| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 69 |
| Tarih: | 07.04.2016 |
MEHMET ALİ ASLAN (Batman) - Sayın Başkan, Sayın Divan ve Sayın Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bu gece Regaip Kandili. Öncelikle, Regaip Kandili'nin bütün İslam âlemine, ülkemize, bölgemize barış, huzur, kardeşlik getirmesini temenni ediyorum. Bir hadisişerifte Regaip Kandili gecesi yapılan duaların geri çevrilmeyeceği buyurulmuştur. İnşallah, bizler de umuyoruz ki çok masumların kalplerinden hararetihüzünle çıkan "ay"lar, "vay"lar, "ah"lar, "vah"lar rahmetli bir bulut teşkil edecektir ve sadece Türkiye'ye değil bütün dünyaya bir huzur gelecektir.
Bugün, ayrıca, 7 Nisan Dünya Sağlık Günü. Bu vesileyle, biz bütün dünya insanlarının da ülke insanımızın da sağlıklı ve huzurlu günler yaşamasını temenni ediyoruz.
Yine, Mimar Sinan'ın 428'inci ölüm yıl dönümü, kendisine Allah'tan rahmet diliyoruz ve yaptığı eşsiz eserlerin kıyamete kadar baki kalmasını temenni ediyoruz.
Ayrıca, bugün, Öldürülen Gazeteciler Günü. Yani, ben böyle bir günü duyduğumda bile gerçekten inanamadım. Yani, öyle bir gün var mı, böyle bir gün ilan edilir mi, hem biraz utanç duydum hem de ruhum yaralandı. Dünyanın başka bir ülkesinde "Öldürülen Gazeteciler Günü" diye bir gün, eminim yoktur ve olmamalıdır da. Tabii, bu gün, 6 Nisan 1909'da Galata Köprüsü üzerinde kurşunlanan Hasan Fehmi'nin anısına konulmuş bir gündür, verilmiş bir gündür ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti de o güne binaen bu günü Öldürülen Gazeteciler Günü olarak ilan etmiştir.
1909'dan bugüne, 120 gazeteci saldırılarda hayatını kaybetmiştir Türkiye sınırları içerisinde. En son, Azadiya Welat gazetesinin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Rohat Aktaş Cizre'deki bodrumlarda yoğun tank, top atışı neticesinde çökertilen binaların altında hayatını yitirmiştir. Kendisine ve öldürülen bütün gazetecilere de bu gün vesilesiyle biz Allah'tan rahmet diliyoruz.
Tabii, Musa Anter, Ferhat Tepe, Nazım Babaoğlu, Hüseyin Deniz, Hafız Akdemir, Sabahattin Ali, Recai Ünal, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Metin Göktepe gibi de birçok gazeteci silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir. Literatüre, kayıtlara, hukuka daha çok "faili meçhul" olarak geçmiştir ama fail belli ve azmettiriciler belli, buna rağmen aydınlatılmıyor, buna rağmen yargılanmıyorlar. Kendilerine Pulitzer Gazetecilik Ödülü verilmesi gerekirken maalesef, kurşunlar yağdırılmıştır. Biliyorsunuz, dünyada üstün başarı sağlayan gazetecilere ve gerçeği bir şekilde kamuoyuyla buluşturan gazetecilere Pulitzer adında bir ödül veriliyor ama üzülerek söylüyorum ki 120 gazetecimiz Pulitzer yerine kurşunlarla ödüllendirilmiştir.
Şimdi, dünya genelinde Türkiye'deki basın özgürlüğüyle ilgili yapılan bazı istatistiki bilgileri okumak istiyorum. Bu istatistiki bilgileri okuyunca, duyunca gerçekten ben utanç duyuyorum. Nedenine gelince onu da ben sonradan açıklayacağım. Yani, neden bizim ülkemizdeki kurum, kuruluşlar, Avrupa olabilir, Amerika olabilir, başka ülkeler olabilir, onların basın özgürlüğüyle ilgili araştırma, istatistik yapmıyor da neden başka ülkeler bizim ülkemizdeki basın özgürlüğüyle ilgili bizi zor durumda bırakacak ve çok geri sıralarda gösterecek araştırmalar yapıyor, onu izah edeyim. Tabii, raporlardan birkaçını okuyayım.
Amerika'daki düşünce kuruluşu Freedom House, yayınladığı yıllık raporunda Türkiye'yi 2015 yılında basının özgür olmadığı ülkeler arasında göstermiştir ve son beş yılda Tayland ve Ekvador'un da ardından basın özgürlüğünde en hızlı gerileyen 3'üncü ülke olduğuna vurgu yapmıştır ve 2009'dan bu yana da Türkiye'deki basın özgürlüğünün 11 puan kaybettiğini raporlarında belirterek, son yılda da 3 puan gerilediğini belirtmiştir ve Türkiye'nin notunu 100 üzerinden 65 olarak açıklamıştır.
Yine üzülerek hepimiz izledik: Amerika'da, Sayın Cumhurbaşkanın Amerika gezisinde, Sayın Cumhurbaşkanının korumaları bir kadın gazeteciye ağza alınmayacak küfürler etmiştir. Koruma olsun, başka bir sıfat taşısın, kim olursa olsun bu anlamda bir kadına küfretme hakkına sahip değildir ve Türkiye'yi bu hâle sokmasına, Türkiye'yi bu duruma sokmasına hiçbir şekilde hakkı yoktur.
Yine, Sınır Tanımayan Gazetecilerin 2015 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi Raporu'na göre Türkiye, Nijer, Liberya, Zambiya, Mali ve birçok ülkenin gerisinde, 180 ülke içinde 149'uncu sırada yer almaktadır.
Yine, Uluslararası Gazetecileri Koruma Cemiyeti tarafından düzenlenen bir raporda, Türkiye'nin gazeteciler için açık hava hapishanesine dönüştüğü dile getirilmiştir.
Diyarbakır'da aşırı heyecanlı bulunduğu gerekçesiyle bir kadın gazeteci de gözaltına alınmış, üç dört ay sonra ilk duruşmada beraat etmiştir. Yani gazeteci zaten aşırı heyecanlı olmasa, heyecanlı olmasa görevini yapamaz. Gazetecinin hangi ruh hâlinde görev yapacağıyla ilgili kolluk birimleri ya da yargı birimi karar veremez, elbette ki heyecan olması gerekiyor.
Niye utanç duyduğumu söyleyeyim: 28 Şubatta bizim akrabalarımız, belki bu Meclisten birçok kadın milletvekili ve akrabalar başörtüsü yasağından dolayı Türkiye'deki yargı makamlarının adil kararlar vermemesi sonucu AİHM'e şikâyet etmişti. Bunun içinde 11'inci Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül'ün eşi de var. Şimdi niye utanç duyduğumuza gelelim. Biz niye kendi ülkemizde adil bir şekilde yargılanamıyoruz? Niye kendi ülkemizde adil bir şekilde, hür bir şekilde basın özgürlüğünü sağlayamıyoruz ve niye bizi dışarıda adalet aramaya mecbur ediyorsunuz? Bu, bizim, hepimizin sorgulaması gereken ve hicap duyması gereken bir durumdur. Nasıl ki 28 Şubatta buna sebep olanlar, Türkiye'nin de adını lekedâr ederek hakkı olmadığı hâlde bu haksızlıklar dolayısıyla insanımızı uluslararası yargı makamlarına sevk etmişlerse bugün de maalesef basınımız ve daha birçok -işte yakında herhâlde- memur da, 28 Şubat sürecinde olduğu gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuracak. Bunu yaşatmaya hiçbir hükûmetin, hiçbir meclisin hakkı yoktur diye düşünüyorum.
Tekrar, sizleri saygıyla selamlıyorum.