| Konu: | Yargı erkini baskı altına aldığı ve yönlendirdiği, kuvvetler ayrılığı ilkesine ve Anayasa'ya aykırı yaklaşımlarda bulunduğu iddiasıyla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergenin (11/3) ön görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 66 |
| Tarih: | 04.04.2016 |
CHP GRUBU ADINA BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; önce, izninizle, bir durumu paylaşmak zorundayım. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir gensoru kültürü vardır, bir gensoru kültürü olması lazım. Gensoru, Meclisin en önemli denetim mekanizmalarından birisi ve Hükûmet üyelerinin kontrol edildiği, yasamanın yürütmeyi kontrol ettiği, denetlediği en önemli yöntemlerden birisidir. Gensoruyu veren biz değiliz, muhatabı da biz değiliz ama bakıyorum ki -Türkiye Büyük Millet Meclisinin özellikle iktidar kanadını teşkil eden sıralarına bakıyorum- böyle bir gensoru görüşmesinde milletvekili arkadaşlarımız hazır bulunma ve dinleme tenezzülünde dahi bulunmuyorlar. Bu nasıl bir şeydir, takdirlerinize sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, konuşmaya başlamadan önce bir konunun daha altını çizmekte yarar var. Biraz önce sayın milletvekili, hatip burada konuşurken gensoru verilen Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ ile rahmetli Sayın Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt arasında bir karşılaştırma yapma gafletine düştü ve "Bunlar karşısında Mahmut Esat Bozkurt bile mezarında ters dönerdi." dedi. Mahmut Esat Bozkurt, çağdaş ölçülerde Medeni Kanun'u Türkiye'ye getirerek hukuk devleti esasına dayalı, çağdaş bir Türkiye Cumhuriyeti kurulmasında en önemli devlet adamlarından biridir, kesinlikle böyle bir karşılaştırmayı doğru bulmuyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, Sayın Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'la ilgili gensoruyu görüşüyoruz. Sorunun bizim açımızdan tarifi çok açık ve nettir. Bizim penceremizden sorun, siyasetin yargıya müdahale etme sorunudur; bizim penceremizden sorun, siyasetin yargıya emir verme sorunudur; bizim penceremizden sorun, bağımsız yargı sorunudur. Biz bu pencereden bakıyoruz ve ne yazık ki Sayın Bakanın Bakanlık yaptığı dönem ve önceki dönemler dâhil olmak üzere AKP iktidarı döneminde Türkiye'de, şu veya bu şekilde, yargının siyasetin tahakkümü altına girdiği bir süreçten geçiyor. Fark etmiyor, aktörler değişiyor ama sorun aynı sorun. Dün, cemaat yargısı böyle yapıyordu, Hükûmet ile cemaatin ittifakı, iktidar bloku yargıyı bu şekliyle kontrol altında tutuyordu; bugün, blok dağıldı, çatışma başladı, bugün de Hükûmet yargısı. Tablo aynı tablo. Bugün, kayıkçı kavgası gibi ya da şu veya bu sebeple birbirine düştüklerine bakmayın, aynı anlayışla yargıyı siyasetin kontrolü altına sokan ve yargıyı tahrip eden bir tabloyla karşı karşıyayız.
Şimdi, Sayın Bakan "tweet"lerini silmiş, geçmiş dönemle ilgili "tweet"lerin hesabını veremediği için "tweet"leri silmiş. Değerli arkadaşlar, acze bakar mısınız. Bir Adalet Bakanı "Sahte 'tweet' var." deyip onu silmek zorunda kalıyorsa ve o ülkede adalet bunu ortaya çıkaramıyorsa bu bile Adalet Bakanı için verilen gensorunun ne kadar yerinde olduğunun bir göstergesidir. (CHP sıralarından alkışlar) Vatandaş ne yapacak Adalet Bakanı bu durumdaysa? Bu acziyet içerisinde vatandaş ne yapacak? Bakın, bu acziyetin başka ifadeleri de var. Hani dedim ya "Aktörler değişiyor, problem aynı problem." Dün cemaat yargısı, bugün Hükûmet yargısı. Hani çıkıp bağırıyorlar ya "FETÖ... FETÖ... FETÖ, terör örgütü..." O terör örgütünü besleyip büyüten siz değil misiniz? O terör örgütünü devletin her yerine yerleştiren siz değil misiniz? (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, bakın, 25 Mart 2011. Size bir pasaj okuyacağım, dikkatle dinleyin: "Fethullah Gülen bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir kıymettir. Seversiniz sevmezsiniz ama değerli bir insandır, bilge bir insandır. Bu ülkenin millî ve manevi değerlerine bağlı nesillerin yetişmesi için hizmetini yapıyor. Her şeyi de açık, devletin denetimi ve gözetimi altında açık, her şey göz önünde yapılıyor." Ne diyor: "Her şey açık, devletin denetimi, gözetimi altında yapılıyor." Bu konuşma nerede yapılıyor? Bu kürsüde, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünde, 2011 yılında yapılıyor. Hangi konuda yapılıyor? Ahmet Şık'ın İmamın Ordusu kitabı çıktığı zaman o kitap üzerindeki tutuklamalar tartışılırken yapılıyor. Konuşmayı yapan kim? Konuşmayı yapan, dönemin Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili, bugünün Adalet Bakanı Bekir Bozdağ. İşte size cemaat ve Hükûmetin ortaklığı. (CHP sıralarından alkışlar) Yani şimdi, siz bunları söyleyeceksiniz... Evet, doğru, her şey devletin gözü önünde yapıldı, her şey devletin gözü önünde açık seçik yapıldı. Tartışma şu: "Yargı içerisinde, yargı üzerinde bir cemaat örgütlenmesi var." diyor Cumhuriyet Halk Partili milletvekili bu kürsüden, Sayın Bekir Bozdağ o zaman çıkmış, bu ittifakı ikrar eder bir şekilde "Devletin gözü önünde yerleştirdik biz." diyor.
Değerli arkadaşlar, işte bugün temel problem bu problemdir. Bakın, Anayasa'nın 138'inci maddesi açık, ne diyor: "Hiçbir organ, makam, merci yargıya emir ve talimat veremez; genelge gönderemez." Yine, 138'inci madde: "Yasama ve yürütme organları mahkeme kararlarına uymak zorundadır." Yani sen, ben, öteki, Cumhurbaşkanı ayrıdır, Hükûmet ayrıdır, Başbakan ayrıdır, Adalet Bakanlığı ayrıdır demiyor, herkes uyacak diyor. Şimdi, size "gizli" ibareli Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğinin bir yazısı. Kime yazmış? Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yazmış. Ne diyor? Gerçek Gündem İnternet sitesindeki bir haber nedeniyle, dikkat edin, "Sorumlular hakkında kanuni işlem yapılarak sonucundan derhâl bize bilgi verin." diyor.
LEVENT GÖK (Ankara) - Tam bir talimat var.
BÜLENT TEZCAN (Devamla) - Kim söylüyor? Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Cumhurbaşkanı adına söylüyor. Kime söylüyor? Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına söylüyor. Bu, tam da Anayasa'nın 138'inci maddesindeki talimat değil mi? Bırakın telkini, bırakın; daha başka, talimat olması için ne söylemesi gerekiyor?
Bakın, değerli arkadaşlar, Can Dündar ve Erdem Gül kararını hepiniz biliyorsunuz, bir haksız tutuklama. Anayasa Mahkemesi ihlal kararı verdi, dedi ki: "2 temel mesele ihlal edilmiştir: Bir, düşünce ve ifade özgürlüğü; iki, basın özgürlüğü ihlal edilmiştir." Şimdi, Cumhurbaşkanı çıkıp buna diyor ki: "Ben bu karara uymuyorum." Yetmedi, mahkemeye dönüp diyor ki: "Sen de uyma." Anayasa açık, "Herkes uymak zorunda." diyor, bakın, "uymak" ifade, "uymak zorunda" 138'inci madde; "Yürütme organı da uymak zorunda." diyor. "Cumhurbaşkanı yürütme organının başıdır." diyor, "Cumhurbaşkanı ve hükûmet yürütmeyi oluşturur." diyor Anayasa, sen de uyacaksın; "Uymam." diyor. Yetmedi, mahkemeye diyor ki: "Sen de buna karşı çık." Mahkemeyi Anayasa Mahkemesi kararına, isyana teşvik ediyor, Anayasa'yı ihlale teşvik eden bir Cumhurbaşkanı var.
LEVENT GÖK (Ankara) - Adalet Bakanı ne yapıyor?
BÜLENT TEZCAN (Devamla) - Şimdi, Anayasa'ya, hem 153'üncü maddeye hem 138'inci maddeye açıkça aykırı bu talimatlar sonucunda Türkiye'de oluşan iklime bakın: Cuma günü duruşma vardı, mahkeme doğru olarak Anayasa Mahkemesinin kararına uydu, tahliye kararı verdi. Cuma günü duruşmada bütün Türkiye gözlerini açmış, kulaklarını açmış, dikkatle o duruşmayı izledi. Niye, biliyor musunuz? Acaba Anayasa Mahkemesi kararına rağmen tutuklama çıkabilir mi diye. Bu bile Türk hukuku açısından, Türk yargısı açısından, tutuklama çıksın çıkmasın, başlı başına bir utanç vesilesidir, utanç vesilesi! (CHP sıralarından alkışlar) Böyle bir kaygıyı besleyen ortamda hukukun üstünlüğünden, yargı bağımsızlığından söz etmek mümkün mü arkadaşlar, sevgili parlamenter arkadaşlarım, Türkiye'de hukuk düzenini korumakla sorumlu olan milletvekili arkadaşlarım?
Bakın, Allah'tan, bağımsız mahkeme, Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesi bu telkinlere kulak tıkadı, Cumhurbaşkanının tahrik, teşvik ve telkinine de uymadı ama bu telkinlere uyan bir başkası vardı; çok ilginç. Mahkeme uymadı, doğru yaptı ama Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesinin ihlal kararına "Yanlış." deyip buna karşı "Uymayın." telkinlerine ne yazık ki Adalet Bakanı uydu, Adalet Bakanı. Sayın Bekir Bozdağ, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun başkanı sıfatıyla yargı örgütünün de başında olan, Anayasa gereği yargı bağımsızlığını korumakla aynı zamanda yükümlü olan HSYK Başkanı sıfatıyla Adalet Bakanı çıktı "Mahkeme, yetkisini aşmıştır." dedi. Bunun bir tane anlamı vardır arkadaşlar; bir Adalet Bakanı aynı zamanda kendisi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Başkanıysa, aynı zamanda kendi müsteşarı da o kurulun doğal üyesiyse bunun bir tane ifadesi vardır: Mahkemeye telkini pekiştirmektir; Cumhurbaşkanıyla beraber mahkemeyi Anayasa Mahkemesi kararına karşı isyan etmeye ve ihlal etmeye teşvik etmektir. Böyle bir Adalet Bakanı olur mu? Böyle bir hukuk sistemi olur mu? (CHP sıralarından alkışlar)
Bakın değerli arkadaşlar, tabii, Sayın Bakanın bu konudaki sicili bozuk, bu yeni bir iş değil. Alışkanlık edinmiş, hani alışkanlık var ya, alışır bir şeye, kötü alışkanlıklar olur ya, Sayın Bakanın böyle kötü alışkanlıkları var, yargıya müdahale etmek gibi böyle alışkanlıkları var. Bunu nereden biliyoruz? Bunu, 17-25 Aralık soruşturmalarından biliyoruz. Hakkında iki tane fezleke olan bir bakan Adalet Bakanı, hem de fezlekeler, öbür fezlekeler değil -başka fezleke de vardır da- yargıya müdahaleden hakkında iki tane fezleke olan bir Bakan, iki tane fezleke. Bunun bir tanesi 7 Ocak 2014 tarihli fezleke. İzmir'deki bir çete ve yolsuzluk soruşturması sırasında orada İzmir Başsavcısı Hüseyin Baş'ı arıyor ve "Savcıyı değiştir, bu soruşturmayı o savcının elinden al."; diyor, "al";Bakan, bu Bakan söylüyor; bu Bakan, "Savcıyı bu soruşturmanın başından al." diyor, bu bir. Bitmedi...
İkincisi: Aynı Bakan -yine ikinci fezleke- 1 Ocak 2014 tarihinde Adana MİT tırları -ne kadar korkuyorlarsa bu MİT tırları soruşturmasından, gazeteciyi tutuklarlar, savcıya talimat verirler- soruşturmasını yapan Savcı Süleyman Bağrıyanık'ı arıyor," Bu savcıyı değiştir, soruşturma savcısını değiştir." diyor. Yahu, sicili bozuk, belli, sicili bozuk.
Ve şimdi size bir pasaj daha okuyacağım. "Savcıları görevden alın." diyen bir Adalet Bakanı; not edin, kenarda dursun. Şimdi okuyacağım pasaja dikkat edin. 30 Mart 2011 tarihinde Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz'ün görev yerinin değiştirilmesi sırasında birisi bir şey söylüyor, onu okuyacağım, dikkat edin: "Ben bir hukukçu olarak rahatsızım. Devam eden davalarla ilgili, o davanın savcısının talebi yoksa, mazereti yoksa, süresi dolmamışsa davayı etkiler, sürece müdahale anlamı taşır. Savcıların değiştirilmesine karşıyım. Bu, sürece müdahale anlamı taşır." diyor. Bunu kim söylüyor? Bugünün Adalet Bakanı Bekir Bozdağ söylüyor.
Ya, Sayın Bakan, bir yol tuttur, bir ibre tuttur; arkandan yılan gitse takip edemeyecek, beli kırılacak. (CHP sıralarından alkışlar) Dün öyle söyledin, bugün böyle söyledin; hangisi doğru, hangisi; hangisi doğru?
Değerli arkadaşlar, şimdi, böyle bir takip, böyle bir süre içerisinde, yine bu Adalet Bakanlığı, önüne Cumhurbaşkanına hakaretten kaç tane dosya gelirse hepsine soruşturma izni veriyor. Türk Ceza Kanunu'nun 299'uncu maddesi Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenliyor. Bugüne kadar 1.584 soruşturma izni vermiş. 299'uncu maddeye göre soruşturma açılması Adalet Bakanının iznine bağlı yani Sayın Bekir Bozdağ'ın iznine bağlı. Soruşturma açılması, bununla ilgili dava açılması, kovuşturma yapılması, şimdi hakkında gensoru verilen Bakanın iznine bağlı.
Şimdi, Türk Ceza Kanunu'nun 299'uncu maddesi açık; Anayasa'da tarif edilen tarafsız Cumhurbaşkanını korumak üzere özel bir hakaret suçu. Bir genel hakaret suçu var, sana, bana, başkasına hakaret edildiğinde, bir de özel hakaret suçu var. Orada "Cumhurbaşkanları tarafsızdır, tartışmaların içinde olmaz, siyasetin tarafı olmaz, vatandaşla uğraşmaz, herkesin cumhurbaşkanı olur, herkesi kucaklar. O zaman, o cevap veremeyeceği için, kendisine yönelik hakaretlere de polemik olarak cevap veremeyeceği için, biz, cumhurbaşkanına hakareti ayrı düzenleyelim, daha ağır ceza verelim, özel bir statüye tabi olsun." demiş kanun koyucu. Kim? Bu Parlamento. Bu Parlamento çıkardı ya Ceza Kanunu'nu, 299'u düzenlemiş. İyi de, geldiğimiz tabloda 299 artık işlenemez suç hâline gelmiş. Niye? Çünkü öyle bir Cumhurbaşkanı yok. Tartışmaya katılmayan, milletle uğraşmayan bir Cumhurbaşkanı yok. Bakın, kendisinde suç işleme ayrıcalığı olduğuna inanan bir Cumhurbaşkanımız var. Kendisi için suç işleme ayrıcalığı olduğuna inanıyor. Bunu ben kendim uydurmuyorum, kendi beyanı, diyor ki: "Siz beni yargılayamazsınız." Ya, bir Cumhurbaşkanı bunu der mi? "Beni yargılayabilmeniz için ancak vatana ihanetten, Meclisin dörtte 3'ünün oyuyla yargılayabilirsiniz. Ben her istediğimi yaparım." diyor. Yani diyor ki: "Dokunulmazlığı ben zırh olarak kullanacağım, her şeyi de yapacağım, Cumhurbaşkanına yakışsa da yakışmasa da." Şimdi böyle bir tablo var.
Şimdi sadece bunu dese problem yok ama başka bir şey diyor, diyor ki: "Bu Anayasa beni bağlamaz.", "Rejim fiilen değişmiştir, artık adını koyma zamanı." diyor. Yani bir sivil darbeden bahseden bir Cumhurbaşkanı var. "Rejim fiilen değişmiştir, artık adını koyalım." diyor, "Anayasa'yla bağlı değilim." diyor, "Yargı bana ayak bağı." diyor. Başka ne diyor? "Anayasa Mahkemesi kararına uymuyorum, sen de uyma ey hâkim, ey mahkeme." diyor.
Başka ne diyor? İçeriğine katılırsınız katılmazsınız, akademisyenler bir bildiri imzalıyorlar, kendilerince düşüncelerini ifade ediyorlar. Buna karşı kalkıp "Vatan hainisiniz." diye akademisyenlerle polemiğe giren bir Cumhurbaşkanı, onun sözünün arkasından akademisyenlerin tutuklandığı bir hukuk düzeni. Nokta dergisinin gazetecileriyle ilgili "Onlar hesabını verecek." diyen bir Cumhurbaşkanı, arkasından tutuklanan gazeteciler. Can Dündar ve Erdem Gül'ün davasına özel olarak müdahale talebi bulunan, şikâyet dilekçesi veren bir Cumhurbaşkanı...
Değerli arkadaşlar, şimdi, hangi birini sayalım.
Şimdi 3 akademisyen tutuklu; Kıvanç Ersoy, Esra Mungan, Muzaffer Kaya. Sadece bir bildiriye imza attıkları için. Tarihimizde bir kere daha vardı bir "aydınlar dilekçesi" olayı, hatırlarsınız. O zaman, Cumhurbaşkanı darbeci Kenan Evren'di, o zaman bile aydınlar tutuklanmamıştı imza attı diye, bugün tutuklanıyorlar; karşılaştırmayı gelin siz yapın. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, bu tablo içerisinde Cumhurbaşkanına hakaret suçu artık işlenemez suç hâline gelmiştir, çünkü Cumhurbaşkanı siyasetin aktif aktörü olmuştur, herkesle cebelleşen bir Cumhurbaşkanı.
Ey, Sayın Adalet Bakanı, böyle bir tablo içerisinde 1.584 tane soruşturma iznini hangi vicdanla verdin? Hangi düşünceyle verdin? Hangi hukuk adamlığıyla verdin? (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, işte bu tabloda, Sayın Bakan, hukuku değil, Cumhurbaşkanını koruma derdi ve telaşı içerisindedir. Bizim meseleye bakışımız bu çerçevededir.
Şimdi de Karşı gazetesine karşı bir operasyon başlamış. Bu operasyon da gazetede yapılan haberler nedeniyle başlamış. Böyle bir Türkiye tablosundayız. Hukuku korumaktan âciz, Cumhurbaşkanının hukukunu milletin hukukundan üstün sayan ve talimat altında hareket eden bir Adalet Bakanı var. Onun için bu gensoruya "Evet." diyeceğiz.
Hepinize teşekkür ediyorum, sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)