Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 62 |
Tarih: | 29.03.2016 |
BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'deki devlet geleneğinin sürdürücüsü hâlihazırdaki Hükûmet son yıllarda siyasetçileri, aydın ve yazarları, bilim insanlarını, hak mücadelesi verenleri, kısacası, iktidara muhalif olan herkesi cezaevlerine kapatarak cezalandırmayı hâlâ güncel ve etkin bir yöntem olarak kullanmaktadır. Türkiye cezaevleri hak ihlallerinin yaşandığı kurumların en başındadır. Savaşın ve çatışmanın tırmandığı zamanlarda bunun en büyük yansıması yine cezaevlerinde olmaktadır. 2016 yılından itibaren bizlere, insan hakları savunucularına, derneklerine, avukatlara yapılan başvurular, cezaevlerinde gittikçe artan ağır ihlaller, cezaevlerinin insanlık onurunun yok edilmeye çalışıldığı yerler hâline geldiğinin ve getirilmek istendiğinin kanıtıdır. Türkiye hem içeride hem de uluslararası arenada, cezaevlerindeki işkence ve kötü muamele uygulamalarıyla, Anayasa'sına ve imzaladığı uluslararası sözleşmelere rağmen, ihlal noktasında hiç gündemden düşmemektedir.
7 Haziran seçimlerinden sonra Halkların Demokratik Partisine yönelik olarak baskı ve savaş konseptinin devlet tarafından devreye sokulmasıyla birlikte milletvekillerimize yönelik cezaevlerini ziyaret yasağı uygulaması başlamıştır. Seçilmiş belediye eş başkanları, siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler, avukatlar bahsettiğimiz savaş konseptinin bir parçası olarak tutuklanmıştır, tutuklanmaya devam etmektedir. Bu baskı, gözaltı, tutuklama furyası toplumun muhalif tüm kesimleri için bir tehdit aracı olarak devam etmektedir. HDP milletvekilleri olarak bizler haksız ve hukuksuz bir biçimde tutuklananlarla dayanışmak için onlarca başvuru yapmamıza rağmen Adalet Bakanlığından bu konuya ilişkin herhangi bir olumlu ya da olumsuz cevap alabilmiş değiliz. Bizzat şahsımın Adalet Bakanıyla yapmış olduğu telefon görüşmesinde de bunun, bu konunun, bu yetkinin tamamen takdire dayalı olduğuna ve bu sebeple de kendisinin bu takdiri istediği gibi kullanabileceğine dair bana bir beyanda bulunmuştur. Buradan şunu çok net ortaya koyabiliriz arkadaşlar: Adalet Bakanı burada bu takdiri tamamen keyfî ve kötü niyetli olarak kullanmaya devam etmektedir.
Milletvekillerimizin cezaevlerine ziyaretleri engelleniyor, ancak bizler cezaevlerinde yaşanan ihlalleri yakından biliyoruz. Aslında sistematik olan ancak mart ayından bu yana dozajı yükseltilen ihlallerle ilgili her gün partimize, cezaevi komisyonumuza ve insan hakları örgütlerine başvurular yapılıyor. Son günlerde dayanağının yetkililerce açıklanmadığı sürgünler dikkat çekicidir. Diyarbakır D ve E Tipi, Siirt E Tipi, Şırnak, Siverek ve daha birçok bölge cezaevlerinden Tekirdağ, Osmaniye, Bandırma, Şakran, Antalya cezaevlerine yapılan yüzlerce sürgünle karşı karşıyayız. Özellikle bölge cezaevlerinden gerçekleşen sürgünler sırasında ve sonrasında yaşanan hak ihlallerine tarihe not düşmek adına değinmek istiyorum: Sevk sırasında darp, ağır hakaret, işkence, sözlü ve fiziki işkence. Hasta tutukluların ilaçlarının dahi alınmasına izin verilmeden pijamalarıyla sürgün edilmesi. Hayati tehlikesi olan hasta tutsakların hastaneye götürülmemesi. Yaşanan darp sonucu deri soyulmaları, kaburgaların ve kemiklerin kırılması. Sürgün esnasında kıyafetleri dâhil olmak üzere kişisel eşyalara el konulması, yöresel kıyafet giydiği için kıyafetleri yırtılan vakalar. Çıplak arama, tekmil verme, disiplin cezaları, bir hafta boyunca banyo imkânından mahrum bırakılma. Odalarda bulunan masa, sandalye hatta ve hatta -çok komik ama- üçlü prizlere kadar el koyma. Herhangi bir toplatma ya da yasak kararı olmamasına rağmen bazı yayınların cezaevine girişinin önüne geçilmesi. Kürtçe gazete, mektup, kitap ve makalelerin cezaevine girmesine izin vermeme. Çocukların -özellikle Antalya Cezaevinde karşılaştık bununla- sürgün edilmesi, çocuk tutuklu ve hükümlülerin yaşadığı ağır insan hakları ihlalleri. Koğuşlarda kapasite fazlası.
Şimdi, bunların yanı sıra, özellikle Osmaniye Cezaevine gönderilen, sürgün edilen tutuklu ve hükümlülerin, Osmaniye Cezaevine girer girmez darp ve ağır işkenceyle karşılaştığını bizzat kendim İnsan Hakları alt komisyonuna ve İnsan Hakları Komisyon Başkanımıza ilettim, Adalet Bakanlığına ilettim, Osmaniye Cezaevi Müdürünü aradım ancak ne yazık ki bu konuya ilişkin hiçbir duyarlılıkla, hiçbir refleksle karşılaşmadık, konuyla ilgili herhangi bir şekilde tarafımıza açıklama yapılmadı.
Bunun yanı sıra, yine, Diyarbakır'dan, Şırnak'tan Karadeniz Bölgesi'ne sürgün edilen tutuklu ve hükümlülere, götürüldükleri araçta işkence edilmesi de ayrı bir vaka ama özellikle dikkat çekmek istediğimiz bir konu, götürülen araçlarda plakaların olmaması.
Yakın bir zamanda, bundan üç gün önce, Diyarbakır D Tipinde, bir anda avukatlarla görüşlere engel konuldu; yine, yakınlarla, tutuklu ve hükümlülerin, yakınlarıyla görüşmelerine engel getirildi ve bir anda Diyarbakır Cezaevinin önünde Özel Harekât polisleri, bütün polis araçları, işte Kobralar vesaire -ismini burada tek tek saymayacağım- bu araçlar hazır edildi, ambulanslar hazır edildi. Neyin hazırlığıydı bilemiyoruz ama hem yereldeki, Diyarbakır'daki arkadaşlarımızın hem buradaki arkadaşlarımızın ve bizlerin yaptığı görüşmeler neticesinde şu bilgiye ulaştık: Bir arama var. Olağanüstü bir arama olduğu söylendi. Yine, aynı, benzer olay dün Diyarbakır E Tipinde de yaşandı.
Şimdi, bunlara ek olarak, tabii, cezaevlerinde kadınlara ve çocuklara yönelik, başta cinsel şiddet olmak üzere fiziksel ve psikolojik işkenceler de devam ediyor. Hiçbir hukuki ve yasal dayanağı olmayan bu sürgünler, tutuklu ve hükümlülerin aileleriyle de iletişim kurmalarının önüne geçiyor. Bu noktada, aileler de bir nevi cezalandırılmış anlamına geliyor.
Aslında, Türkiye birçok uluslararası sözleşmeye taraf, bunu her defasında burada söylüyoruz. Örneğin, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'ne göre, Türkiye, burada anlattığım hukuksuzluğu hiçbir şekilde gerçekleştiremez. Bunun yanı sıra, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin belirlediği standartlara göre, mahpusların aileleri ve yakınlarıyla olan ilişkilerini sürdürebilmeleri için gerekli önlemler alınmak zorundadır. Yine, sürgünler ve hakaret uygulamaları, işkenceyi yasaklayan Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi sözleşmelerinin yanı sıra, iç hukukumuzda düzenlenen 5275 sayılı Kanun'un nakillerde alınacak tedbirleri düzenleyen 58'inci maddesini de ihlal etmektedir.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin uymakla yükümlü olduğu bu uluslararası düzenlemelere rağmen uygulamalardaki durumunu az önce özetlemeye çalıştım. Sürgünler dışında, bugün cezaevlerinde siyasi hükümlü ve tutuklular yaşanan inkâr ve savaş ortamı nedeniyle yeniden bedenlerini çözüm için açlığa yatırdılar. Evet, yirmi günü aşkındır bir açlık grevi devam ediyor. Eminim ki hiçbirinizin bilgisi dâhilinde değildir bu durum. Yıllarca cezaevlerinden bu nedenlerle tabutlar taşıdık. Tarihin yeniden tekerrür etmemesi için hükümlü ve tutukluların taleplerinin ve çözüm noktalarının iyi okunması gerekmektedir. Bu noktada, sorumluluk sahibi her kişi ve kurumun inisiyatif alması ve duyarlılık göstermesi elzemdir.
Hatırlayalım, çok değil, sadece bir yıl önce devam eden çözüm sürecinde en çok konuşulan ve üzerinde hassas yaklaşılan sorunların başında hasta tutuklu ve hükümlülerin durumu geliyordu. Bu konu üzerinde tarafların bir konsensüse vardığı da basına yansıyan bir durumdu ancak devlet birçok konuda olduğu gibi bu konuda da herhangi bir adım atmadı ne yazık ki.
İnsan Hakları Derneğinin geçtiğimiz aylarda kamuoyuyla paylaştığı rakamlara biraz değinmek istiyorum. 300'ü ağır hasta olmak üzere toplamda 737 hasta tutsak var ve bunların bir kısmı artık tedavileri dahi yapılamayacak duruma gelmişler yani âdeta ölümü bekliyorlar. Ölümü bekleyen bir kişinin istediği tek şey vardır: Son günlerini ailesiyle geçirmek. Fakat, bu noktada tamamen konjonktür sebebiyle ve politik sebeplerle bu hasta tutsaklar ailelerinden, yakınlarından ve son günlerini birlikte geçirmelerinden mahrum edilmektedir. Bu anlamda, özellikle 300 ağır hasta tutsak başta olmak üzere bu tutsakların derhâl serbest bırakılmaları da gerekmektedir.
Bunun yanı sıra, arkadaşlar, AKP'nin kendine dert ettiği cezaevlerindeki kapasite sorununa biraz değinmek istiyorum. Biliyorsunuz, meselemiz hep yeni cezaevi açma. İşte, basına demeçler veriliyor. "Yeni bir cezaevi kampüsü yapıyoruz. Şurada yapıyoruz, burada yapıyoruz..." Şimdi, mesele şu: Kapasitesi bitmiş bir cezaevinde sorun ikidir; bizim açımızdan sorun ve devlet açısından sorun. Bizim açımızdan bir insan hakları sorunudur, devlet açısından ise sadece somut bir şekilde kapasite sorunudur. Bu noktada şuna değinmek istiyoruz: Yüz binlerce insanın yeniden cezaevi sistemine dâhil edilmesiyle karşı karşıyayız. Aynı zamanda bu, daha fazla insan hakları ihlallerini de yaşayacağımızın göstergesidir. Bu noktada biz hem Parlamentonun hem de duyarlı kesimlerin inisiyatif almasını istiyoruz ve Parlamentoyu tekrar göreve çağırıyoruz.
Teşekkür ederim, sağ olun. (HDP sıralarından alkışlar)