| Konu: | Türkiye'yi ve çevre ülkeleri istikrarsızlığa sürüklediği ve küresel denklemde aktör olmaktan uzaklaştırdığı ileri sürülen politikalarda sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergenin (11/5) ön görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 74 |
| Tarih: | 18.04.2016 |
CHP GRUBU ADINA ÖZTÜRK YILMAZ (Ardahan) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisinin Sayın Dışişleri Bakanımız aleyhine vermiş olduğu gensorunun görüşmelerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Doğrusu, Türkiye'nin şu anda hem iç politikada hem dış politikada yaşamış olduğu ağır sorunlar, artık her gün izlemeye alışık olmaya başladığımız şehit cenazeleri, sürekli çatışma görüntüleri, Türkiye maalesef sanki bir Orta Doğu ülkesiymiş gibi bir izlenim yaratıyor.
Bizim gerçekten dış politikayla ilgili iyi bir analiz yapmamız gerekir ancak bugün Meclisin sıraları maalesef boş ve daha da önemlisi, normalde böyle tartışmaları kamuoyuna aksettirmesi gereken, kamuoyuna yayması gereken Meclis televizyonu da bugün işlev görmüyor. Biz, aslında, seçildiğimiz halka karşı sorumluyuz; ne düşündüğümüzü anlatmak zorundayız, ne hissettiğimizi anlatmak zorundayız. Olan doğru varsa, elbette onu biz de takdir ederiz ama mutlaka yanlışın üzerine gitmek zorundayız. Başka şekilde muhalefet partisinin Mecliste görevi olamaz ve bu, bizim asli görevimizdir.
Bugün dünya tek kutupluluktan tekrar çok kutupluluğa doğru bir dönüşüm geçiriyor. Yerkürenin büyük bir bölümünde terör, açlık, toplu göç, iç savaş yaşanırken küçük ve istikrarlı diğer bir bölümünde de keza terör tehdidi, mülteci krizi ve ekonomik daralma sorunları yaşanıyor. Bugün dünyada devletlerin sınırları değişiyor, dünya yeniden bir şekil alıyor özellikle Orta Doğu'da. Etnik ve mezhep terörü ve siyasi sürtüşmeler yeni devletçiklerin filizlenmesine sebep oluyor. Orta Doğu ve Afrika'da siyasi çalkantı ve ülkelerin kırılgan yapıları yeni sınırların ortaya çıkmasına yol açıyor. Esasen, diğer bir söylemle, Orta Doğu'nun sınırları yeniden çiziliyor. Önümüzdeki yirmi yıl içerisinde belki de daha fazla devlet göreceğiz ve bunların çoğu Orta Doğu'dan çıkacak ve yine bu ufalanma devam ederse Orta Doğu'da nüfusu 15 milyonun üzerinde belki ülke kalmayacak. Yeni bir dinamik Orta Doğu'yu şekillendiriyor.
Sadece devletlerin sınırları mı değişiyor? Aynı zamanda rejimlerde de değişiklik var, rejimler değişiyor. Bugün bölgemizde Baasçılık, otokratik yapısı ve antidemokratik uygulamaları nedeniyle tasfiye ediliyor. Vahabi, selefî ve tekfirî anlayış şiddet ve terörle özdeşleştirilmiş ve nefretle karşılanıyor. Bize giydirilmek istenen ılımlı İslam ise bugün terk edilmiş. Bunun Türkiye'de, AKP dışında, bir grup dışında savunucusu kalmamış. Böyle bir ortamda etnik ve mezhepsel fay hattının üzerine çıkabilecek, daha bütünlükçü bir siyaset oluşturabilecek belki de yegâne merhem yine laiklik. Orta Doğu'nun halkları bu çekişmeden, bu sürtüşmeden ancak laik bir devlet yapısının yaratılmasıyla çıkabilirler.
Diğer bir taraftan dış politikanın geleneksel araçlarında da değişiklik olmaya başladı bu dönemde. Aktif dış politika adına geleneksel dış politika araçları terk edilmeye başlandı. Güdümlü sivil toplum örgütleri aracılığıyla Türkiye'nin itibarına gölge düşürebilecek devlet dışı aktörlerle ilişki kurulmaya başlandı. Bu dönemde parti-devlet ilişkisi, bir süre sonra lider-devlet ilişkisine dönüştü ve maalesef Türkiye'deki siyasi iktidarın kaderi ile sanki Türkiye'nin kaderi birmiş gibi takdim edilmeye başlandı. Dışişleri ve güvenlik bürokrasisinde de kurumsal yapı yıpratılmaya başlanmıştır. Bu yıpranma sonucu, kurumlar değil bireyler üzerinden ilişkiler götürülmeye başlandı ve maalesef hâl böyle olunca dış politika şahsileştirildi. AKP'nin dış politikasında âdeta kavram enflasyonu olarak gördüğümüz "akil ülke", "oyun kurucu ülke", "vicdani politika" gibi söylemler arazide yapılan üst üste hatalarla geçersiz kılınmaya başladı. Uygulanan mezhepçi, gerçeklikten uzak, kişiselleştirilmiş, hayalci, öngörüsüz, dışlayıcı, üstten bakan, dengeleri gözetmeyen, mezhepçi ve kibirli yaklaşım nedeniyle Türkiye, maalesef, bölgede ve dünyada yalnızlaştırıldı, itibarı ve imajı zarar gördü.
Yakın bölgemizde köklü sosyal, siyasi ve ekonomik gelişmeler olurken yapılan yanlış tercihler sebebiyle, uluslararası konjonktürün ve gelişmelerin doğru okunamaması nedeniyle, iç politikanın dış politikaya alet edilmesi ve kişisel çıkarların dış politikada takip edilmeye başlanması nedeniyle özellikle Irak, Suriye, Mısır ve Libya'da ülkemiz aleyhine siyasi kaotik yapılar oluştu. Bir zamanlar kırmızı çizgi olarak takdim edilen her ne varsa bugün aşındı. Esasen insan kaynakları, bulunduğu coğrafya, jeopolitik konumu nedeniyle ülkemiz bölgesinin lideri ve küresel büyük bir aktör olması gerekirken, maalesef, uyguladığı yanlış politika nedeniyle çevresinde istenmeyen insan, istenmeyen ülke hâline geldi. Türkiye uygulanan bu dış politikayla artık dost kazanmamakta, düşman çoğaltmaktadır. Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da mevcut rejimlerin varlığından elbette başta bu ülkelerin halkları rahatsız olmakta ancak rejim değişikliklerinin dışarıdan empoze edilmesi, rejim değişiklikleriyle bölgenin şekillendirilmeye çalışılmasından da bu halklar zarar görmekte ve bunlar tepki vermektedir.
Arap Baharı fantezisine uyulup bölgede rejim değişiklikleri yapılmaya çalışıldı ve askerî müdahaleler desteklendi ve maalesef bunlar bugün nefretle karşılanıyor bölgede. Türkiye'ye yönelik negatif bir algı oluşması bu süreçte başladı özellikle Orta Doğu'da.
Türkiye bugün dış politikasında bölgesel bir aktöre yakışan küresel bir dil kullanmıyor, daha İslami bir dil kullanıyor; maalesef normalde alışık olmadığımız bir dil kullanıyor ve bu dil maalesef başka dünyalarda farklı şekillerde algılanıyor ve bu dil devam ettiği sürece de Türkiye'nin mezhepçilikle özdeşleştirilir hâle gelmesini önleyecek hiçbir engel kalmıyor. Bugün dış politikamızdaki en büyük sorun mezhepçiliktir. Sisi'ye Mursi'nin gözüyle bakan, Mahmut Abbas'a İsmail Haniye'nin gözüyle bakan, Irak Merkezî Hükûmetine Nuceyfilerin gözüyle bakan anlayış mezhepçiliktir. (CHP sıralarından alkışlar)
HALİS DALKILIÇ (İstanbul) - Sen Türkiye'ye kimin gözüyle bakıyorsun?
ÖZTÜRK YILMAZ (Devamla) - Türkiye'nin gözüyle bakıyoruz. Türkiye'ye Türkiye'nin gözüyle bakıyoruz.
Esad'ın devrilmesi planının arkasında yatan ana unsur da, maalesef, mezhepçilik değil de nedir?
Bölgemize Sünni bakış açısıyla yaklaştığımız bütün çıplaklığıyla artık gözler önüne serilmiştir. Artık mesele bunun inkâr edilmesi değil, mesele bunun düzeltilmesidir.
Laiklik bir yük olarak görülüp bir kenara itilince Türkiye, Orta Doğu'da mezhepçilik çukuruna itildi. "Mezhepçilik" derken esasen "Sünnicilik" de, bunun da ötesinde bir şey kastediliyor, "mikro Sünnicilik" yapılıyor, "İhvancılık". İhvan anlayışında diretildiği müddetçe Mısır'la ilişkilerin normalleştirilmesi mümkün olmayacak. İhvan anlayışıyla diretildiği müddetçe Filistin halkının birlikteliğini tam ortadan bölen çatışmayı keskinleştirecek ve kalıcı hâle getirecek. İhvan anlayışıyla diretildikçe radikal cihatçı unsurların Suriye'de ölüm kusmasının önüne geçilemeyecek. Bu sakat anlayıştan mutlaka Türkiye'nin kurtulması gerekiyor. Türkiye'nin artık dış politikada bir mezhebi, bir dini refere alan ve bunlar üzerinde giden bir siyaset izlememesi gerekiyor.
Esasen üç kitap okuyup kendini terör uzmanı, Orta Doğu uzmanı, AB uzmanı, Rusya uzmanı, ABD uzmanı sanan entelektüel kılıklı akıl fukarası cahilleri, bu devletin bekası için, devlet yönetiminde para verip danışman olarak tutmaktan vazgeçmedikçe hiçbir şey değişmeyecek. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar) Hezimeti zafer, karayı ak, kötüyü iyi, yalanı gerçek gibi takdim eden anlayış sizi de dış politikada başarılı ilan etmektedir.
Bizim artık bu dönemde bir öz eleştiri yapmamız gerekiyor. Dış politika niçin yapılır? Niçin dış politika yapılır? Eğer bir ülkenin sınırlarını korumaya yaramıyorsa, dışarıda Türkiye'ye güvenlikli bir ortam sağlayamıyorsa, Türkiye'nin ürettiği ürünlere dışarıda pazar bulamıyorsa, dışarıdan "know-how" getiremiyorsa dış politika ne işe yarar? Dış politika somut sonuçlar almak için gerekir. Suriye'de iç savaş, Irak'ta çekişme, Rusya'yla gerginlik, ABD'yle güven bunalımı ve AB'yle yapılan at pazarlığı; alınan sonuçlar bunlar. Bizim bundan sonra dış politikada mutlaka kapsamlı bir değişiklik yapmamız gerekiyor. Bunu, ülkemizin güvenliği, ülkemizin kudreti, iç barışımız, dışarıdaki güvenliğimiz için yapmamız gerekiyor. Burada artık bir muhalefet-iktidar anlayışıyla değil, büyük bir sorumlulukla davranmamız gerekiyor. (CHP sıralarından alkışlar)
Suriye'nin geleceği ne olacak? Nasıl bir Suriye şekillenecek? Bizim rolümüz ne olacak? Biz şu anda Suriye tablosundan dışlanmış durumdayız. Daha önceden de söylemiştim, burada tekrar etmek istiyorum: Bizim Suriye'deki stratejik derinliğimiz, maalesef, bir obüs topunun menzilinden daha ileri gitmemektedir. Bu, stratejik derinlik değildir, artık stratejik sığlıktır; yeni bir anlayış gerekiyor. Suriye'de sadece diplomatik çözümden dışlanmadık, askerî olarak da dışlandık. Suriye'de yeni bir şekillenme var. Belki de önümüzdeki birkaç ay içerisinde Menbic'e büyük bir operasyon olacak, akabinde Rakka'ya bir operasyon düşünülüyor. IŞİD'den boşalan yerler ne olacak, kim alacak bunları? Nasıl bir Suriye şekillenecek? Suriye'nin toprak bütünlüğü sağlansa bile iç sistemi nasıl şekillenecek? Türkiye'nin rolü ne olacak burada? Bunlarla ilgili bir çalışma var mı? Biz bir çalışma göremiyoruz maalesef.
Öte yandan, Irak'taki IŞİD tehdidi... Mutlaka Amerika yönetimi bu aralar, belki önceliğine Rakka'yı almış, IŞİD'le ilgili kapsamlı bir operasyon hazırlığı yapmak üzere ama bizim burayla ilgili de kapsamlı bir planımız olması gerekiyor. Bu Orta Irak ne olacak? Irak Anayasası ile bunun bağı ne olacak? Buraya dönük bir askerî harekât yapıldıktan sonra ve burası temizlendikten sonra burada eski sistem mi devam edecek? Irak Anayasası ile Orta Irak'ın bağı ne olacak? Bunların düşünülmesi gerekiyor, bunlara kafa yorulması gerekiyor.
Bir başka konu, maalesef, AB'yle yapılan mülteci anlaşması. Türkiye'yle hakikaten AB'nin güvenliği için bir anlaşma yapıldı. Bize önerilen nedir? Vize kolaylığı, vize serbestliği. Temmuz ayı geldiğinde hep birlikte göreceğiz. Keşke olsa, bundan biz mutlu oluruz; keşke bu rezillik bitse, Türkiye'nin vatandaşları bu rezilliği çekmese ama korkarım ki bu vize anlaşması olmayacak. Geri kabul anlaşmasının bütün maddelerini harfiyen uygulasanız bile bu sanki olmayacak gibi geliyor bize; göreceğiz, bekleyeceğiz.
Diğer taraftan, AB'yle yapılan müzakereler... Bu mülteci anlaşmasında Türkiye'nin başlangıçta 5 tane müzakere faslını açması öngörülüyordu, 5 müzakere faslı. Bu 5 fasıl da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin tek taraflı blokaj ettiği fasıllardı ve sonuç çıktı; açılan teknik bir fasıl, 33'üncü fasıl, o da haziranda açılırsa.
Bizim mültecilerle ilgili de bir stratejimiz yok. Bu mülteciler ne olacak? Bugün gazetelerde, dün gazetelerde yazıyor: "Mültecilere Adıyaman'da 55 bin konutluk proje yapılıyor." Bunlar manşete taşınıyor, sanki bunlar övünülecek bir şeymiş gibi. Bizim aslında bundan utanmamız lazım. Dünyanın bütün yükünü biz çekiyoruz, bizim ekonomimiz çekiyor. Niye biz bunları sanki övünülecek gibi sunalım? (CHP sıralarından alkışlar)
Rusya'yla ilişkiler... Biz Rusya'yla ilişkilerin normalleştirilmesini elbette savunuyoruz ama Putin'in iflah olmaz egosu maalesef ilişkilerin geliştirilmesini sanki bu kısa vadede mümkün kılmayacak gibi görünüyor. Bizim burada da mutlaka yeni bir kanal açmamız gerekiyor, diyaloğu kesmememiz gerekiyor. Özellikle yaz döneminde turistlerin gelişi açısından, Rusya'dan gelecek turist açısından en azından bazı tedbirler almak gerekiyor. Antalya'da -duyduğumuza göre- 2 binden fazla otel satılığa çıkarılmış. Eğer durum böyleyse hakikaten vahim. Türkiye'nin en azından turizm sektörünün çökmemesi için tedbirler alması gerekiyor.
GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) - Yok öyle bir şey! Öyle bir şey yok!
ÖZTÜRK YILMAZ (Devamla) - Doğrusunu siz daha iyi biliyorsunuz, ben sadece okuduğumu belirtiyorum, belki de rakamlar yanlıştır.
Evet, ikinci bir konu: Rusya bugün Türkiye'ye müeyyide uyguluyor. Gaz gelmeye devam ediyor -bu, akıllı yaptırım- ama bizden aldığı bütün tarım mallarında, bütün malzemelerde bir sınırlamaya gidiyor. Bizim artık enerji konusunda çeşitlendirme yapmamız gerekiyor, enerji güvenliği açısından. Türkiye'nin, en azından, Rusya'nın şu anda yaptığını kışa dönük bir hazırlıkla kapatması gerekiyor.
Bir başka konu, Kıbrıs. Kıbrıs'la şu anda müzakereler devam ediyor, kapsamlı çözüm müzakereleri. Pek basına yansımıyor, ne görüşüldüğü konuşulmuyor ama şunu hemen belirtmek isterim: Biz özellikle 3 konuda, iki kesimliliğin sulandırılmaması, garantilerin sulandırılmaması; mülkiyet konusunda, özellikle mülkiyet değişimi konusunda aşırıya gidilmemesi konularında hassasız. Bu konularla ilgili çıkacak anlaşmanın doğru dürüst bir anlaşma olmaması hâlinde, Türkiye'nin güvenliğine, özellikle KKTC'deki Kıbrıslı Türk kardeşlerimizin güvenliğine doğru dürüst bir katkı sağlamıyorsa bu anlaşmanın da reddedileceğini düşünüyoruz. Bundan sonra net takip edeceğiz. Dolayısıyla, bu kez de çözüm olmazsa, bu defa da anlaşmaya varılamazsa, oradan veya buradan bu defa da "hayır" çıkarsa bizim bir B planını artık devreye sokma zamanımız gelmiştir ve bunun zamanı çoktan geçiyor.
Azerbaycan'la ilgili olarak, özellikle Kafkaslarda geçtiğimiz haftalarda tekrar, yeniden başlayan ateşkes hattındaki çatışmalar bizi kaygılandırdı. Biz Azerbaycan'ın şu anda Ermenistan'ın işgali altında olan topraklarının Azerbaycan'ın toprak bütünlüğü içerisinde çözüme kavuşturulmasını istiyoruz. Bu konuda Azerbaycan'ın yalnız olmadığını; iktidar değil, bütün muhalefetiyle ve Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bütün siyasi partilerle Azerbaycan'ın yanında olduğumuzu yayınlamış olduğumuz deklarasyonla ilan ettik, buradan da ilan etmek istiyorum.
Bir başka konu, İsrail'le ilişkilerin normalleştirilmesi. Bizim hiç kimseyle, bölgede hiç kimseyle ilişkilerimizin kötü olmaması gerekiyor. Bizim gücümüz, kuvvetimiz bölgeyle iyi ilişkiler kurmamızdan geçiyor, bölgeyle kavga etmemizden değil. Dolayısıyla İsrail'le de belli bir formatta, Türkiye'nin ilişkilerine zarar vermeyecek bir formatta ilişkilerin yeniden başlatılması, düşürülen ilişkiler seviyesinin yeniden yükseltilmesi konusunda partimiz destekçidir, destek olacaktır.
Bir başka konu, Mısır'la ilişkilerin düzeltilmesi. Bugün, Mısır yönetimiyle ilişkilerin düzeltilmesi konusunda ne kadar arayış olursa olsun, iki konuda eğer bir adım atılmazsa bu mümkün olmuyor. Bir tanesi, burada bulunan, İstanbul'da bulunan Müslüman Kardeşler konusu. Bunu aşırı sorun yapıyorlar. İkinci konu ise bunların İstanbul'dan, Türkiye'den yapmış olduğu yayınlar. Türkiye, eğer Hükûmet bu konularda belli bir adım atarsa Mısır'la ilişkiler tekrar düzelir. Mısır kritik bir ülke, 90 milyon nüfusa sahip bir ülke, Afrika'ya açılan bir ülke. Mısır'a giren bir sanayicimiz Mısır'ın Afrika ülkeleriyle sahip olduğu gümrük kolaylıklarından yararlanıp Afrika'nın içlerine kadar gidebilir. Dolayısıyla bizim, mutlaka yapıcı bir anlayışla bu konuyu ele almamız gerekiyor.
Bu vesileyle, dış politikamızda artık ulusal çıkarlarımızı öne alan, dengeleri gözeten, Türkiye'nin öncelikleri olan bir dış politika yapmamız gerekiyor ve düşman yaratan değil, dost kazanan bir dış politika olması lazım.
Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)