GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:60
Tarih:23.03.2016

HDP GRUBU ADINA MİTHAT SANCAR (Mardin) - Sayın Başkan, değerli üyeler; Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Tasarısı üzerine söz almış bulunuyorum.

Kişisel verilerin korunması günümüzde belki de insan haklarının en hassas alanlarından birini oluşturmaktadır. Kişisel hayatımızın pek çok alanı kolayca kontrol edilebilir durumdadır çağımızda. Pek çok teknik imkânla hayatımızın her alanına sızılabilir, hayatımızın bütün bilgileri, bütün mahrem konuları pekâlâ kamu otoriteleri veya üçüncü kişiler tarafından elde edilebilir. O nedenle, bir korumaya mutlaka ihtiyaç vardı ve bu korumanın ihtiyaç hâline geldiği daha 1981'de Avrupa Konseyi tarafından karara bağlanmıştı. Avrupa Konseyi, gelişmeleri öngörerek kişisel verilerin, özel hayatın ve diğer kişisel hakların korunması amacıyla çalışmalara başlamıştı. 1981'de yapılan çalışmaların sonuca bağlandığını görüyoruz. O tarihten bugüne kadar Türkiye'de kişisel verilerin korunmasıyla ilgili güvenceler içeren bir mevzuatın geliştirilmemiş olması büyük bir eksiklikti, açıkçası büyük bir ayıptı.

Şimdi böyle bir kanunun gündeme gelmiş olması eksikliklerine rağmen olumlu bir adımdır, olumlu bir gelişmedir. Ancak önümüzde bulunan tasarının son derece önemli eksiklikleri ve yanlışlıkları vardır. Eğer bu tasarıdaki yanlışlıkları ve eksiklikleri gideremezsek aslında yine sadece iş yapar görünmüş olacağız; hakları korumak yerine hakları koruyor görünmüş olacağız, insan hakları standartlarına uygun davranmak yerine uygun davranıyor gibi davranacağız, uygun davranıyormuşuz gibi görüneceğiz.

Bu kanunun bu tür kanunlarda olduğu gibi en hassas yeri, hatta belki de Aşil topuğu, burada verilen imkânların nasıl kullanılacağı, hakların nasıl güvence altına alınacağı ve denetim mekanizmalarının nasıl oluşturulacağıdır.

Tasarının Altıncı Bölümüne baktığımızda bununla ilgili hükümler getirildiğini görüyoruz. Altıncı Bölüm "Kişisel Verileri Koruma Kurumu ve Teşkilat" diye başlıyor.

Burada, yine uzun süredir, bir kısmı Avrupa Birliği uyum süreci dolayısıyla, bir kısmı iç kamuoyunun talepleri doğrultusunda gündeme gelmiş düzenlemelerde başvurulan yöntemin tekrarlandığını görüyoruz. Açık söyleyelim, AKP, bu tür denetim kurumlarının yürütmeden bağımsız olmasını önleyecek bütün hilelere bugüne kadar başvurmayı âdeta alışkanlık hâline getirmiştir. İnsan Hakları Kurulunda bu böyle olmuştur, ondan önce oluşturulan insan hakları il ve ilçe kurullarında da aynı yol benimsenmiştir. Bu kurullar güya devlet içinde özerk yapılar olarak çalışacaklardı ve insan hakları ihlallerini önleme konusunda devletin imkânlarını da kullanan önemli kurumlar olarak bulunacak, faaliyet göstereceklerdi ama maalesef bu kurulların bileşimine baktığımızda tamamının yürütmenin, idarenin kontrolünde olacak şekilde yapılandırıldığını görüyoruz. Bu nedenle, kuruldukları tarihten sonra çok kısa bir süre içinde işlevsiz, anlamsız ve tabiri caizse itibarsız kuruluşlar olarak varlıklarını şeklen sürdürmüşlerdir.

İnsan haklarının korunmasıyla ilgili diğer çalışmalarda da AKP hükûmetleri aynı yöntemi benimsemişlerdir. Güya "Özerk kurumlar oluşturacağız." diye yola çıkarlar, bu tür beyanatlarda bulunurlar ama getirdikleri kanun tasarılarında, tekliflerinde yaptıkları şey şudur: Yürütmeye, hükûmete tamamen bağlı olacak, hükûmetin, yürütmenin dışında davranma ve faaliyet gösterme cesareti göstermeyecek bir yapı oluşturmak; yöntem budur. Bunun ne ülkeye ne de hükûmete bir faydası vardır. Belki iç kamuoyunu bazı sürelerde, belli dönemlerde kandırabilirsiniz; işte "İnsan haklarına uygun düzenlemeler yapıyoruz." diye kendinize prim sağlayacak propaganda yöntemlerine başvurabilirsiniz, iç kamuoyunu bir süre kandırabilirsiniz de ama uluslararası kamuoyunu uzun süre, hatta kısa süre kandırmanız mümkün değildir. Bu tür numaraların -yine söylüyorum, deyim yerindeyse- bu tür Şark kurnazlıklarının uluslararası alanda geniş birikime sahip insan hakları hareketi tarafından hiç de yutulmadığını bilmeniz gerekiyor. Uluslararası toplantılara katılan değerli vekiller mutlaka karşılaşmışlardır bu durumlarla. Ne zaman böyle hileli yöntemlere başvurarak bir düzenleme yapmışsa hükûmetler, o kuruluşların temsilcileri bütün platformlarda bu hileleri en ince ayrıntılarına kadar yüzlerine vurmuşlardır.

Burada iki önemli husus var; biri hukuksal, biri etik. Hukuksal gereklilik, hukuksal boyut, bu düzenlemeleri evrensel standartlara, samimi bir şekilde, uygun olarak yapmaktır. Etik boyut ise, gerçekten bunun ruhuna sadık kalmaktır, uygulamada da sadık kalmaktır.

Şimdi, İnsan Hakları Kuruluyla ilgili eleştiriler çok uzun süredir çeşitli düzeylerde dile getiriliyor. Biliyorsunuz, insan hakları kurullarının evrensel standartlarda nasıl faaliyet göstereceğine, nasıl düzenleneceğine ilişkin Birleşmiş Milletlerin bir bildirgesi vardır. "Paris Kriterleri" diye adlandırılan bu bildirgeye baktığınızda, uluslararası standartlara uygun bir insan hakları kurulu veya hak ve özgürlüklerle ilgili bir kurulun nasıl olması gerektiğini görürsünüz. Bu kriterlere İnsan Hakları Kurulu oluşturulurken maalesef uyulmadı. Bugün İnsan Hakları Kurulu şeklen var ama fiiliyatta hiçbir etkisi olmayan, uluslararası kurumlar nezdinde de itibar görmeyen bir durumdadır.

Şu ülkeyi bu hâle getirmeye kimsenin hakkı yok, ilk başta hükûmetlerin hakkı yok. Kanuna karşı, evrensel standartlara karşı hile yaparak, uyanıklık yaptığını zannederek prim toplayacağını düşünmek artık uluslararası camiada kabul görmüyor, uluslararası camiada tam tersine ciddi tepkilerle karşılaşıyor. Aynı şeyi ulusal kamuoyu için de söyleyebiliriz.

Kişisel Verileri Koruma Kuruluna gelince -tam da bu konunun, bugünkü konuşmamızın konusu- öncelikle bu kurulun 7 kişiden oluşacağı belirtilmiş, "Bu 7 üyenin 4'ü Bakanlar Kurulu, 3'ü Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek." diye bir hüküm konmuştur. Şimdi, hem özerk bir kurul olacağını söylüyorsunuz hem de üyelerinin tamamını yürütmeye seçtireceksiniz. Yani, burada bir tutarlılık, asgari bir mahcubiyet gerekmez mi? Özerk bir kurulun bütün üyelerini eğer siz yürütmeye seçtirirseniz bu kurulun özerk davranması mümkün mü? Üstelik bu kurulun başkanını da ve ikinci başkanını da Bakanlar Kurulu belirleyecek. Neden kendisine bırakmıyorsunuz kurulun? Tamamen kontrol altında tutmak için, asla özerk davranmasın diye, tamamen yürütmenin emrinde olsun diye.

Peki, dostlar alışverişte görsün amacıyla yapılmış düzenlemelerin kime ne hayrı var? Ne yapmak istiyorsunuz, açık söyleyin. Getirin, deyin ki: "Biz özerk kurumlara karşıyız. Bu tür denetim mekanizmalarının da bir anlamı yok. Biz yapmıyoruz, Kişisel Verileri Koruma Kanunu'nu da çıkarmıyoruz."

Daha pek çok ayrıntı var ama sürenin sonuna geldik. Özellikle şunu tekrar söyleyeyim: Eğer millî iradeyi gerçekten söylediğiniz kadar önemsiyorsanız, üyelerin tamamının seçimini nitelikli çoğunlukla Türkiye Büyük Millet Meclisine bırakmalısınız. Bu kurul Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlı olarak çalışmalı ve Paris İlkelerini esas alacak şekilde düzenlenmelidir.

Kendinizi kandırmayın, ülkeyi kandırmayın, zaten toplumu ve uluslararası kamuoyunu da kandırmanız uzun süre mümkün değil.

Saygılarımla, teşekkürler ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)