Konu: | Yargı erkini baskı altına aldığı ve yönlendirdiği, kuvvetler ayrılığı ilkesine ve Anayasa'ya aykırı yaklaşımlarda bulunduğu iddiasıyla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergenin (11/3) ön görüşmesi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 66 |
Tarih: | 04.04.2016 |
BEDİA ÖZGÖKÇE ERTAN (Van) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bugün burada, Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ hakkında partimizin vermiş olduğu gensoru önergesiyle ilgili konuşmak üzere söz aldım.
Bizleri gensoru vermeye sevk eden sebeplere genel olarak değineceğim ama bu gensoruyu vermemizde, Türkiye toplumunda hemen herkesin öncelikle yargıya ve adalete duyduğu inancın yok olmasının, artık hiçbir şeyin yolunda gitmediğini söyleyen milyonların olmasının da payı var. Ülke tam bir yangın yerine dönmüş olsa da sorumluluk hissetmesi gerekenlerin gidişattan hiç de rahatsızlık duymuyor oluşu bizleri rahatsız ediyor.
Bildiğiniz gibi, uzunca bir süredir Anayasa başta olmak üzere uluslararası sözleşmeler ile iç mevzuatın uygulanmadığına ve hak ihlallerinin meşrulaştırıldığına şahit oluyoruz. Kuşkusuz, yaşanan tüm bu atmosferde Sayın Bozdağ'ın üst düzey sorumluluğu vardır. Adalet Bakanı toplumsal adaleti temsil etmek yerine ülkenin kaosa sürüklenmesinde etkin rol oynamıştır ve oynamaya devam etmektedir. Sayın Bakan toplumu ayrıştırıcı söylemleriyle yargı erkini baskı altına almakta ve kuvvetler ayrılığı ilkesini hiçe saymaktadır.
Cezasızlık Türkiye adalet sisteminin eskiden beri en yerleşik sorunudur. 1990'larda devletin Kürt coğrafyasında neden olduğu ağır hak ihlallerinin görüldüğü davalardan bazıları 2015 yılında karara bağlandı. 1992-1994 yılları arasında İlçe Jandarma Komutanı olarak görev yaptığı Mardin'in Derik ilçesinde 13 sivilin yargısız infazla öldürülmesi ve kaybedilmesiyle suçlanan Musa Çitil hakkında 13 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenmesine rağmen mayıs ayında beraat etti. AKP iktidarından önce başlayan zulüm AKP'den sonra da yargı eliyle kendini göstermiştir.
Sayın Bakan ve ona bağlı yargı organları kararlarını verirken siyasi iklime göre pozisyon alıyor. Bu iklimde beraat ettirilen Musa Çitil ağustos ayında toplanan Yüksek Askerî Şûra'da Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanlığına terfi ettirildi. Musa Çitil, bu yeni görevinde âdeta kaldığı yerden devam etti. Musa Çitil'in Sur'da yüz günü aşkın bir süredir devam eden sokağa çıkma yasağını komuta etmesi asla bir tesadüf değildir, tıpkı 1990'larda olduğu gibi bugünün ihlallerinin de cezasız kalacağının en önemli göstergesidir.
Yasaklı il ve ilçelerde kolluk görevlilerinin şiddetine maruz kalan, yaşam hakkı ihlal edilen, çıplak bedenleri teşhir edilen, cenazelerine işkence edilip resimleri teşhir edilenlerin maruz kaldığı haksızlıklar yargıya taşınmamış, hiçbir fail hakkında soruşturma dahi açılmamıştır. Mevzuata aykırı bir biçimde uygulanan sokağa çıkma yasaklarına ilişkin Anayasa Mahkemesi başvurularının reddi, AİHM tarafından verilen tedbir kararlarının uygulanmayıp insanların ölüme terk edilmesi de aynı politikanın devamı niteliğindedir. Bu dönem işlenen insanlığa karşı suçlar ile her türlü vahşeti içeren suçların iktidarınızın eseri olduğunu unutmayın.
Tarihe utanç sayfası olarak düşecek bugünlerin başaktörlerinden biri de Adalet Bakanıdır. AİHM'in tedbir kararını uygulamadığınız gibi Cizre'yi AİHM'e taşıyan avukatları da hedef gösterip mahkemelerde yargılattınız. Bir yanda ne ulusal ne uluslararası mevzuata uygun olan sokağa çıkma yasakları, diğer yanda uygulanmayan AİHS hükümleri ve AİHM kararı. Uluslararası yükümlülükler bu kadar ayaklar altına alınmışken Avrupa Birliğine girme bahanesiyle üst üste kanunlar geçirmek de bizce büyük bir çelişkidir. Gelinen noktada, Bakan, yargıda çifte standart ve cezasızlık politikalarında başı çekerek yargıyı yönlendirmektedir.
IŞİD bağlantılı bombalı saldırıların üstü gizlilik kararı yoluyla örtülüyor, avukatlar da dâhil olmak üzere, hiç kimse soruşturmalar hakkında en ufak bilgiye erişemiyor. Suruç, Ankara katliamlarında henüz ilerleme sağlanmadı. Haziranda Diyarbakır mitingimizin bombalanmasıyla ilgili iddianame ancak geçtiğimiz cuma günü kabul edildi, tabii bunun da nasıl sonuçlanacağını mevcut ortamda tahmin etmek zor değil.
Sayın Bakan, patlayan bombaların, başlayan çatışmalı sürecin en büyük sorumlularından biri de sizsiniz. Sayın Abdullah Öcalan'a yönelik tecridi başlatarak sürecin bitmesinde sizin de payınız var. Müzakere süreci boyunca ülkede barış ve huzur ortamı doğmuş, ilk defa hızla demokratikleşmeye doğru gidişat var iken tam bir yıldır Sayın Öcalan'la avukat, aile ve de heyetin görüşmesine engel oldunuz. O zamandan beri, var olan çatışmalı süreçte yaşanan bütün hukuksuzlukları Bakanlık eliyle meşru kılmaya çalışarak görevinizi kötüye kullandınız.
Değerli milletvekilleri, hepimizin bildiği üzere, Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olduğundan beri, mahkemelerin önemli bir bölümü ona hakaret edilip edilmediğini araştırmakla meşgul. Son iki yılda neredeyse 5 kat artan bir Cumhurbaşkanına hakaret davası sayısıyla karşı karşıyayız. TCK 299 yani Cumhurbaşkanına hakaret bağlamındaki davaların sayısındaki artış, Avrupa Konseyinin anayasal konulardaki danışma organı olan Venedik Komisyonunun da dikkatini çekmiştir. Komisyonun 15 Martta yayınlanan raporuna göre, bu maddenin aşırı ve artan kullanımından kaynaklanan ifade özgürlüğü ihlallerinin ortadan kalkması için başvurulabilecek tek yol bu maddenin kaldırılmasıdır yani bu saatten sonra maddeyi değiştirmek bile Türkiye'yi kurtarmayacak durumda. Muhalifleri susturmanın yegâne aracı olarak kullanılan Cumhurbaşkanına hakaret davalarıyla ilgili soruşturma izni veren makam olarak, Türkiye'de ifade özgürlüğünün esamesinin okunmamasının başsorumlusu yine Adalet Bakanıdır.
Mahkemeler Cumhurbaşkanı için çalışırken Cumhurbaşkanı Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımadığını söylüyor. Adalet Bakanı da Anayasa Mahkemesi kararının Anayasa'ya ve yasaya aykırı olduğunu söyleyip Cumhurbaşkanının eleştirisini destekliyor. Açıkçası, Anayasa'yı bilmeyen bir Adalet Bakanıyla karşı karşıyayız. Sayın Bakan, bir kez olsun, Bakanlığın bütün ülke yurttaşları için çalıştığını hatırlayıp kendinize çekidüzen vermenizi öneririm. Sizin göreviniz, Anayasa'yı ayaklar altına almak değil, Anayasa Mahkemesi ve diğer mahkemelerin kararlarının insan haklarına uygunluğunu denetlemek ve herkesçe tanınmasını sağlamaktır.
Biliyorsunuz, başımızdan 17-25 Aralık süreçleri geçti. Bizler, bu ülkenin yurttaşları olarak, ülke tarihinin en büyük yolsuzluk iddialarına konu olan bu sürecin hakkıyla soruşturulmasını beklerdik ancak sonuç böyle olmadı. Bakanlar hakkındaki soruşturma dosyalarının takipsizlikle neticelenmesi için sürekli, kanun değişiklikleri içeren yasa tasarılarına imza atılmış, sekiz ay önce olumlu düzenlemelerle ele alınan ceza usul mevzuatında bakanların suçlarını gizleyecek öneriler getirilmiş, ayrıca HSYK'da dört yıl içinde 3 kez değişiklik yapılarak yargı erki doğrudan Adalet Bakanına bağlanmıştır. Sayın Bakan partisini korumak ve yolsuzluk iddialarını örtbas etmek için ne yapacağını şaşırmış durumdadır. "Nasıl olsa istediğimiz hâkimin, polisin, savcının yerini değiştirdik, kendi kadromuzu kurduk." diye tam rahatlamışken Reza Zarrab'ın Amerika'da tutuklandığı haberleri geldi. Sayın Bakan geçtiğimiz hafta Adalet Komisyonunda, olayların Türkiye'yle alakası olmadığını ve Türkiye'nin bütün ilişkilerinin hukuka uygun olduğunu söyledi. Soruyorum size: Reza Zarrab hakkında Amerika'da açılan davanın iddianamesinde geçen Türk şirketleri size hiç tanıdık gelmiyor mu ya da "hayırsever iş adamı" diye övdüğünüz birinin dolandırıcılık ve kara para aklama suçundan yargılanıyor olması sizi hiç mi şüphelendirmiyor? İddianamede adı geçen şirketler için Türkiye'de soruşturma açılmayacak mı?
Yine, IŞİD'in her türlü lojistik desteği sağladığı paravan şirketler Birleşmiş Milletlerin raporlarına yansıdı. Soruyoruz: Bu raporlarda isimleri geçen şirketlerle ilgili herhangi bir soruşturma başlatıldı mı? Ülkede kimsenin yargıya, adalete inancı kalmadı. Adaletin tesis edilmesinden sorumlu Bakan olarak, yurttaşların bu umutsuzluğundan hiç mi hicap duymuyorsunuz?
Tüm bu nedenlerle, Halkların Demokratik Partisi olarak kanunların uygulanmaması ve askıya alınmasındaki başsorumlulardan birinin Adalet Bakanı olduğunu düşünüyor ve yurttaşların önünde de hesap vermesi gerektiğine inanıyoruz.
Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)