| Konu: | Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 68 |
| Tarih: | 06.04.2016 |
HÜSEYİN ÇAMAK (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 149 sıra sayılı Kanun Tasarısı üzerine grubum adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, bir hayalim var: Sayın Cumhurbaşkanının, Başbakanın, bakanların ve hatta belediye başkanlarımızın ve diğer mülki idare amirlerimizin, ülkesinin sokaklarında beraberinde bir koruma ordusu olmadan, yolların ve kavşakların tutulmadığı, şehir trafiği felç edilmeden özgürce dolaşması bir hayalimdir. (CHP sıralarından alkışlar)
Buradan size bir anımı anlatmak istiyorum değerli arkadaşlar: 2000 yılında Finlandiya'da bir arkadaş grubuyla gezerken yolumuz pazara düştü. Aramızda Türkçe konuştuğumuzu gören bir Türk vatandaşımız bize yaklaştı, "Hoş geldiniz." dedi. Biz de tabii, ona sıcak bir ilgiyle yaklaştık, hoşbeş. Ben ona dedim ki: "Hemşehrim, mutlu musun bu ülkede?" "Neden mutlu olmayayım? Bak, şurada beyaz kıyafetli bir kadın dolaşıyor, gördünüz mü?" dedi. "Gördüm." dedim. "Elinde de file var, alışveriş yapıyor. O işte Finlandiya'nın Cumhurbaşkanı. Yanında hiç kimse olmadan yalnız başına alışverişini yapıyor. Biraz sonra bana da gelir. Her geldiğinde pazarda bana da uğrar." dedi. İşte, ben böyle bir ülke istiyorum arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)
Sürekli bir şeyler olacağı endişesiyle yöneticilerimizin rahatça kendi halkının içerisine çıkmamaları bile ortada ciddi bir sorun olduğunun kanıtıdır. Aslında bu da yetkililer açısından en doğal insan haklarını yaşayamama sorunudur. Yani, görüldüğü gibi sorunlar zincirleme sorunları doğurmaktadır. Bizler ise nedenleri irdelemek yerine maalesef sadece sonuçlara odaklanıp zaman kaybetmekteyiz. Mevcut statükonun korunması adına, her köşesinde bir ölüm korkusu olmayan, kültürel çeşitliliklerimizi kontrollü kaosla canavarlaştırmayan ve yeniden "Yurtta sulh, cihanda sulh." idealinde olan bir ülke olmamız tek isteğimdir.
Değerli arkadaşlar, hepimizin yüreğini yakan şiddet sarmalları toplumsal acıların biriken sonuçlarıdır. Toplumsal acıların nedeni ise insana verilmeyen bir değer sorunsalı olarak karşımıza çıkan çeşitli insan hakları ihlalleridir. Böyle durumlarda bu toplumsal acıların hekimi olabilecek siyasetçilerin, maalesef, toplumsal umutları hayata döndürebilmek için gayret göstermemeleri yüzünden memleketimiz bu hâldedir.
Nitekim, bir yanda ölüm ve öldürmek kutsanırken bir yandan da anaların acı çığlıklarının inlediği ülkemizde olduğu gibi iç huzurun ağır yaralı olduğu durumlarda acı çekilmemesi için başvurulabilecek iki alternatif vardır: Bunlardan ilki, o ülkenin kucağında cebelleşen umutların fark edilebileceği bir yoğun bakım ünitesidir, diğeri ise sadece fişi çekerek tüm umutların sonlandırılabileceği bir ötenazi servisidir. Burada kılıç ve neşter arasındaki yaşamsal tercihe mazhar olan hekimin kılıçla kuşanması, aslında Nazi cerrahı Josef Mengele örneğinde görülebileceği gibi bir çeşit farkındasız bir harakiridir.
Sayın milletvekillerim, bu hafta, biliyorsunuz Kanser Haftası. Araştırmalar her 4 kişiden 1'inin kanser olabileceğini gösterir. Siyasetüstü bir konuda devletin sağlık hizmetlerini ulaşılabilir, nitelikli, eşit ve ücretsiz olarak her vatandaşımıza sunması, en temel insan hakkı ve devletin asli görevidir.
Gelin, bu umutlar daha fazla can çekişmesin. Tüm enerjimizi asla sonu gelmeyecek bir kaosa kurban vermektense tam anlamıyla demokrat ve insan haklarına dayalı bir memleket idealiyle çalışalım. Adımız ne olursa olsun soyadımızın Türkiye olduğunun farkındalığıyla kucaklaşabileceğimiz insanca bir ortam yaratmak için uğraşalım.
Ünlü düşünür Sokrates'in günümüze ışık tutacak anlamlı bir sözüyle konuşmamı tamamlamak isterim: "Haksızlığı aramak için lamba kullanmak gerekmez." Yüreğinizdeki ışığı görmeniz dileğiyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)