamıştık.

Mevcut tasarının 4 ve 11'inci maddeleri, kişilerin ırkı, etnik kökeni, dini, vatandaşlığı, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi görüşleri nedeniyle cezalandırılma riski varsa iade taleplerinin yerine getirilmeyeceğini belirtmektedir. Biz de diyoruz ki buraya "cinsel yönelim" ve "cinsiyet kimliği"ni ekleyin çünkü çok sayıda ülkede eş cinsellik suçtur. Özellikle İran, Rusya, Yemen, Suudi Arabistan, Özbekistan, Hindistan gibi ülkelerde, 20'yi aşkın ülkede eş cinsellik suç sayılmakta ya da bunun ifade edilmesine karşı yasalar bulunmaktadır. Kaldı ki sırf eş cinsel olduğu için adını saydığım bu ülkelerden kaçıp Türkiye'ye sığınan çok sayıda insan var. Bu tasarıya onları da koruyacak düzenlemeleri eklemediğimiz müddetçe bu ülkelerdeki kişilerin tercihleri, cinsel kimlikleri nedeniyle cezalandırılmasına aracı olmuş olacağız.

Komisyon toplantısında bu kaygılarımızı dile getirdiğimizde, Sayın Bekir Bozdağ muhafazakâr demokrat bir parti olarak halka karşı sorumluluklarının olduğunu ve siyasi tavırlarının çok net olduğunu ifade etti. Yaşam hakkını ve temel insan haklarını öncelemeyen bir tutum takındığınız müddetçe demokrat olduğunuza kimseyi inandıramazsınız Sayın Bakan. Kaldı ki Türkiye'yi yüzde 50'den ibaret sayıyorsunuz ama defalarca hatırlattığımız şu gerçeği tekrar dile getirmek isterim: Siz yüzde 100'ün Bakanısınız ve bu şekilde davranmadığınız müddetçe görevinizi kötüye kullanıyor olacaksınız. Kaldı ki cinsel yönelimi sizden farklı olduğu için yaşam hakkı tehdit edilen kişileri korumamanın bahanesi olarak muhafazakârlık gösterilemez. Bu kriter ne yaşam hakkı ne de diğer temel hakların bahanesi ve istisnası olamaz.

Yine, 11'inci maddenin (2)'nci fıkrasında iade talebinin reddinin istisnası olarak sunulan suçlar arasında savaş suçuna yer verilmemiştir. Roma Statüsü'ne taraf olmadığımız için Uluslararası Ceza Mahkemesinin yetkisini tanımıyor olmamız savaş suçu işlemiş kişileri koruyacağımız anlamına gelmemektedir. Roma Statüsü'ne henüz taraf olmamak zaten başlı başına bir ayıp ama taraf olmadığımız için savaş suçunu koruyor görünmemiz bu ayıbı daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Bu nedenle, savaş suçlularının korunmaması ve iadesinin önüne geçilmemesi için savaş suçunun da insanlığa karşı suçların yanında açıkça belirtilmesi gerekir.

Değerli milletvekilleri, bu tasarının birçok maddesinin Ceza Muhakemesi Kanunu hükümleriyle geçerli olan CMK'yla tam uyumlu olduğunu söylemek yanlış olur; bir kısmında geçiyor, bir kısmında geçmiyor. Örneğin, CMK'da geçici tutuklama süresi otuz günken tasarının 14'üncü maddesinde bu sürenin en fazla kırk gün olduğu belirtilmektedir. Uluslararası adli iş birliği söz konusu olduğunda geçici tutuklama süresinin on gün artırılmasının nedeni anlaşılamamaktadır. Ayrıca, yabancı kişiye ihtiyaç duyduğunda avukat ve tercüman sağlanmasına dair bir hüküm ısrarlarımıza rağmen tasarıya eklenmemiştir. Bu tasarının belirli maddelerinde CMK hükümlerinin uygulanacağı doğrudur ancak bu uygulamanın yabancı kişilerce de kolaylıkla bilinebilmesi ve mahkemelerde yaygın hâle gelmesi için tercüman ve avukat hizmetinin açıkça belirtilmesi gerektiği kanaatindeyim. Kaldı ki, bunu belirtmediğimiz takdirde Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi'ne Ek 3 No.lu Protokol'ün hükümleriyle de çelişmiş olacağız. 22 Martta imzaladığımız bu protokolü ileride onaylayacağımız düşünülürse, CMK'nın yanı sıra uluslararası yükümlülüklerimizle uyum sağlamak ve ileride adli makamlarda oluşabilecek karışıklıkları önlemek için bu noktaların tekrar değerlendirilmesi gerekir.

Tasarıya dair belirtmek istediğim bir başka husus ise Türkiye'nin iade talepleri ve şartlarını düzenleyen 22'nci maddeyle ilgili olacak. Söz konusu maddede millî güvenliğin ve uluslararası ilişkilerin zarar görme ihtimalinin bulunması hâlinde Adalet Bakanlığının, iade talebini yabancı devlete iletmeyeceği belirtiliyor. Türkiye'nin suç işlediği iddiasıyla birinin iadesini istemesinin millî güvenliğe nasıl zarar vereceğini anlamakta güçlük çekiyoruz. Türkiye'nin yargılama yetkisine giren bir konuda, yargının önüne getirilmesi gereken bir kişiden yargı kararıyla değil de idarenin kararıyla nasıl vazgeçebiliriz? Bunun adı, siyasi otoritenin tasarrufuyla suçluları yargının önünden kaçırmaktır. Yeri geldiğinde "egemenlik" diye ahkâm keserken yargı egemenliğini etkisiz kılmanın hiçbir anlamı yoktur. Komisyon toplantısında bu hükmün istisnai bir hüküm olduğu ve şimdiye kadar böyle bir vakaya denk gelinmediği Adalet Bakanlığı tarafından belirtilmiştir. Gerçekleşme olasılığı bu kadar düşük ise siyasi mercilerin yargıya yön vermesine neden olabilecek ve yargı egemenliğini olumsuz etkileyecek bu düzenlemeyi kanuna neden ekliyoruz? Bu husus açıklanamadı.

Değerli milletvekilleri, başta da belirttiğim gibi, sadece Avrupa Birliğiyle yürütülen vize serbestisi görüşmelerinin koşullarının yerine getirilmesi için alelacele kanunlaştırılması, tasarının ilgili taraflara danışılarak detaylıca incelenmesini engellemekte ve Meclisin yasama yetkisini güçsüzleştirmektedir. Bu nedenle, katılıma imkân vermeyen her türlü yasama çalışmasında olduğu gibi, Cezaî Konularda Uluslararası Adlî İşbirliği Kanunu Tasarısı'nın da bu yöntemle kanunlaşmasına karşı olduğumuzu belirtmek istiyorum.

Saygılar sunuyorum, teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)