GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:62
Tarih:29.03.2016

CHP GRUBU ADINA ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Değerli Başkanım, sevgili kâtip üye arkadaşlarım, milletvekili arkadaşlarım, çalışan arkadaşlar, emeği geçen arkadaşlar; herkesi saygıyla selamlıyorum.

Bugün edindiğim bir sözcük var, bazı arkadaşlar "Partim adına selamlıyorum." diyor. Bu güzel bir şey tabii, burada bulunuşumuz partimiz adına. Ben de partim adına selamlıyorum.

Şimdi, oldukça az sayıdayız, biraz kendi kendimize gibi konuşacağız, öyle görünüyor. Aslında usul tartışması yaparken de bu yasa tasarısı üzerine oldukça ayrıntılı -özetli ama ayrıntılı- bir konuşma grup başkan vekillerimiz tarafından sizlere sunuldu. Bazı sözlerimin yineleme olacağı düşüncesindeyim ancak bu yineleme olma olasılığına karşın yine de bazı konulardaki görüşlerimi anlatmaya çalışacağım.

AKP Hükûmetinin açıklamış olduğu 64'üncü Hükûmet Programı'nın sunuş kısmında şu cümle yer alıyor: "Bugün Türkiye Cumhuriyeti devletinin en temel ilkesi insan onurunun korunmasıdır." Ve devam ediyor, programın "Demokratikleşme ve Anayasa" başlıklı bölümünün ilk satırlarından başlayarak şöyle söyleniyor: "Demokratikleşme perspektifimizin odağında insan onuru bulunmaktadır. İnsan onurunu zedeleyen hiçbir uygulama ve politika meşru görülemez ve gösterilemez. İnsan onuruyla taçlandırılan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kimliği taşıyan hiç kimse, hiçbir makam ve güç sahibi tarafından tahkir edilemez; inancı, rengi, cinsiyeti, dili, ırkı, siyasi düşüncesi, felsefi anlayışı ve yaşam tarzı nedeniyle ayrımcılığa maruz bırakılamaz, herhangi bir şekilde nefret söylemine muhatap kılınamaz." Bu ifadeler oldukça değerli ifadeler. İnsan onurunu insan hakları sorununun temeli sayan ve her türlü kötü muamele ve ayrımcılığı da onuru zedeleyen bir tavır olarak belirleyen, aynı zamanda hangi makam ve mevkide olursa olsun kimsenin insan onurunu ortadan kaldıracak, incitecek bir davranışta bulunmasına olanak sağlamayan ifadeler. Ancak, Türkiye'de yaşanan şöyle bir gerçekliğe bakıyoruz: Bugünkü tasarımız insan haklarına ilişkin, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu Tasarısı oldu. Buna göre, insan hakları da insanın onuru meselesi üzerinden kaynaklandığına göre, şöyle bir bakalım, biraz önce farklı arkadaşlarım tarafından da söylenildi: Şu anda, ülkemizde, Türkiye'de sistemli bir biçimde kutuplaşma ve ayrıştırma politikalarından kaynaklanan duygusal ve algısal bir ayrışmayla karşı karşıyayız. Hem kamusal alanımız hem de özel alanımız, mahallede, sokakta, okulda, iş yerinde, her yerde bölüyor ve bölünme somut, görünür hâle gelmiş bulunuyor. Bu koşullarda toplumda her kesimden insan, insan hakları ihlaline uğruyor. Bu ihlaller bireysel ya da grupsal şekilde giderek yaygın, sürekli ve sistematik bir hâle geliyor.

Elimdeki notlarda ayrıntılı rakamlar var ama ben bunların toplamı üzerinden hareket etmeye çalışacağım. Ki, bugün yine ifade edildi, sabahleyin yine bir insan hakları talebiyle karşınızda olan arkadaşım tarafından ifade edildi, dendi ki: Şu anda farklı rakamlar söylenmesine karşın 350'yi aşkın şehit cenazesi karşılamış bulunuyor Türkiye, aynı zamanda 310 sivil cenazesi karşılamış bulunuyor. Yani ciddi bir biçimde yaşam hakkı ihlali var ama bütün bunların yanı sıra hepimizin artık patlama diye andığımız, katliamdan patlama sözcüğüne dönüştürerek belki güncel yaşam içinde sıradanlaştırmaya çalıştığımız olaylar dizininde -İstanbul, Ankara, Diyarbakır patlamalarında- kaybettiğimiz insan sayısı da 218'i buluyor yani ciddi bir yaşam hakkı ihlali ile karşı karşıyayız. Bunu ne izliyor: İnsanlar sokakta dövülüyorlar, kurşunlanıyorlar, evlerinde vurulup öldürülüyorlar, özgür bir biçimde düşüncelerini ifade edemiyorlar, yazıp çizemiyorlar, yayın yasakları geliyor, yayın yasaklarının üzerinden süren yargılamalara gizlilik kararları veriliyor, işkence ve kötü muamele iddiaları kuvvetle artıyor ve bu iddialar karşısında da cezasızlık kültürü diye ifade etmeye çalıştığımız bir cezasızlık süreci karşımıza çıkıyor. Kadınlar öldürülüyor, örneğin 2015 yılında sadece 284 kadın sokakta ya da evde katledilmiş bulunuyor. UNICEF'in yaptığı araştırmalara göre de ne yazık ki en son Karaman'da yaşadığımız olayda olduğu gibi, dünyada çocuk istismarı yüzde 1 ile 10 arasında iken, Türkiye'de bu oran 10 ile 53 arasında karşımıza çıkıyor. Her 4 kız çocuğumuzdan biri, 7 erkek çocuğumuzdan da biri 18 yaşından önce cinsel istismara uğruyor.

Adil ve etkin bir yargılama yapılamıyor ki, eğer bu kadar öldürülme varsa, bu kadar cinayet varsa ve bu kadar kötü muamele varsa bunun adil bir şekilde sorgulanması, yargılanması gerekirken, ne yazık ki mahkemeler, bağımsız mahkemeler olarak görev yapamıyorlar, bir yandaşlık ve taraflılık kaygısı ve kuşkusu karşımıza çıkıyor.

Özel mahkemelerin yerine kurulmuş, adı özel olmayan sulh ceza mahkemelerine özel görevler yaptırılıyor.

Dünya Adalet Projesi'nin 2015 yılı araştırmalarına göre, hukukun üstünlüğü endeksinde Türkiye 102 ülke arasında 80'inci sırada bulunuyor ve bu durum, oldukça, başımızı yere eğmemiz gereken, yüzümüzü kızartması gereken bir durum ve Türkiye 8.450 başvuruyla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine, Ukrayna ve Rusya'dan sonra 3'üncü sırada en çok başvuruyu yapmış ülke olarak karşımıza geliyor.

2015 yılında açıklanan kararlarda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, aleyhte sonuçlanan karar sayısı durumuyla, Türkiye 87 kararla Rusya'nın arkasından geliyor.

Basın özgürlüğü, bugünlerde artık hepimizin bildiği gibi, iki isimle özdeşleşmiş, Can ve Erdem ismiyle özdeşleşmiş; tam bir ihlal, tam bir haber alma özgürlüğü ihlali olarak karşımızda duruyor.

Ve cezaevleri arkadaşlar, cezaevlerinde son on yılda mahpus sayısı 3 katına çıkmış durumda. İçinde bulunduğumuz koşullarda 360 hapishanede yaklaşık 170 bin mahpus bulunuyor ve ne yazık ki AKP, 2017 sonuna kadar 199 yeni hapishane açılmasının ve 125 bin yeni kapasite ekleneceğinin planını bize açıklıyor yani önümüzde özgürlük için günler değil, cezaevleri için günlerin planı yapılmış durumda.

İş gücü piyasasındaki durumumuz, kadınlar yönünden, 3 kadından 1'i ancak çalışıyor, erkeklerin durumu bizden biraz daha iyi gibi görünüyor. Ve de "etkin soruşturma" dediğimiz... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de güvence altına aldığı adil yargılanma hakkı ve etkin soruşturmanın bütün bu olumsuzluklar karşısında yapılmadığını görüyoruz.

Şimdi, iç hukukumuz aynı zamanda da uluslararası sözleşmeler bizi yeni görevlerle karşı karşıya bırakıyor. Bu kadar insan hakkı ihlali varsa bu ihlallerin önlenmesi konusunda da devlet... İşte bize burada verilen görev gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir önleme mekanizması oluşturmaya çalışıyoruz. İnsan Hakları Komisyonunda sivil toplum örgütlerini dinlemiştik, Türkiye İnsan Hakları Vakfını, İnsan Hakları Derneğini, MAZLUMDER'i... Oradan bir arkadaşımızın sözlerini, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Sekreteri Metin Bakkalcı'nın sözlerini burada sizinle paylaşmak istiyorum -bu paylaşımımın özel bir amacı var- şöyle diyor Bakkalcı: "İnsan Hakları Kurumu bataklığına dönüştü Türkiye."

Sevgili arkadaşlar, altını çizerek söylüyorum, bu yasa tasarısını bu biçimde yasalaştırırsak biz bu bataklığa yeni bir ürün daha eklemiş olacağız. Bu sebeple, bugün burada gerçekten hepimizin onurla gelecekte anacağımız bir insan hakları yasa tasarısını oluşturmamız gerekiyor. Bunu oluşturmak için neye ihtiyacımız var? Diyoruz ki... Biraz önce konuşuldu, işte, "Anayasa'ya aykırılık söz konusu." diye arkadaşlarım ifade etti. Hızla anlatıyorum: Anayasa'nın 2'nci maddesi, 14'üncü maddesi, 5'inci maddesi, 10'uncu maddesi, bunlar açıkça cumhuriyetin niteliklerini, insan haklarına dayalı olma, insan haklarına saygı, devletin temel amacının özgürlükler önündeki engelleri kaldırmak... Aynı zamanda 10'uncu madde de ayrımcılık yasağı ve eşitlik ilkesini bize zorunlu kılıyor ve 2004'te değişmiş olan 90'ıncı madde de uluslararası sözleşmelere atıf yapıyor.

Şimdi, sevgili arkadaşlar, 96'da Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'yi, 72'de Her Türlü Irk Ayrımcılığına Karşı Sözleşme'yi, 79'da (CEDAW) Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ni, 2006'da engellilerle ilgili sözleşmeyi, daha da önce, çok önce, Paris Sözleşmesi'ni ve sonuç olarak da İstanbul Sözleşmesi'ni imzaladık.

Şimdi, bütün bu sözleşmelerin temel noktası, AKP'nin kendi programında atıf yaptığı insan onurunu korumayı amaçlıyor fakat özellikle bugün konuştuğumuz yasa -pek çok arkadaşım atıf yaptı- Paris Sözleşmesi. Paris Sözleşmesi ne diyor, izninizle buradaki arkadaşlara böyle adı edildi edildi de ne diyor bu sözleşme biraz ona atıf yapmak, ona bakmak ve onun üzerinden elimizdeki tasarıyı incelemek gibi bir işe koyulmanın doğru olacağı düşüncesindeyim.

Bakınız, 92 tarihli bu Paris Sözleşmesi ya da Paris Prensipleri diye de anılıyor eski dille ifade edersek -20 Aralık 1993 tarihinde yürürlüğe girişi- şöyle diyor: "Ulusal mekanizmaların yani ulusal önleme mekanizmalarının..." Bunun altını çiziyorum, bugün yapmak istediğimiz şey aslında ulusal önleme mekanizması. Hangi konuda? Bir, ayırımcılık konusunda; iki, işkencenin ve zalimane muamelenin önlenmesi konusunda. Bu iki temel konu üzerinden genel insan hakları konusundaki eşitsizlikleri gidermek.

Şimdi arkadaşlar, şöyle diyor: "Bu kuruluşlar, ulusal önleme mekanizmaları Anayasa'da yer alırlar ve yasayla güvence altına alınırlar. Anayasa onları tanımlar." Anayasa nasıl tanımlıyor? 90'ıncı maddeyle ve biraz önce atıf yaptığım maddelerle. Devam ediyoruz: "Ne yapar bu insan hakları ulusal mekanizması? Parlamentoya, hükûmete görüş ve öneri bildirir." diyor yani bize. Bu kurul bize görüş ve öneri bildirecek. Hangi konuda? İnsan haklarının geliştirilmesi, korunması konusunda. Bununla yetinmeyecek, tavsiyelerde bulunacak, rapor sunacak ve bize yol gösterecek, şunlar şunlar yanlış yapılmaktadır diyecek. Kurul oldukça önemli görevler yapacak. Yürürlükteki yasaları inceleyecek, bu yasalarda insan hakları ihlalleri var mı, bunları belirleyecek ve bunları bize sunacak. İlkelerin, Paris Prensiplerinin önemli maddeleri bunlar. Devam ediyoruz: Uygun gördüğü insan hakları ihlallerine resen el koyacak yani kendiliğinden el koyacak; bir yakınmaya bağlı olmaksızın kendiliğinden el koyacak. İnsan haklarının ulusal düzeydeki genel durumu ve daha özel sorunlar üzerinde rapor hazırlayacak. Şimdi, biraz önce size tanımladığım 218 insanın yaşamını yitirdiği patlamalar, güneydoğuda yaşanan her türlü insan hakkı ihlali, Türkiye'nin her yerinde yaşanan, bugün biraz önce, sabahleyin işçi hakları konusunda bizim bu masada, bu kürsülerde, bu alanda yaşadığımız ya da yaşattığımız insan hakkı ihlalleri, bütün bunlarla ilgili ulusal mekanizma rapor hazırlayacak. Yani neredeyse bizim üzerimizde bir görev yapacak. "Ülkede olup biten insan hakları ihlalleri olaylarına hükûmetin dikkatini çeker, bu ihlallerin son bulması için hükûmete her türlü girişimi önerir ve gerektiği takdirde hükûmetin tavır ve tepkilerine ilişkin görüşler bildirir." Bu çok önemli bir madde arkadaşlar. Hükûmeti uyarma görevini yapıyor. Biraz önce mevzuat değişikliği konusuna değinmiştim. "Ayrıca imzalamamış olduğumuz sözleşmelerin imzalanması konusunda teşvikte bulunur."

Şimdi bir başka maddeye geçeceğim, daha eksik, zamanım yetmiyor. "Oluşturulma biçimleri, bağımsızlık ve çoğulculuk güvenceleri." Paris ilkelerinin 3 temel görevi var. Hangi görevlerin yapılacağı konusundaki tanımlamalar, bağımsızlık ve çoğulculuk. Bağımsız olacak olan ne? Ulusal önleme mekanizması. Yani herhangi bir siyasi partinin taraflılığı, yandaşlığı -ki devleti doğrudan doğruya, devleti temsil eden hükûmeti ifade ederek söylemek gerekir- bunun herhangi bir rüzgârı dahi esmeyecek. Ama bugün biz bu elimizdeki tasarıda ne yapıyoruz? 11 kişiyi de neredeyse Hükûmet eliyle atamış oluyoruz. Bakanlar Kurulu ve Cumhurbaşkanı marifetiyle... Ki bulunduğumuz durumda Sayın Cumhurbaşkanının da bir partiyi temsiliyetinin çok güçlü hissedilir olması karşında biz zaten bağımsız bir kurul oluşturmuyoruz ve "önleme mekanizması" dediğimiz mekanizmaya... Bugün, biliyorsunuz, bir başka insan hakları yasası var elimizde. Bu yasayı biz niçin değiştiriyoruz? İşkence ve zalimane muamele karşısındaki eksiklik sebebiyle. Bunun bir küçücük örgütlenme yoluyla buraya dâhil edilmiş olmasını... Şimdi ayrıca gözaltında, cezaevinde, örneğin akıl sağlığı yerinde olmayanların tutulduğu hastanelerde, çocuk bakımevlerinde; kapalı tutulan, zorla tutulmuş olan bütün yerleri inceleme konusunda ve böylece önleme. Neyi önleme? İşkence ve kötü muameleyi.

Hani son yaşadığımız olayı yine anımsatmak isterim, bir istismarı ya da istismarlar dizinini ya da hukuka aykırı işlemler, eylemler, can almalar dizinini engelleme konusunda görev yapacak. Yani bu görevi yaparken bağımsız olacak ve çoğulcu. Çoğulculuk ne? Çoğulculuk, insan hakları alanındaki sivil toplum kuruluşları da bu önleme mekanizması içinde rol almış olacak. Eğer onlar yoksa, Metin Bakkalcı'nın sözleriyle biz bir bataklıkta, yeni bir insan hakları kurumunu da yok etmiş olacağız ya da bir ölü mekanizmayı yaratmış olacağız. Eğer gerekli düzenlemeleri yapmamış olursak.

Şimdi sevgili arkadaşlar, burada benim takıldığım, bütün bu komisyon çalışmalarımız boyunca da üzerinde düşündüğüm bir nokta var ki, o da, burada "ayrımcılık" tanımının ne anlama geldiği ve nasıl yapılması gerektiği konusunda. Öyle bir tanım gerçekleştirilmiş ki elimizdeki tasarı üzerinde çoğulcu ayrımdan söz ediliyor, tekil ayrımdan söz ediliyor, dolaylı ayrımdan söz ediliyor. Ayrım ayrımdır. Ayrımı farklı başlıklarla, farklı niteleyerek yapamazsınız ve ayrımın gerek, işte, ırk, din, dil, cinsiyet, cinsel yönelim... Ki kadın kuruluşlarımızın bu konuda muhalefet şerhleri var, aynı şekilde bizim de muhalefet şerhlerimiz var. Bugün bütün dünyanın tanıdığı birtakım sorunları görmezden gelmek, kulaklarımızı tıkamak, onları atlayıp geçmek ve onları ahlak meselesi üzerinden değerlendirerek yok saymak da mümkün değil. Bu sebeple, bu tasarıda ne ayrımcılık ayrımcılık olarak doğru düzgün bir şekilde ifade edilmiş durumda... Cedaw Sözleşmesi var, İstanbul Sözleşmesi'ne hiç atıf yapılmamış; hemen hemen bütün sözleşmeler var bu tasarının içinde ama İstanbul Sözleşmesi yani kadına yönelik her türlü kötü muameleyi insan hakkı ihlali sayan sözleşme yok. İşkence, kötü muamele ve zalimaneye karşı sözleşmenin kendisi var ama kurulları yok, sadece cezaevi ziyaretiyle sınırlı bırakılmış olan bir faaliyet var burada. Bütün bu tablo içinde bugün -buradan umarım ki özel görüşmelerle veya buradaki toplu, ortak kararlarımızla- biz gerçekten insan hakları ihlallerini önleme mekanizmasını oluşturmuş oluruz ve hem kendi içimizdeki insan hakları ihlallerinin hem sokağımızdaki, ülkemizdeki insan hakları ihlallerinin doğru bir biçimde engellenmesini, önlenmesini -önlendikten sonra zaten iyi de soruşturmuyoruz, biliyorsunuz öyle bir problemimiz de var, bunlardan da söz etmeye çalıştım- bunu da başarabilmiş oluruz diye umut etmek istiyorum sevgili arkadaşlar. Ciddi bir iştir yaptığımız iş; hepimizin insan onuruyla yaşayabilmemizi sağlayacak, hepimizi güçlendirecek bir iştir doğru yapabilirsek, buna da inanıyorum.

Teşekkür ederim. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)