Konu: | CHP Grubu önerisi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 64 |
Tarih: | 31.03.2016 |
DİRAYET TAŞDEMİR (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; atık yağların sebep olduğu su ve çevre kirlenmesiyle ilgili söz almış bulunmaktayım.
Sağlıklı bir çevrenin koşullarının ortadan kalkması insan sağlığının ve doğanın dengesinin bozulması anlamında kuşaklar arası bir önem taşıyor. Bu koşulların sağlanabilmesi için öncelikli olan, tüm canlıların ve doğanın değerinin teslim edilmesidir.
Ancak Türkiye, AKP'nin gözü dönmüş kalkınmacılık siyasetiyle sadece taşın, toprağın, havanın, suyun değil, insanın bile ham madde hâline geldiği bir süreci yaşıyor. Kalkınma hayaliyle siyaset yapanların doğanın tasarrufunu kendinde gören bir kibirle doğa, insan ve kültür üzerindeki sömürgeciliklerine şahit oluyoruz. Ortaya çıkan kirlilik nedeniyle doğa neredeyse renk değiştiriyor, çevre betonlaşıyor. AKP'nin çevre politikası bu ülkede sermaye eliyle yaratılan tahribata karşı çıkmanın değil "kalkınma, gelişme, büyüme" adı altında yürütülen köprü, otoyol, santral projeleriyle tabiatın kirletilmesi, tahrip ve yok edilmesinin kılıfı oluyor maalesef. Bu nedenle bizler giderek daha çok hastalanıyor ve daha çok yoksullaşıyoruz.
Bugün kanserin yüzde 75-80 oranında çevresel etkenlerden kaynaklandığı belirtiliyor. Türkiye'de kanser oluşumunda çevrenin etkisi ise dünya ortalamasına göre 700 kat daha fazla. Havzalara, göllere yakın yerlerde kanser etkisi daha da artıyor. Kirlenen sulardaki artış nedeniyle, Melen Çayı gibi yerlerden büyük şehirlere su taşıması yapılarak bir şehrin kendisine ait varlıklar büyük şehirlerin yok edilen havzalarının yerine kullanılıyor. Bu, suyu çekilen yerlerde de yaşam alanlarının tükenmesine yol açıyor.
Ve evet daha fazla yoksullaşıyoruz, sadece maddi olarak değil insana, hayvana, toprağa verdiğimiz değer anlamında da yoksullaşıyoruz. Gelişmenin büyüme olarak algılandığı bir siyasi anlayışın ezberi nedeniyle çevre sağlığının, ekolojik dengenin mali bir külfet olarak önümüze konulduğu dönemlerden kurtulamıyoruz.
Hükûmet çevrenin doğal formlarında kalmasını boşa gitmiş bir sermaye olarak görüyor. "Doğa" denildiğinde akıllarına yatırım geliyor. Kalkınma planları özelleştirme programları olarak işlev görüyor. Temel hizmetlerin konusu olan elektrik, su, halkı yoksullaştırarak yandaşlara para aktarmanın kaynağı gibi kullanılıyor.
Uluslararası raporlarda Türkiye'de kalkınma, büyüme, enerji, güvenlik hedefleri nedeniyle büyük miktarlarda su kullanılmasının sonucunda oluşacak krize işaret ediliyor. 2030 yılında Türkiye'nin su fakiri ülkeler arasında yer alacağı vurgulanarak su krizinden bahsediliyor. Hükûmetin sorumlusu olduğu bu krizi aşma önerisi yine tüm canlı ve cansız varlıklara ait kamusal bir varlık olan suyu piyasalaştırmak üzerine. Türkiye'nin 2023 Enerji Hedefleri Strateji Belgesi'ndeki "Kaynak Bazında Hedefler" dokümanı, Hükûmetin ekolojik yıkımlara yol açan ve doğal kaynakları yok eden bir projenin savunuculuğunu üstlendiği bir belge olarak tarihe geçmiştir. Nükleer santral kurabilmek için serbest piyasa koşullarının bile hiçe sayıldığı bir sürecin hayata geçirilişini izliyoruz.
Çevrecilikten ağaç ve çiçek fidesi dikmeyi anlayan Hükûmet, Gezi Parkı'nda, Karadeniz'de, kürdistanda ortak yaşam alanlarını gasbediyor; toplumun ortak varlıklarına el koyuyor, su ve yaşam haklarını ve alanlarını savunan, çevresel talana karşı çıkan köylülere şiddet uyguluyor.
Sulanabilen arazi miktarının azlığı ve su kaynaklarının etkin kullanılmaması sorunu bugünün ve yarının en büyük problem alanlarından biri. Mevcut anlayış, su kaynaklarını enerji üretimi için heba ediyor. ÇED süreçlerini bile yok sayarak HES projeleriyle sularımızı rant ve talan alanına dönüştürüyor.
Üretime değil, toprağa verilen destekle çiftçileri, çiftçiliği öldürerek yaşatmanın formülünü bulmuşlar. Bir dönem, halkın sosyal yardıma bağımlı olmadan kendine yeter bir ekonomi sürdürmesini sağlayan geçimlik tarım ortadan kaldırılmış durumda. Tarım Bakanlığı, tarımın güçlenmesine yönelik politikaları üretmede yetersiz kaldığı gibi, önergenin konusu olan içme suları ve ekosistemin kirlenmesiyle ilgili denetimlerini de yerine getirmiyor.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığıysa toprağı, doğayı sermayenin hizmetine sunmanın aracı kurumları hâline gelmiş. Çevre Bakanlığı, atık su arıtma ve evsel nitelikli katı atık bertaraf tesislerine ilişkin Çevre Kanunu'nda belirtilen idari para cezalarını niye kesmiyor sanıyorsunuz? Halkın tasarrufunda olması gereken günübirlik alanlar neden kiraya veriliyor? Bu ülkede bakanlıklar yaşam alanlarına el koymanın siyasetini yaparken halk eliyle siyaseti Çevre Mühendisleri Odası, Şehir Plancıları Odası, Su Politik gibi bugün hedef alınmış olan örgütlenmeler yürütüyor.
Savaşla birlikte toplumun ve doğanın yıkımı ve talanı her geçen gün daha da artıyor. Kürt halkına karşı gerçekleştirilen savaş politikaları, yalnızca Kürt halkı, kültürü, tarihî değerleri üzerinde değil, onun toprağı, suyu, havası, ormanları üzerinde de bir tahribat yaratıyor. Bugün Sur gibi dünyanın tarihsel mirası açısından önemi tescillenmiş yerler talan ediliyor. Kürdistanda birçok tarihî kale, kervansaray gibi tarihî ve kültürel yapı kışla ve karakol olarak kullanılıyor. Mardin Kalesi'nin, Van'da Meher Kapı'nın MİT ve Jandarma tarafından nasıl kullanıldığı, ırkçılık sloganlarıyla nasıl donatıldığı basına yansımıştı, bizler de takip ettik ve görmüştük.
1990'larda devletin bir sel harekâtıyla yaktığı köylerle ortaya çıkan göçlerin ardından kırsallığın ortadan kaldırıldığı, kentleşmenin, zorunlu göçün taşıyıcılığını üstlendiği çarpıklığa bu günlerde yeniden şahit oluyoruz. Kır ile kent, doğa ile insan arasındaki dengeler çökertiliyor. Bu yıl Dersim ve Cudi dağlarında güvenlik amaçlı olarak askerlerce çıkarılan ve haftalarca süren orman yangınları, yine güvenlik iddiasıyla kurulan barajlar, özel güvenlik bölgeleriyle halkın yaşam ve üretim alanı olan yayla ve meraların insansızlaştırılması kürdistanda sosyal ve ekolojik yaşama sömürgecilik anlayışıyla nasıl el konulduğunun da çok açık göstergeleridir.
Abluka altına alınan yerlerdeki halk kimyasal kullanıldığını iddia ediyor; suları, toprakları, bedenleri ve hayvanları zehirleniyor. Roboski'de katledilen katırlardan abluka altındaki şehirlerde katledilen kediler, inekler, atlara kadar bütün hayvanlar, bu savaş siyasetinde telef olmuş değersiz varlıklar olarak kayıtlara geçiyor.
Bizler demokrasi ve ekoloji mücadelesinin birbirinden ayrılamayacağına inanan bir parti olarak 31 Mayısta başlayacak olan ekolojik yıkımlara karşı mücadele haftasında yaşam alanlarımızı korumak için şimdiden çağrıda bulunuyoruz. Doğa mal değildir, insanın kendisini dünyayla birlikte eşitlik içinde üretebilmenin onurlu yaşam alanıdır.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)